‘Sanat Kaygısı Taşımayanlar Jurnalcilik Yapıyor’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

sanat-kaygisi-tasimayanlar-jurnalcilik-yapiyor-147446-5[Birgün gazetesinden Burak Abatay’ın Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği Başkanı ve Devlet Tiyatroları eski Genel Müdürü Mehmet Ege ile yaptığı  söyleşiyi paylaşıyoruz.]

Geçen günlerde Hırvatistan’da Unesco’nun katkılarıyla düzenlenen tiyatro festivalinde yaşananlar, Festival ve ITI Hırvatistan Başkanı Zelijka Turcinoviç’in şikayet mektubuyla kamuoyuna yansıdı. Mektupta Devlet Tiyatroları Müdür Vekili Necat Birecik ile İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdür Vekili Zafer Kayaokay’ın dil bilmedikleri gerekçesiyle rehber talep ettikleri ve tiyatro – seminer gibi festivalin ana etkinliklerine katılmadıkları, turistik seyahatte bulundukları yazıyordu. Mektubu ise medyaya sızdıran ismin ITI Başkanı Refik Erduran olduğu konuşuldu daha sonra. Hemen ardından da Refik Erduran’ın Devlet Tiyatrosu’nda ve İstanbul Şehir Tiyatro’sundaki kimi sanatçıları Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’ya şikayet ettiği mektup dolaşıma girdi. Dahası bu mektubu Refik Erduran da onayladı.

Refik Erduran’la Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü arasında karşılıklı salvo atışı yaşanırken işin aslı sizce nedir? Kimin elleri temiz bu durumda?

Sorunuzun birinci bölümünü yanıtı, ortak çıkarlarının şimdilik bittiğini gösteriyor. Neydi bu ortak çıkar?

Biri: Devlet Tiyatrosuna Genel Müdür olmak istiyordu…

Diğeri: Yazdığı oyunların repertuvara alınıp çok koltuklu salonlarda oynatılıp % 40 telif hakkı üzerinden köşe dönmek…

Biri: Bilgi Üniversitesinde ardından TÜRKSOY’da yapılan toplantılarda, TÜSAK tuzağının kamuoyu önüne çıkarılışında, Kültür ve Turizm Bakanlığının Sanat Kurumlarından Sorumlu Müsteşar Yardımcısının en büyük destekçisi olarak arz-ı endam etmişti…
Diğeri: Bu iktidar döneminde Devlet Tiyatroları Edebi Kurul Başkanlığı, dolayısıyla Devlet Tiyatroları Sanat Yönetim Kurulu Üyeliği yapmıştı…Genel Müdür olmak isteyen kişi, geçici görevle, gizlice, İstanbul Devlet Tiyatrosu bünyesine sızmıştı… Edebi Kurul Başkanlığı yapmış kişi aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı yüksek bürokratları arasında sözü dinlenen, konunun uzmanı, hatta duayen sayılıyordu…Genel Müdür olmak isteyen düşündü: “Ben bu duayenin desteğini sağlarsam, hayallediğim Genel Müdürlük koltuğuna otururum. O halde?” Sorunun yanıtını o duayen Kültür ve Turizm Bakanına yazdığı açık mektupta yanıtlıyor: …söz konusu zat bir yardımcısıyla birlikte ziyaretime geldi… Dil dökmelerini kesmek olası değildi. Tam üç buçuk saat sürdü. Dertleri ITI-UNESCO merkezinin desteğini sağlamaktı. (Söz konusu duayen aynı zamanda ITT’nin yıllardır Türkiye’deki en yetkin adamı) Merkez adına tek başıma konuşma yetkim olmadığını söyleyerek hiçbir vaatte bulunmadım. Yalnız DT’de nelerin aksadığına, düzelmeleri için neler yapılması gerektiğine ilişkin düşüncelerimi söyledim… İki hafta sonra tekrar geldiler. Bu sefer pohpohlar iki saat sürdü. Benim söylediklerim üstünde düşünmüşler, hepsinin yüzde yüz doğru olduğuna karar vermişlerdi. Hayırlı atama çıkar çıkmaz uygulanmalarına başlanacaktı. Hayırlı atama çıktı, aylar geçti, hiçbir uygulama başlamadı. (Yani Sayın duayenin hiçbir oyunu repertuvara alınmadı. Ama duayen kaç feleğin çemberinden geçmişti. Kolay kolay vazgeçmezdi. Bu kez ITT kartını oynadı.) 2014 yılının Kasım ayında Ermenistan başkentinde yapılan ITI-UNESCO Dünya Kongresi’ne kendini davet edip delege gibi katıldı. Döndük geldik, yine aylar geçti. (Yani duayenin oyunları yine oynatılmadı)

