Engin Alkan: “Statükonun Devamına Kan Taşıyoruz”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

engin alkan[Yusuf Dündar’ın zorunlusahne.com’da yayınlanan Engin Alkan ile yaptığı söyeşinin bir kısmını paylaşıyoruz.]Türkiye tiyatrosunun son yıllarda yetiştirdiği en üretken ve yaratıcı simalardan birisidir Engin Alkan. Henüz konservatuvar birinci sınıf öğrencisiyken katılır İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları kadrosuna. Bir yandan birlikte sahneyi paylaştığı Suna Pekuysal, Münir Özkul, Zihni Göktay gibi usta isimlerin seyircilerle kurdukları benzer samimi ilişkiyi oturtmaya çalışır estetik algısına, öte yandan okullu olmanın beraberinde getirdiği teorik bakışını derinleştirir.

Ona göre Darülbedayi bugündür; ancak bu coğrafyada tiyatronun dünü de vardır. Yazılı kaynakların sunduğu kısır döngüye hapsolmadan yolculuklara çıkar geçmişe doğru ve İstanbul halkının kodlarında yatan teatral bir kanal açılıverir önünde. Öyle ki yolu, Bizans’ta Ermenilerin Epikür Şenlikleri’ne kadar uzanır. Edinimlerini oyunculuğuna, metinlerine, sahnelemelerine taşır hiç durmadan ve kültürel redd-i mirasçıların “halka inme çabası” olarak değerlendirdiği (!)  karakteristik üslûbunu böyle bulur. Kendisiyle Türkiye tiyatrosunun dününü, bugününü ve böyle giderse yarınını konuştuk.

Modern Türkiye tiyatrosunun yüz yılı aşkın serüvenini değerlendirecek olursanız… Bugün, başladığımız noktanın neresindeyiz?

O günden bu yana tiyatro yaygınlaşmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Batılı yaşam formunu, Batılılaşmanın önderliğini yapmak ve kendi seyircisini oluşturmak, Batılı yaşam formunu halkına empoze etmek gibi o misyonerlik görevinden artık uzaklaşmış, evrensel anlamdaki yerine oturmaya başlamıştır. Ödenekli tiyatrolarla devam eden süreç, bugün kendi çok çeşitli tiyatrolarını, alternatif sahnelerini ve bunların seyircilerini yaratmıştır.

Peki, Türkiye tiyatrosu kendi kimliğini yaratabilmiş midir?

Öncelikle şuna bakmak gerekir: Tanzimat’tan bu yana uyarlamalar, çeviriler yoluyla ithal ettiğimiz tiyatro düşüncesi bugün kendi tezlerini ortaya koyabilmiş midir? Çeviri kültürü geriye çekilmiş ve yerini özgün yapıtlara bırakabilmiş midir? Üretilen eserlerde bu coğrafyanın kültürel kodları gerektiği kadar var olmuş mudur? Bu noktada çok da ilerlediğimizi düşünmüyorum.

Sebebi nedir peki?

Bunların nedenleri ayrıca tartışılır ama asıl mesele, zannediyorum ki bu işi yapan insanların kendi içlerinde bir kültür rönesansı yapabilecek analizleri yapamamasından kaynaklanıyor. Kendi dertlerini kendi insanına, kendi hayatını anlatan eserlerin sayısı çoğalmak zorundadır. Aksi takdirde bu ülkede, bu coğrafyada yaşayan insanların hem dertleri hem estetik algıları hem de kendilerini ifade biçimleri eserlere yansımayacak diye düşünüyorum.

Tiyatro camiasında bu söylediklerinizi özümsemiş yerleşik ve bilinçli bir kültür var mı?

Ne tam var ne tam yok diyebiliriz; ülke gibi. Şuradan başlayalım: Bu ülkede Darülbedayi’den ya da Cumhuriyetten önce de tiyatro vardı. Ama Cumhuriyetin ulus kimliği her alanda olduğu gibi tiyatroda da geçmişle bağları kopardı tamamen. Bu redd-i mirasla birlikte, Osmanlı’dan hatta daha öncesinde Bizans’tan gelen kültürü yok sayıp her şeyi sil baştan inşa etmeye çalıştık. Bu da ister istemez bizi kendi determinik koşullarında gelişen bir tiyatro yerine batıdan ithal ettiğimiz kavramların içini doldurduğumuz bir tiyatroya sürükledi. Hâlbuki seyircisini oluşturmak, kuramcı, oyun yazarı, yeni üslûp denemeleri Türkiye tiyatrosunun yabancı olduğu kavramlar değil.

Reddedince bu alanların hepsine ilk defa girilmiş gibi oldu…

Evet. Meselâ Türkiye Epik Tiyatro ile ‘60’larda tanıştı. Biz bu kavramı ithal ettik ama kendi geleneksel tiyatromuzla bağlantıları noktasında hiçbir analize varamadık. Buradan, bize ve oynayış biçimimize çok yakın olan bu üslûba kendi kimliğimizi katıp bunu dünyaya transfer edemedik. Yani o kavram geldi, içi dolduruldu, sonra demode oldu, çekti gitti. Dramaturg, uzun yıllardır Türkiye tiyatrosunda var. Özellikle ödenekli tiyatrolarda dramaturji kurulları ve dramaturglar olması gereklidir. Ama bugün “Dramaturgdan nasıl bir verim alıyorsunuz?” sorusuna otuz-kırk yıldır dramaturgla çalışan yönetmenler bile cevap veremeyebilir.

Söyleşinin tamamı için lütfen tıklayınız.

Paylaş.

Yanıtla