Cüneyt Yalaz: BGST Birlikte Oluşturduğumuz Bir Gelenek

Pinterest LinkedIn Tumblr +

cüneyt yalaz[Dirensanat’tan Sabit Doğan’ın editörlerimizden Cüneyt Yalaz ile yaptığı söyleşinin bir bölümünü okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları (BÜO) daha sonraki yapılanmasıyla Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) tiyatroseverlerin yıllardır severek izledikleri oyunları, tiyatro konusunda teorik çalışmaları, araştırmaları, çalışma yöntemleri ile tiyatro dünyamızda önemli bir kanal oluşturan bir topluluk, bir gelenek… Son olarak sahneledikleri ‘Kim Var Orada – Muhsin Bey’in Son Hamlet’i’ yılın en çok dikkat çeken, konuşulan oyunlarından biri oldu, ödüllere değer bulundu. Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları’nda ve Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nda her alanda yıllar boyunca emek veren Cüneyt Yalaz ile topluluğun serüvenini değişim sürecini, çalışma yöntemlerini, kendisinin bu toplulukla birlikte yaşadıklarını, gelecek için projelerini konuştuk…

Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları çok uzun süredir var olan bir topluluk, ama bir durgunluk sonrası yeniden canlandı ve bugünlere ulaştı… Neler oldu?

Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları’nda 1980’den önce oluşmuş bir gelenek aslında vardı. Ama 1980 darbesiyle birlikte o gelenek kesintiye uğradı. Daha bireysel yapıların ön plana çıktığı görüldü. Zaman zaman canlı zaman zaman sönen git gelli bir süreç yaşandı. Biz eski geleneği de devralan ve ondan daha ileriye götüren bir gelenek oluşturmak istedik. 1988 yılında beş arkadaş; Sevilay Saral, Ömer Faruk Kurhan, Metin Göksel, Hakan Gürel ve ben burada daha farklı  yöntemleri ve araştırmayı merkeze alan bir oluşum yaratmalıyız diye düşündük. Tiyatroda çalışmasında eğitim ve araştırmaya ağırlık vermeyi amaçladık. Bunun için bir yapılanma oluşturduk. 1980’den sonra da BÜO’daiyi işler vardı ama bir kurumsallaşma yaratılamamıştı. O zamanlar Mehmet Acar gelmiş çok da güzel oyunlar oynanmış. Ancak oradan kurumsal bir yapı ya da mezuniyet sonrasında da çalışacak bir topluluk çıkamadı. Biz bu kurumsallaşma eksikliğini gördük. Yapılan işlere saygı duyuyorduk ama eksik buluyorduk. Bu çalışma kararımızdan bir yıl sonra Mimesis’in ilk sayısı çıktı.  Tiyatro camiasında birçok insan çeşitli konularda birçok şey söylüyordu. Grotowski hakkında, Brecht, Meyerhold, Stanislavski hakkında… Ama elimizde yeterli derecede kaynak metinler yoktu, doğru düzgün çeviriler yoktu. Biz o boşluğu gördük, bir yandan da İngilizce biliyorduk. O boşluğa yönelik olarak çalışmaya başladık. Yaptıklarımız aynı zamanda kendimizi eğitmeye yönelik bir çalışmaydı, sadece bir dergiye hazırlık yapma çalışması değildi, aynı zamanda kendimizi eğitiyorduk. Mimesis çalışmalarının hem bizim gelişmemizde hem de kamusal alanda tiyatronun gelişiminde bir yarar sağladığını düşünüyorum.

Boğaziçi Üniversitesi Oyuncularını ayrıcalıklı kılan da bu eğitim çalışmaları oldu. Eskiden nasıl bir süreçti bu çalışmalar, şimdi nasıl?

