“Toplumun Bu Hale Gelişi Dallas’ın Tek Odalı Eve Girmesiyle Başladı”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

yücel erten[Armağan Çağlayan, Devlet Tiyatroları’nın eski genel müdürü yılların yönetmen ve oyuncusu Yücel Erten ile Devlet Tiyatroları’nın bugün içinde bulunduğu durumu, sanatın gidişatını ve toplum-sanat ilişkisini konuştu. Nokta dergisinde yayınlanan bu söyleşinin bir bölümünü paylaşıyoruz.]

“AKP iktidarının kültür ve sanat alanlarına toptan bir savaş açmış olduğunu görüyoruz” diyen Erten’in toplumsal çöküşle ilgili tespitleri oldukça çarpıcı: “Bu toplumun bu hale gelişi televizyonun, Dallas’ın köydeki tek odalı eve girmesiyle başlar.”

Devlet Tiyatroları’nda uzun yıllar oyunculuk ve yönetmenlik yapan Yücel Erten, yurt içi ve yurtdışında öğretim üyeliği, yönetmenlik ve üniversitelerde öğretim üyeliği görevlerinde bulundu. 1969 yılında adım attığı Devlet Tiyatroları’nda 1992 yılında Genel Müdürlük ve Başrejisörlük yaptı. 2000 yılında kendi isteğiyle emekli olan Yücel Erten, birçok dizide de oyunculuk yaptı.

Devlet Tiyatroları’nda birşey oluyor ve biz ne olduğunu çok da anlayamıyoruz da. AKM hala kapalı, oyunlar çok belli yerlerde belirli sayıda oynanıyor.

Aslında Devlet Tiyatrosu’nda bir şey olmuyor. Yani bunu şu manada söylüyorum. Devlet Tiyatroları birçok sanat kurumu gibi fetret devrine girdi. Yani kim nerde, ne yapıyor, ne için, onun sebebi nedir, böyle yapmaya hakkın var mıdır gibi soruların ortadan kalktığı herkesin deyim yerindeyse gücü eline geçirince kafasına göre takıldığı bir döneme girdi uzun zamandır.

Oldum olası bir padişahlık şeyi vardı da aşırı merkeziyetçi bir yönetim. Bütün yetkiler Ankara’da oturan bir padişahın elinde, her şey onun yönetiminde, her şey onun uygun gördüğü şekilde gerçekleşir. 4 metrekare fayans değiştirecek Genel Müdürden izin almak zorundadır şeklinde.

Onu oyna, bunu oynama, ona rol ver buna verme, o reji yapsın vs. vs Bütün bunlar zaten gelenekte biraz padişahlık şeyi olarak süregeldi. Ama şimdi padişahlık da bir kalibre ister, bir yetenek ister, bir liyakat gerektirir.

Eski padişahlar da kalmadığı için fetret devrine girdi. Herkes gelişigüzel davranma sorumsuzluğunu hak etmiş durumda. Herkes aklına geldiği şekilde rasyonelitesini sorgulamadan itiraz ediyor. Bilmem ben kuralsız bir dönem ve o kuralsızlıklar da tabi hem tabi yıkımcıların işine geliyor hem de bu durum yapıyı yıpratmak için biraz da kasıtlı olarak besleniyor, onay görüyor.

Yani bu kuralsızlığın içinden bir savaşla birisi galip çıkacak. O yüzden de kuralsız olarak bırakılıyor orası.

Evet. O savaşın sonucunda sanat kurumlarını yok etmeye kalkışan yıkımcılar galip çıkacaklar. Devlet niçin sanat yapacakmış gibi yine çok tartışılabilir, kuvvetli dayanakları olmayan bazı görüşler ki iktidarın bu görüşlere sahip olduğu açık belli. Buradan bir yaşam biçimi olarak sanatı ve sanat kurumlarını silme eğilimindeler. Burada fiziki olarak imkanlardan yoksun bırakmak, sahnelerin teker teker avucumuzdan uçup gitmesi, sanatçıları yıldırılıp emekliliğe doğru sürüklenmeleri, yeni kadro açılmaması, mevcut kadroların çalışmasına türlü türlü hiç yerinde olmayan denetimler, oynanacak piyeslerin Bakanlığa gönderilerek oradan görüş alınması…

MUHALİF OYUNCULAR SÜRÜLÜYOR MU?

Son dönemde bir dedikodu var; muhalif oyuncuların İstanbul dışındaki sahnelere sürüldüğüne dair.

