Bir Avuç Seyirciye

Pinterest LinkedIn Tumblr +

berliner essemble[Sabah gazetesinden Engin Ardıç, dünyaca ünlü tiyatro topluluğu Berliner Ensenble’ın Üç Kuruşluk Opera prodüksiyonu ile ilgili bir eleştiri yazısı kaleme aldı.]

Gözlerime inanamıyordum, kendimi çimdikliyordum, “efsanevi” Berliner Ensemble tiyatrosundaydım! Perde arasında memişhaneye gittim, vay canına, Bertolt Brecht’le aynı yere işiyordum!…

Eskiden vize kuyruğuna girilir, sınırda saatlerce beklenir, donunuza kadar aranırdınız, üzerinizdeki para sayılır, bir kısmı ölü eşek kurundan zorunlu bozdurulurdu… Geri dönmek için geceyarısından sonraya kalmak yasaktı… Sınır dediğim de duvar geçişi, ya Checkpoint Charlie ya da Bahnhof Friedrichstrasse.

Ben istasyondan yürüdüm, köprüden geçip sola döndüm, o kadar. Çünkü artık Doğu Almanya diye bir ülke yoktu. (Orada, tiyatronun hemen önünde bir lokanta vardır, yemekleri nefistir, giderseniz mutlaka uğrayınız: “Brasserie Ganymed”… Politbüro üyeleri muntazaman devam ederlermiş, Bertolt Brecht de oyun bitince eşi Helene Weigel ile takılırmış. Eski Doğu Berlin’in en fiyakalı lokantası.)

Berliner Ensemble’da, hem de en ön sıradan, hem de “Üç Kuruşluk Opera”yı seyrettim. (Bu müzikalde en sevdiğim parça da “Pezevenk Tangosu”dur, Zuhaelter Ballade…)

Fakat bu Üç Kuruşluk Opera biraz tuhaftı.

“Dâhi yönetmen” olduğu iddia edilen Robert Wilson, dekoru soyutlamış, oyuncuları birer karikatür haline getirmiş, “minimalist” bir yorum sergilemişti, bildiğimiz “epik tiyatroya” hiç benzemiyordu sahnede oynanan.

Sevemedim.

YouTube’da kaçak çekilmiş bazı klipleri var, fikir edinmek için bakabilirsiniz. İnsan “kendi koltuğunda” başka bir akşam başka birisini oturur görünce de bir tuhaf oluyor.

Bu müzikal mayıs ayında İstanbul’a geliyor, yalnızca iki gece, 13 ve 14 Mayıs’ta, Zorlu’da…

Reklamında “tiyatro, dans, müzik ve tasarımın iç içe geçtiği, kostüm, makyaj ve ışık kullanımıyla göz kamaştıran, çarpıcı bir yorum” demişler, Sustalı Mack’ı oynayan ama ne hikmetse bir “hünsa” gibi yorumlayan o müthiş yetenekli Stefan Kurt’un resmini de koymuşlar. (Sinemadan tanıdığımız Angela Winkler de Polly’yi oynuyordu, umarım İstanbul’a gelir.)

Acaba bu minimalist yorum epik tiyatronun ruhuna uygun mudur yoksa Wilson oyunun ırzına mı geçmiştir? Tiyatrocular mutlaka izlesinler ve tartışsınlar. Emek Sineması’nın önünde tepişeceklerine bunu tartışsınlar.

Daha önce ülkemizde de Brecht hiç katledilmemiş değildi…
Kenter Tiyatrosu’nun bundan elli iki yıl önce sergilediği Üç Kuruşluk Opera’da oyunun açılış şarkısı (yani moritat, ünlü “Mack the Knife”) yıldız olması hasebiyle aslında Korsan Jenny’yi oynayan Yıldız Kenter’e söyletiliyor, böylece epik tiyatronun belkemiği olan “yabancılaştırma efekti” öldürülüyordu.

Sonra, Brecht’in “zaman ve mekân içinde uzaklık sağlayıp serinkanlı bir bakış oluşturmak” için Kafkasya’ya konumladığı “Kafkas Tebeşir Dairesi”ni alıp ülkemize getirenler, “adapte” edip içine edenler, onu “halk anlasın” diye “Feleknaz Hatun ile Gülizar Kızın Analık Davası” yapan “devrimci sanatçılar” da görüldü!
Ohhh, iyi geldi, kırk dört yıldır tiyatro yazısı yazmamıştım.

Bendeniz gençliğimde tiyatro eleştirmeniydim de efendim, meraklılar ve yaşlılar belki hatırlayacaklardır…

Sabah

Paylaş.

Yanıtla