Bizden önce BÜO’da kısa bir eğitim döneminden sonra hemen oyuna geçilirdi. Biz o eğitim sürecini biraz daha uzun ele aldık. Zaman içinde farklı farklı oyunculuk tarzlarını tiyatroya yaklaşım tarzlarını ele aldık. Örneğin Stanislavski’yi, Brecht’i, başka tiyatro kuramcılarını okuduk. Hepsinden bir şeyler öğrendik.  Okuyarak, edinebildiğimiz videoları izleyerek kendimizi geliştirmeye çalıştık. O zamanlar şimdiki gibi internet yoktu, yabancı kültür merkezlerinden dokümanlar, videolar temin ettik, çevirilerini kendimiz yaptık. Oyunculuk teorisi anlamında Stanislavski’den çok etkilendik. Brecht’ten zaten hep etkilenmiştik.  Bizim  için Brecht oyunculuk anlamında değil ama tiyatroya bakış anlamında bir yol gösterici idi. Oralardan harmanlandı anlayışımız; kendi eğilimlerimiz de elbette çok etkiliydi. Bu eğitim sürecinde dans ile tiyatronun ilişkisi de çok etkili oldu. Dans etmek, sadece ses ile icra edilen bir oyunculukla kalmamak,  bedenin iyi kullanıldığı bir tiyatroyu ön plana çıkarmak.Bunlar dikkate alındığında, giderek genişleyen bir eğitim repertuarı oluştu. Süreç içinde bizden önce olmayan bizle birlikte başlayan yaz çalışması ortaya çıktı. Bizden  önce okul kapanınca herkes evine giderdi, biz yaz geldiğinde de okulda kalmaya başladık.  Tiyatro kampı gibi bir şey oluşturuyorduk. Bu da çok geliştirici oldu. Dışardan çok az  yardım aldık. Ama el verenler de oldu, örneğin Vecihi Hoca (Ofluoğlu) geldi bize mim öğretti. Dans öğreten bazı hocalarımız oldu. Onun dışında biz çok fazla dışarıdan destek almadık. Kendi kendi kendimize çalıştık.

Yazılı kaynakların yanı sıra okul dışından da az yardım aldığınızda kendi kendinize nasıl başardınız?

Açıkça şunu söylemek gerekiyor; çok denedik çok yanıldık. Çok uzun süre çalıştık. Bazen yanlış şeyler de yaptık. Şöyle bir faydası da oldu bunun; hem farklı şeyleri  deneme fırsatımız oldu hem de belli insanların etkisi veya baskısı olmadı. Belki Yıldız Kenter gelip bize bir ders verseydi hepimiz Yıldız Kenter gibi oyunculuğu benimsemiş olacak, onun gibi oynayacaktık. Ya da başka birisi olsaydı ona benzeyecektik. Kendi kendimize bize özgü bir şey bulmaya çalıştık.

Her zaman eleştiriye açık olduğunuzu, zaman zaman da özeleştiri yaptığınızı biliyorum? 

Kesinlikle öyle… Özellikle amatör tiyatrolarda pohpohlama çok vardır. Birisi çıkar bir şey yapar ve herkes “ooo çok iyiydiniz” der, tezahüratlar, alkışlar gırla gider.  Biz kendi içimizde, o anlayışla biraz zıtlaştığımız için olsa gerek, tam tersine  birbirini çok eleştiren özeleştiriye açık bir yapı kurmaya çalıştık. O oyunculuk biçimine çok yansıdı. Oyunculukta hem yapaylığa hem de seyirciye tepeden bakmaya izin vermeyen daha mütevazı ve kendini bilen bir oyunculuk modeli gelişti.  Özeleştiri sayesinde kendini bilen oyuncu modeli oluşmaya başladı. Bizde kimsenin ukala bir tavra, star havasına girmesine izin verilmez. Kimisi çok yeteneklidir. Gelir çalışır, biraz ukalalık yaptı mı eleştirilir, geri çekilir. Ben Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları’nda olmasaydım kaprisli, şımarık bir oyuncu olabilirdim belki. Biraz yeteneğim var madem, onun şımarıklığını yaşayabilirdim. BÜO ona izin vermez. Sen ne kadar yetenekli ve ne kadar iyi işler yaparsan yap mutlaka daha da geliştirilecek bir şey vardır. Bunu birilerine kendini pazarlamak veya kendini diğerlerinden üstün olarak göstermek için kullanmak durumunda değilsin. Bunu sen kendini seyircinin karşısında üstün kılmak için yapmıyorsun, seyirci için seyirci ile beraber bir şeyler üretmek, bir şeyler tartışmak için yapıyorsun.