Şöyle; öyle bir işleme yol açacak bir genelge çıkarmışlar. Daha doğrusu yönetim kurulundan bir karar çıkarmışlar. Bunun henüz uygulanmış olduğunu sanmıyorum. Henüz bir örneği yok.

Yani rotasyon mu var artık…

Hayır, bu kurallı bir şey değil. Buradan anlaşılması gereken şudur; hoşlanmadığına bulunduğu bölgede görev vermeyerek ‘öbür tarafta ihtiyaç var’ şeklinde bir görevlendirme yapma ihtimalini, şansını yönetime açan bir şey. Ama burada kural nedir, ölçü nedir, ölçek nedir hiçbir şekilde belli değil.

Dolayısıyla kötüye kullanıma açıktır. Muhalif görüşleri ve davranışları iteleyip kakalamak için “uygun bir yöntemdir” yönetimin elinde. Demokles’in Kılıcı gibi orada asılı durur. Aslına bakarsak, tamam bölgelerin dar sayıda sanatçıyla idare etmek zorunda kaldıkları, çok zorlandıkları bir realite. Fakat oraya yeni kadrolar atamayan yönetime ne diyeceğiz?

Niye Devlet Tiyatroları giderek kendini bitiren kurum olsun isteniyor? Nedir dert? Anladığım kadarıyla yeni kimse almayacaklar, emekliliği gelenleri mecburen emekli edecekler, kurumda oyuncu kalmayacak filan filan…

Evet.

Belki de 10 yıl sonra Devlet Tiyatroları diye bir kurum kalmayacak benim anladığım.

Evet. Bunu zaten şu sıralar biraz buzdolabına kaldırılmış gibi görünen TÜSAK tasarısıyla açıkça ifade etti bakanlık, iktidar. Başbakan’ın konuşmalarında buna benzer şeylere defalarca tanık olduk. Yani bu kurumların ilga edileceği, ortadan kaldırılacağı, o proje bütün bu alanları özel sektörün kar hırsına teslim etmeyi öngörüyordu. Niyetin hala devam ettiğini varsaymamamız için bir neden yok.

Genelden baktığımız zaman AKP iktidarının kültür ve sanat alanlarına toptan bir savaş açmış olduğunu görüyoruz. Her cephede; plastik sanatlarda, tiyatroda, müzik alanında, operasında, dansta, balede ve benzeri. Buralarda hem yasal cepheden, hem fiziki imkanlar bakımından hem de marifet iltifata tabidir derler ya iltifattan geçtim boyuna hakaretle karşılanmasından bunun bir top yekün bir savaş olduğunu görmek çok zor değil diye düşünüyorum.

TELEVİZYON KÖTÜ DEĞİL; YAPILANLAR KÖTÜ

Sizin durduğunuz yerden televizyon nasıl gözüküyor?

İki şey söylemem lazım orada. Bir; biz ikide bir dirseğimizi masaya koyup alnımızı kaşıyarak ‘toplum nasıl bu hale geldi’ diye hayıflanıyoruz ya, bu toplumun bu hale gelişi televizyonun, Dallas’ın köydeki tek odalı eve girmesiyle başlar.

Bu toplumun Ceyarlar’ın yaşadığı gibi bir hayatın varlığını bütün o dümenleri, bütün o ikiyüzlü ahlakı, bütün o küçük burjuvanın yükselme ihtiyacının doğurduğu iki yüzlü ahlakı diyeceğim yine Dallas’la tanıştı, oradan başladı.

Oradan herkes kendine göre bir şey kaptı. Devamının da popüler kültür alanında globalizm vesaire ile sinemalarımızın yok olup Amerikan usulü yarım düzine küçük sinema şekline dönüşmesi, film dağıtım sistemi ile böyle bir bir şeye doğru savruldu bu toplum. Bir ara globalizm globalleşme hevesi ve telaşı içinde kültür emperyalizmi denilen lafı unutur olduk.

Unuttuk, sözlükten çıkardık, artık yok öyle bir şey kalmadı. Kültür emperyalizmi neymiş, dünya artık global bir şeymiş. Ama kültürel sanatsal alanda bir globalleşme değil de teknolojik imrenme ve pop kültürün aşılanması insanların zihnini dünyasını kaplaması şeklinde sonuç verdi bu.

Oradan bakınca devlet tiyatroları devlet operası, devlet balesi, orkestralar, korolar direnme, benliğini bir nebze olsun koruyabilme noktaları yahut karakollarıydı.

Söyleşinin tamamını okumak için tıklayınız.

Paylaş.

Yanıtla