Doyuran ‘Açlık’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

doyuran açlık[Radikal gazetesinden Zeynep Arıkanlı’nın haberini paylaşıyoruz.]

Başınıza bir iş gelse sesinizi duyurabileceğiniz tek bir kişinin, sığınabileceğiniz tek bir boşluğun olmadığı tekinsiz bir ara sokak gibi; beş parasız, günlerce kursağından bir lokma bile geçmemiş bir insanın midesi gibi karanlık ve bomboş bir sahne… Sarı Sandalye’nin böylesine ‘boş’ bir sahneye taşıdığı ‘Açlık’, seyirciyi hem fiziksel olarak çekilen açlığın, hem de acımasız kalabalıklar içinde insan olana, iyi olana açlığın boşluğuna çekiyor. Bu hem fiziksel, hem ruhsal olarak çekilen açlık, birbirinden yetenekli dört oyuncunun dinamik performansıyla gözle görülecek, elle tutulacak denli somutlaşıyor. Böylece o boş sahne, ‘kahramanımız’ Andreas Tangen’in yaşadıklarıyla, hezeyanlarıyla, hayalleriyle, daha çok da hayal kırıklıklarıyla dolup taşıyor. Dört oyuncu dediğimize bakmayın: Sahnede adım atılmamış, temas edilmemiş tek bir nokta dahi bırakmayan Şeyiba Ceren Ülgen, Nazlı Ceren Tekeli, Canan Günaştı, Emirhan Altunkaya’ya, sahnenin sağ kenarına yerleştirilmiş piyanoda Berk Kalyoncu eşlik ediyor. Kalyoncu, oyunun özgün müziğini de yapmış. Müzik kullanımı ve oyuncuların yaptıkları ‘ses oyunları’, epik tiyatrodaki yabancılaştırma etkisine benzer bir etki yarattığı gibi, Macbeth’in cadılarını da hatırlatıyor.

1890’DAN 2016’YA, KRISTIANIA’DAN İSTANBUL’A, ROMANDAN OYUNA…

‘Açlık’, Knut Hamsun’un 1890 tarihinde yayımlanan ve 1920 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan kült romanı. (Hamsun’un Nazi Almanyası’na duyduğu sevgiyi ve kitaplarının Norveçliler tarafından bahçelerde yakıldığını paranteze alıp şimdilik bir tarafa koyalım). Bilindiği üzere roman, Hamsun’un öz yaşamından kesitler içeriyor. Tıpkı Hamsun gibi, romanın Andreas Tangen’i de, yazar olmak ve yazılarını yayımlatmak amacıyla, daha doğrusu hayaliyle, Kristiania’ya geliyor. Ancak şansının yaver gittiği birkaç seferi saymazsak, bu hayali suya düşüyor ve Andreas kendisini zihninin, bedeninin yanı sıra gururunun ve ahlâkının sınandığı bir açlık ve sefalet içinde debelenirken buluyor. Sarı Sandalye, böylesi bir debelenmenin anlatıldığı ve Behçet Necatigil’in nefis çevirisiyle Türkçeye kazandırmış olduğu bu zor romanı, “kolektif bir çalışmayla, sahne üstünde doğaçlamalarla” oyunlaştırmış. Ekip, romanı oyun metnine çevirmediklerini, “sahnelerin hepsini ayakta, romanın hissettirdiklerini doğaçlayarak” ortaya çıkardıklarını söylüyor. Başka bir deyişle, Açlık, rejisinden (Doğa Nalbantoğlu ve İdil Sarban) dekor-kostüm tasarımına (İlayda Kular), ışık tasarımından (Ufuk Karagöz ve Doğa Nalbantoğlu) ‘dış göz’e (Ufuk Karagöz ve Mithat Ozan Küren) yaratıcı bir ortak çalışmanın ürünü.

Andreas Tangen’in çok katmanlı, hem soyut, hem son derece somut çırpınışları, Sarı Sandalye oyuncularının, sahnenin adım atılmadık tek bir nokta bırakmadıkları, temposu hiç düşmeyen dinamik bir performansla aktarılıyor seyircilere. Nasıl ki roman insanda acı bir açlık duygusu uyandırıyorsa, Sarı Sandalye’nin müthiş performansı da seyirciye boş bir midenin ve giderek kuraklaşan bir ruhun açlık acısını hissettirmeyi başarıyor. Bununla da kalmıyor, dört kişi kâh ‘bir’ Andreas Tangen oluyor, kâh onu parçalara bölüyor, kâh onu çevreleyen –ve parasının olmadığı müddetçe asla içine almayan, sürekli kusup püskürten– acımasız kentin kimi yufka, çoğunluğuysa kaskatı yürekli kalabalıklarına dönüşüyor. Bu zorlu bölünme ve birleşme kurgusu bir saniye bir kopmadan, dağılmadan devam ediyor. Bir buçuk saatin sonuna gelindiğindeyse, zihnen ve ruhen doymuş ama bir yandan da o kekremsi açlık içinde buluyoruz kendimizi. Dipsiz gözüken bir doymak bilmezliğin insanı sadece maddi olarak değil, ruhen de aç ve sefil bıraktığı bu zamanlarda, Açlık hayatımızın farklı yanlarına temas eden, kaçırılmaması gereken bir oyun.

Son olarak, tiyatro çıkışında zihnimizde beliren ve daha onlarcasının eşlik ettiği “Ses ve Öfke’yi yahut ‘Onca Yoksulluk Varken’i oyunlaştırsalar, ne muhteşem işler çıkar ortaya kim bilir?” düşüncesini bir temenni olarak buraya bırakalım. Bırakırken de ‘Açlık’ın bu akşam ve 30 Mart’ta saat 20.30’da Beyoğlu’ndaki Kumbaracı 50’de sahneleneceğini belirtelim.

Radikal

Paylaş.

Yanıtla