 

Üniversite tiyatro topluluğunda yetişmiş olmanın ne gibi avantajları var… Sanırım bazı riskleri de barındırıyor: Yönetimin denetimi, salon sorunu gibi… Boğaziçi Üniversitesi’nin desteği nasıldı?

Boğaziçi Üniversitesi’nin zaman zaman desteği artar, zaman zaman azalır. Ülkenin konjonktürüyle, o dönem gelen yönetimin tavrıyla ve hatta sizin nasıl iletişim kurduğunuzla da ilgili bu. Biz işe başladığımızda salon kullanımı çok kısıtlıydı. Belli saatlerde çalışmak zorundaydık. Ama biz zamanla çalışma süremizi genişlettik ve salonun kullanım hakkı tamamen bize geçti bir dönem. Artık salonu biz açıp kapıyorduk, salon artık bize ait olmuştu. Rektörümüz artık salonu başka birileri talep ettiğinde, tiyatroculardan izin aldınız mı, diye soruyordu.  Sonradan o mevzi biraz kaybedildi, şimdi o kadar rahat değil. Ama bir dönem bizim mücadelemiz sonucu bunlar oldu. Bize ait bir çalışma alanımız vardı. Yazın okulda kalmak, yurtta kalmak zordu, biz kalmaya çalıştık. Yurtta kalma hakkını elde ettik. Bu tür şeyler yaparak üniversitenin olanaklarını iyi kullanma durumuna geldik. Üniversitenin Boğaziçi Üniversitesi olmasının hakkını vermek gerek. Diğer devlet üniversitelerine nazaran bu tür çalışmalara daha geniş ufuklu bakabilen, daha özgürlükçü bir üniversitedir Boğaziçi. Bu yönüyle de bugünkü iktidarla, hatta geçmişteki iktidarlarla da çatışma halinde olduğu söylenebilir. Aslında gerçek bir üniversite nasıl olması gerekiyorsa öyledir. Özgür düşünceye, ifade özgürlüğüne zemin sunan bir üniversite.

Sonuçta Boğaziçi Üniversitesi’nden bahsediyoruz. Çok yüksek puanlarla girdikleri okulda bazılarının hayalinde bir tiyatro vardır ama zorunluluklar onları başka bölümleri seçmeye zorlar. Buna rağmen tiyatroyu seçenler için bir risk değil mi? Sonuçta okul bitiyor ve iş hayatı başlıyor, tiyatro da geçmişte kalıyor… Bu kesintileri nasıl aşıyorsunuz? Mezunlarla ilişkileriniz nasıl yürüyor?

