Modern İnsanın Yabancılaşmış Halleri

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Metin Boran

Filozof, Yazar ve Sorumlu Aydın Jean Paul Sartre 1960 yılların başında, televizyon henüz bu kadar yaygın değilken teknolojik iletişim araçlarının yaydığı tehlikenin farkına varmış o günlerde şu saptamayı yapmış: “iletişim araçları insanları birbirine yabancılaştırıyor”.

Düşünürün 1960’larda gördüğü, toplumsal ilişkilerdeki bu yabacılaşma durumu, bugün küresel dünyada, insan ilişkilerinin en temel sorunu olarak yoğun bir biçimde tartışılıyor. Bu arada edebiyat, sanat cephesi de boş durmuyor tabii romandan sinemaya, şiirden tiyatroya yazarlar ve sanatçılar bu izlek üzerine yapıtlar veriyor, ürünler yaratıyorlar.

Moda Sahnesi, bu sezon ikinci yapım olarak sahneye taşıdığı Alman Oyun Yazarı Moritz Rinke’in kaleme aldığı Seviyoruz ve Hiçbir Şey Bilmiyoruz adlı oyunla ilişkilerdeki açmazı, bireylerin aşkına ve ilişkisine yabancılaşmasını komedi tadında bir gösteri ile seyircisiyle buluşturuyor. Günümüz postmodern dünyasının dijital teknoloji ile kuşatılmış insan ilişkilerinin zavallı ve hüzünlü halleri farklı mesleklerden iki kadın iki erkek üzerinden anlatılıyor.

Serbest yazar olarak çalışan Sebastian (Sermet Yeşil) ve banka çalışanlarına zen metoduyla nefes dersleri veren sevgilisi Hannah (Berfu Göngören) bir iş gezisi için başka bir ülkeden evli bir çift olan teknoloji müptelası Roman (İnan Ulaş Torun) ve karısı Magdalena (Özlem Taş) ile internet üzerinden anlaşırlar. Ancak Sebastian, bu yer değişikliğine sıcak bakmamakta sevgilisi ise onu ikna etme çabasıyla tartışırken anlaştıkları çift Roman ve karısı Magdalena gelirler… Sonrasındaysa kişilerin toplumsal yönleri, bireysel düşkünlükleri, arzuları, isteksizlikleri, gizli kalmış iç dünyaları, kompleksleri ve sevgisizlik ve yalnızlıkla kuşatılmış hayat parçaları dökülür ortalığa…

Sibel Arslan Yeşilay’ın berrak Türkçesiyle sahneye taşınan oyunun yönetmenliğini Kemal Aydoğan üstlenmiş, dekor tasarımı Bengi Günay, ışık tasarımı ise İrfan Varlı’ya, müzikler ise Can Güngör imzasını taşıyor. Kemal Aydoğan aslında fazla düşünsel derinliği olmayan oyunu, oyuncuların yüksek performansı ile renkli bir gösteriye dönüştürmüş.

Oyunun Yazarı Moritz Rinke sosyal bir olgu olan yabancılaşmayı, yüzeysel bir dokunuşla kişileri alaya alarak ve onların görünmez zavallılığını açığa çıkararak yazmayı tercih etmiş. Rinke oyununda aptal sarışın kadın, narsist, rijit entel, gözleri teknolojiden başka bir şey görmeyen duygusuz müptela, akışkan ve yanı sıra düşkün bir tip, ve işine kodlanmış, tek düze yaşayan bir kadın üzerinden teknoloji toplumunu anlatıyor. Ama anlatım zayıf, düşünce temeli dağınık oyunun, kişilerin derinlikleri zayıf… Ama gösteri kendini izletiyor. Bunda Kemal Aydoğan’ın esnek, anlaşılır ve kolay anlatımı hedefleyen yorumu ve bu hedefe odaklanmış oyuncuların performansının etkisi büyük kuşkusuz.

Kemal Aydoğan kendine has bir üslup ve sahne yorumu ile yine eğlenerek anlatmayı tercih ediyor bu oyunda da. Daha ziyade oyuncu odaklı bir anlatımla hareket, ses, yansılama, gösteri bir bütünlük oluşturuyor. Oyunda Sermet Yeşil zaman zaman rolünü taşırsa da seyircinin beğenisini üzerinde toplama becerisini gösteriyor. Ne istediğini bilmeyen bulduğunu anlamayan modunda sarışın aptal bir tip olarak sahneye çıkan Özlem Taş, sahici oyunculuk yorumu ve sempatik tavırları ile özenli ve tutarlı bir oyunculuk örneği sergiliyor. Oyunun tematik bütünlüğü düşünüldüğünde bir tip olarak gösterinin merkezinde olması gereken İnan Ulaş Torun, hareket, ses, duygu ve tavır olarak tutarlı ve sahici bir oyunculuk örneği ortaya koysa da derinlikli bir anlatımı içermiyor rolüne ilişkin kurduğu hareket bütünlüğü. İşine odaklanmış Hannah’da izlediğimiz Berfu Öngören ise özenli ve sade bir oyunculuk örneği ile yalınkat bir anlatımı tercih ediyor ancak oyun içinde zaman zaman performansı düşüyor. Emeği geçen herkese nitelikli ve eğlenceli bir tiyatro adına teşekkür ederim.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Metin Boran

Yanıtla