O sorun kuşaktan kuşağa değişiyor. Biz girdiğimiz bölümü hobi olarak okuyorduk, tiyatro bizim için bir meslekti. BÜO’dan mezun olduk aslında. Biz başlarken karar verdik: Okuduğumuz bölümlerle ilgili işler değil, ağırlıklı olarak tiyatro yapacağız diye karar verdik.  Ama şöyle bir yapıda kurmaya özen gösterdik.  Boğaziçi Gösteri Sanatları’na dönüşürken  bunun içinde hem kendi mesleklerinin yanı sıra tiyatro, dans veya başka bir sanat dalında çalışacak insanlar olacak hem de profesyonel olarak sadece tiyatro yapan, sanat yapan insanlar olacak diye düşündük.  Böyle bir ikili yapı kuralım istedik. Öyle yol aldık. Ama dikkat edilmesi gereken şeyler de var elbette. Hani “paranın ne önemi var” deniyor ya… Önemli olan tiyatro – sanat deyip bir cengaverlik yapmaya kalktığınızda ondan iki yıl üç yıl sonra o cengaverlik gidiyor ve tamamen sistemin kucağına gidiyorsunuz.  Sonrada her şeyi bırakıyorsunuz. Bunu da dikkate alarak hem kendi içinde dayanışma modelleri kurarak, işin risklerini, inişlerini çıkışlarını da görerek işi planlamak gerekiyor. Örneğin ben Şişli Terakki Lisesi’nde tiyatro dersleri veriyorum. Tabiki sonuçta  bir tercih yapıyorsunuz mesela ben ekonomiye ikinci girdim, sonuncu bitirdim.  Benim sınıf arkadaşım bir bankanın genel müdürü şimdi. Bu benim için bir pişmanlık değil elbette.  Öyle olsaydım daha mı mutlu olurdum. Hayır. Böyle daha mutluyum. Ama şuna da hep dikkat etmek gerekiyor: Bu insan yaşamını nasıl idame ettirecek. “Boş ver yaparsın bir şekilde” dememek lazım. Birbirimizin hayatını nasıl sürdürdüğü, nasıl ayakta kalması konusunda birbirimizi kollamamız gerekir. Biri açıkta mı kaldı, işsiz mi kaldı gibi… Dayanışma modelleri kurarsanız, birbirinizle olan bağlar da güçleniyor.

Sevgili Cüneyt, BÜO’dan BGST’ye geçiş nasıl oldu?

1990’ların ortasına geldiğimizde BÜO’da ve -ortak çalışmalar yaptığımız- BÜFK’te (Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü) sanat üreten insanlar yavaş yavaş mezun olmaya başladılar. Bir yandan da sanat yapmaya devam etmek istiyordu bu insanlar. Zaten öteden beri mezuniyet sonrası sanat yapma perspektifi vardı. Oluşan birikimin heba olmaması, dağılıp gitmemesi için BGST kuruldu. BGST dört ana branştan oluşuyordu: tiyatro, dans, müzik, toplumsal araştırmalar. Ayrıca ikili bir yapısının olmasına dikkat edildi: hem kendi mesleklerinin yaparken amatör olarak tiyatroyu devam ettirmek isteyen insanların oluşturduğu bir grup, hem de tüm zamanını sanat üretmekle geçiren “tam zamanlı” ya da profesyonel insanların olduğu grup. Bu iki grup zaman zaman beraber zaman zaman da kendi başlarına sanat üretmektedir. Bir de üniversitedeki kulüplerle bağımızı koparmamaya da özen gösteriyoruz. BGST’nin devamlılığı biraz da okuldaki kulüplerin devamlılığına bağlı aslında.

Şimdi nasıl çalışıyorsunuz?

Boğaziçi Gösteri Sanatları’nın yapısı farklı, biraz da tartışmalı bir süreç yaşıyor. Aşağı yukarı oyun üretme, oyun çıkarma  sürecinde biz  her zaman eğitim ve araştırma perspektifi olan oyunlar yapmaya çalışıyoruz. Sadece oyun anlamında değil, dans veya müzik alanında da… Sadece  bir prodüksiyon olarak değil. O prodüksiyonun altyapısını oluşturacak arka planını oluşturacak araştırmalara yönelik veya başka şeylere yönelik eğitimler. Böyle bir yapı kurmaya çalışıyoruz. Prodüksiyonun çıkması normal tiyatrolardan daha uzun sürüyor, son oyunumuzun çıkış süreci neredeyse bir yıl sürdü. Oyunu yazdığınız alana dair bir dizi araştırma yapıyorsunuz. Bu süreç her oyun için aynı şekilde gelişmiyor. Bazıları daha hızlı yazılıp oynanıyor, bazıları daha çok araştırma gerektiriyor.

Bu araştırma sürecinde sepetinize neleri koyuyorsunuz: Dile yönelik şeyler mi, anlatıma yönelik şeyler mi, konuya mı ilişkin, oyunculuk tarzına mı… Önceliğiniz hangisi?

İlk adımda birimiz bir tema, bir mesele, bir fikir, gündemdeki bir tartışmayı ortaya atıyor. Örneğin daha önceki oyunumuz ‘Karşılaşmalar’da dedik ki; Kemalizm’in zayıflamasını İslami kesimin güçlenmesini anlatan bir oyun yapalım. Sermayenin bir anlamda el değiştirmesini anlatan yani Türkiye’nin son on yılını anlatan bir oyun olsun… İlk çıkış noktası oydu. Hikâyeyi kurarken okumalara başladık. Son on yılda ne olmuş. Dönemin dergilerini kitapları okuyorsun, bir araştırma süreci başlıyor. Çok farklı kaynaklar okunuyor. İşçi hareketinde ne değişmiş araştırılıyor. Hikâyeler oluşmaya başlıyor. İslami harekette şöyle bir şey olmuş, o zaman bunu anlatan bir hikâye ortaya koyalım, diyorsunuz. Her zaman öyle olmuyor ama. İllaki önce araştırma yapılacak ve sonra hikâye çıkacak diye bir şey yok.  Bazen, aklımda şu hikâye var, diyorsun. Mesela yine ‘Karşılaşmalar’da benim aklıma şöyle bir fikir geldi: Bir cumhuriyet aydını olarak yetişmiş biri olsun, kendisinin bilmediği 3-5 kardeşi olsun, toplumun farklı kesimlerini temsil etsinler… Bunu ortaya attıktan sonra araştırmalar yapılmaya başlandı. Hikâye kurulurken o araştırmaların etkisi olmaya başladı. Bazen anlattığımız hikâyeye dönük bir eğitim araştırma oluyor. Bazen de dile yönelik oluyor. Her zaman konu üzerinde araştırma yapmak şart değil. O biraz anlattığın mesele ile ilgili oluyor.

Farklı sayıda oyuncularla oyun çıkarıyorsunuz. ‘Karşılaşmalar’ kalabalıktı, sonra ‘Ben Küçükken Babamla Oynardım’ geldi, sonra üç kişilik ‘Muhsin Bey’in Son Hamlet’i’… Kaç kişisiniz?

Şu anda BGST’li olan insan sayısı 100’den fazla. Ama bunların ancak 30 kadarı aktiftir. Ama diyelim bir proje yapıyorsunuz hiç tiyatro ile uğraşmayan biri çeviri işini üstlenebilir, uzun süredir aktif olmamış biri başka bir katkı sunabilir. Sürece ve insanların ilgisine bağlı.

Oyunculuğa ara verince bir körelme ortaya çıkmıyor mu?

 

Olabilir tabi. Çalışmaya başlayınca halloluyor ama. Üniversite yıllarında çok beraber çalıştığımız için hemen birbirimizi anlıyoruz. Yıllarca sahneye çıkmasanız bile çok kısa sürede adapte olabiliyorsunuz. Çünkü birbirimizin dilini tanıyoruz.

BGST’yi nasıl tanımlıyorsunuz? Kendinizi bir alternatif bir tiyatro olarak tanımlıyor musunuz? Bu alternatif tiyatro tanımı hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Alternatif tiyatro” derken ne kastettiğinize bağlı. Bu  tanımı ilk kullanan gruplardan birisi de bizdik. İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu’nu çok yıllar önce kurduk.  Bir platform kurmuştuk ve alternatif terimini çok kullanıyorduk.  Alternatiften anladığımız var olan hem kültür hegemonyasına hem de siyasi hegemonyaya dair bir karşı duruş sergileyip ona muhalif olarak bir faaliyet gösteren topluluğu anlıyoruz.  Hem anlatım dili hem üretim yöntemleri, hem de siyasi duruşu ile bir muhalif  duruşu olması gerekiyor. Şu anda alternatif terimi  ne derece doğru ve yerinde kullanılıyor, kastedilen şey bu mu?  Onu bilemem ama biz kendimizi alternatif ya da  avangart olarak tanımlamıyoruz, ama hep avangart olma niyetimiz var. Sonuçta “ben avangardım” diye de ortaya çıkılamaz. O durum yaşanılır.

 

O zaman bir kavram karmaşası var.

Aslına bakarsak alternatif olma iddiasındaki bir topluluğun  çok daha güçlü kanallar oluşturması gerekiyor. Yıllar önce bunlar bir toplantıda tartışılmıştı. Herkeste biraz “ver gazı” durumu vardı. “Tiyatroda yeni soluklar”, “geleceğin yönetmenleri” gibi konular ortaya atılmış, çok de ümitlenmiştik. O  toplantılarda da ifade ettim: Topluluklar bazen güzel bazen kötü oyunlar çıkarıyorlar ama ulaştıkları kitle son derece sınırlı. Kendi kendimizi seyrediyoruz. Bu tarz bir tiyatro bence alternatif olamaz. Alternatif olabilmesi için bu tiyatroların turne yapması gerekiyor. Anadolu’ya, civardaki ilçelere gitmesi, yaptığı ürünü halkla buluşturması gerekiyor. Bunun biçimleri bulunabilir. Yaptıklarını aynı zamanda test etmeleri gerekir. Yani; ben bir şey yaptım halktan nasıl bir karşılık bulacak. Bu çok önemli. İllaki halkın sevdiği bir şey yapılsın anlamında söylemiyorum. Ama orda bir test et,  bir yüzleş. Sen bir şey çıkarıyorsun arkadaşların ya da senin gibi dünyaya bakan çok kısıtlı bir çevre geliyor seyretmeye. Ne güzel ne güzel deyip gidiyorsun. Yüzbinlerce, milyonlarca insan her gün televizyonlarının başına oturup abuk subuk şeyler seyrediyor. Bunları geri kazanmak, yeniden onlarla bir diyalog kurmak zorundasın. Alternatif olma iddiasındaysan  bunu yapmak durumundasın buna uygun kanallar bulmalısın. Bunu yapmak zor aslında. Önünde en başta devlet engeli var, sistem engeli var. Eskisi kadar örgütlü bir sivil toplum yok, sendika yok…Halka gitmek zorundasın, başka çaren yok. Mardin’e, Diyarbakır’a, Zonguldak’a gideceksin. Yeri geldi mi sokakta bile oynayacaksın. Farklı ortamlara, farklı bölgelere ne şekilde olursa olsun gideceksin. Bu emeği göstermen gerekiyor. Yoksa 20 kişiye gösteri yapmakla alternatif olunmuyor. Çok çok iyi işlerde yapsanız bence yeterli değil. Burayı aşmak lazım öncelikli olarak.Sistem zaten bizim böyle daracık bir alana hapsolmamızı istiyor. Bizim bununla mücadele etmemiz lazım.

BGST’nin bugünkü halinden memnun musunuz?

BGST çok güçlü bir yola çıkış yaptı. Yani Kardeş Türküler olsun; bizim ‘Fırtına’, ‘Galip Sokaklara Talip’ gibi oyunlarımız olsun; üniversite ile bağını koparmayan bir yapılanma anlamında olsun; politik olarak gerçekten alternatif olan mevzuyu yine dil olarak alternatif bir şekilde anlatma meselesini ele alma noktasında olsun buralarda çok ciddi bir çıkış yaptık bence. Gören gördü gerçi ama, çok değer görmedi, çok dikkate alınmadı maalesef o zaman. 2000’li yıllara geldiğimizde BGST biraz yerinde saymaya başladı açıkçası. Ne oldu; o mevzii korumaya çalıştı. Bir adım daha yukarıya götürüp bir adım daha öne taşıyayım durumu olmadı. Aslında en baştan beri niyetimiz bir okullaşma çalışması idi. Yani hem ürün veren hem de eğitim mekanizmasını kuran hatta bunu mümkünse Boğaziçi Üniversitesi çatısı altında yapmaya  çalışan bir yapı kurmaktı. Bu konuda çok fazla ileri gidebildiğimizi söyleyemem. Seneler içinde bu okullaşma perspektifi hep var.  Ama bildiğimiz o kurumsallaşmış okul henüz olamadık. İçinde yaşadığımız koşullarda var olduğun durumu korumak bile çok önemli bir mesele. Bir  adım ileriye götüremiyoruz ama bir anlamda olduğumuz yeri koruyoruz. Onun için olduğumuz yerden çok memnun değiliz ama bu koşullarda bu bile bir şeydir.

Gelecek için ne gibi planlarınız var?

Tam projeleri konuştuğumuz bir dönemdeyiz ama şimdilik bir şey söyleyebilmem için erken.

Yazarken neleri göz önünde bulunduruyorsunuz ya da metni neye göre seçiyorsunuz? En son ‘Karşılaşmalar’ ile ‘Muhsin Bey’in Son Hamlet’inde metin topluluğun ortak üretimiydi.

Gelen önerilere de bakıyoruz. Kabul gören, iyi işlenmiş biraz daha gelişmiş bir fikir üzerinde tartışıyoruz.  Kendi yazdığımız metinlerde oyunun üretim biçimi şöyledir: Ağırlıklı olarak önerilerle ilerlenir. Ama her zaman sahnede yeniden yazılır. Ben bir sahne taslağı yazarım. Üçümüz bir araya gelir, şurası işliyor burası işlemiyor, diye üzerinde çalışırız. Buraya şöyle bir espri ekleyelim deriz, burası sarkıyor kısaltalım deriz, vs. böylece oyun gelişir.

 

BGST diğer tiyatrolara nazaran daha göz önünde, oyunları daha çok tartışılır… Bu size nasıl yansıyor, daha bir sorumluluk mu yüklüyor ya da bunlardan etkileniyor musunuz?

Aslında bizi pek görmüyorlar gibi geliyordu. Bu gelişmeler son bir iki yılda oldu. Genç kuşağın bizi daha çok tanıyor olması ile alakalı bence.

 

Dışarıya açılmanın getirdiği bir şey olabilir mi. Eskiden Boğaziçi Üniversitesiyle çok yakın salonlarda oynuyordunuz. Son birkaç yıldır başka sahnelerde de oynuyorsunuz.

O da olabilir. 2000’lerin başında tek kişilik ‘Yeni Bir Hayat İçin’, arkasından ‘Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın’ gibi oyunlar sahneledik. O oyunlar  çok dolaştı. ‘Yeni Bir Hayat İçin’ 200 defa oynadı. Avrupa’ya gitti. Diğerleri de çok oynandı ama bu oyunlar kadar tartışılıp ilgi görmedi. Son dönemde ‘Karşılaşmalar’ ve ‘Muhsin Bey’in Son Hamlet’i’ ile yeniden bir ilgi odağı oldu BGST. Bu şu açıdan da önemli: Biz aslında bir anlamda politik tiyatro yapıyoruz. Bu alanda ciddi boşluk var Türkiye’de. Herkes bunların söylendiği oyunlar olsun istiyor aslında. Bir yandan bizim bu son oyunda tarihi bir şey anlatıyormuş gibi duruyor ama  bugüne dair bir sürü şey söyleyen politik söylemi de var. Bu anlamda ‘Karşılaşmalar’dan daha etkili oldu. Biraz böyle metinler böyle oyunlar bekliyor tiyatro seyircisi.  Sanırım onun da etkisi var. Bir boşluğu dolduruyoruz.

Yeni sezonda ‘Muhsin Bey’in Son Hamlet’i’ devam edecek mi?

Evet, bu oyunu 3-4 sezon oynamayı düşünüyoruz. Moda Sahnesi’nde de oynayacağız. Mümkün olduğunca dolaştırmaya çalışıyoruz oyunu. Seneye bir çok şehre gitmeyi düşünüyoruz. Bu sene Ankara, Diyarbakır, Van, Batman, Bursa’ya gittik. Seneye daha çok  şehre gideceğiz.

Devamı için tıklayınız.

Dirensanat

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.