Sonuç: Yetmez gibi Genel Müdür olanın İzmir de topladığı “Sehven Koordinasyon ”da yaklaşık 15 kişinin önünde yaptığı açıklama: “Refik’i ben görevden aldırdım. (Bakanlıkça atanılan Edebi Kurul Üyeliğinden) Ömer Çelik zamanında olacaktı bir aksilik yüzünden olmadı.” Ya duayenin intikamı? Sizin söyleşiye girerken yaptığınız açıklamada yer alan tezgâh. Şimdi sorunuzun ikinci bölümüne gelelim. Hangisinin ellerinin temiz olduğuna. Benim önerim ikisine de yarımşar kilo arap sabunu gönderin. Ama sonunda Lady Macbeth’in ünlü tiradı yankılanabilir kulaklarınızda: “Çık elimden korkunç leke çık diyorum sana!”

Bir de Devlet Tiyatroları ve İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda deyim yerindeyse jurnallenen sanatçılar var. Son zamanlarda kurumlarda çalışan kimi sanatçıların da bazı medya kuruluşları tarafından hedefe oturtulduğunu görüyoruz. Bu sanatçıların yaşananlara nasıl yaklaşıyorlar?

Ne yazık ki ülkede giderek yaygınlaşan “üç maymun” oyunu, sanatçılar arasında da yaygınlaşıyor. Elbette ki bunda, özellikle Gezi’den sonra baskı ve cezalandırmalarını giderek arttıran otoritenin tavrı çok etkin. Biz başlangıçtan beri, gerek İstanbul Şehir Tiyatroları’nda, gerek özel tiyatrolarda, gerekse Devlet Tiyatrolarında yasaların net olarak suç oluşturduğu durumlar dışındaki tüm suçlama, jurnalleme, yaratılan algı operasyonları ile hedefe oturtma girişimlerine sesimizi duyurabildiğimizce karşı çıktık. Yasalara aykırı suç işledikleri iddia olunanlar hakkında, iddia ispatlanana kadar masumiyet karinesinin uygulanması gerektiğini savunduk. Tiyatroculara yönelik bu tür davranışların son günlerde sistemli bir biçimde arttığını görüyoruz. Bu artışta büyük ölçüde Cumhurbaşkanının Başbakanlığı döneminde, sanatçılar, özellikle de tiyatro sanatçıları için sürdürdüğü haksız eleştiri kampanyasının yönlendirmesi var. Ayrıca Devlet Tiyatroları içinde son dönemde özellikle Bakanlık kaynaklı disiplin soruşturmaları açma girişimleri artarak sürüyor. Biz dernek olarak bu girişimlerin 5441 sayılı yasaya aykırı olduğunu hemen tüm açıklarımızda konu ediyoruz. Nitekim yine İzmir’deki, fiili durum yaratarak katıldığımız “Sehven Koordinasyon” da bu durumu gündeme getirerek yanlışlığını bir kez daha vurguladık.

Devlet Tiyatroları kendi sanatıyla anılması gereken bir kurumken neden entrikalarla gündeme geliyor?

Devlet Tiyatrosu değil ülkemizde tüm entelektüel kurumlarda yaygınlaşan bir hastalık bu. Bireylerin kolay yoldan ön alma isteklerinin sonucu. Aklı işine ve sanatına yeterince ermeyenlerin, gerekli liyakate sahip olmayanların, arkadan dolaşarak yükselme yolu. Bu iş için zekâ, yetenek, çalışma, sabır yerine kurnazlık ve torpil yetiyor. Bir anlamda “Çarıklık Erkan-ı Harp”lik. Ve ne yazık ki bu davranışları eleştirenlerin bazıları da zaman zaman aynı davranışları sergilediler. Bence bu davranışları azaltmanın yolu, suç ve hakaret oluşturmadıkları sürece temcit pilavı gibi sürekli gündeme getirmemektir. Sürekli geçmişteki kötü örnekleri sıralayarak, günün yanlışlarına mazeret yaratmamalıyız.

Siz, TÜRKSOY’un ev sahipliği yaptığı ve ödenekli sanat kurumlarının geleceğinin tartışıldığı ve TÜSAK’ın konuşulduğu toplantıya da katılmıştınız. Neler oldu bu toplantıda? Kim ne konuştu?

Bizim TÜRKSOY Meydan Muharebesi adını verdiğimiz bu toplantı bildiğiniz gibi 3 Mart 2014 tarihinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Ankara Oran semtinde bulunan TÜRKSOY binasında bir toplantı düzenlenmişti. Toplantıya, ölçütleri bizlerce belli olmaksızın Bakanlıkça belirlenen bir listeye göre STK, şirket, kurum temsilcileri, kimi akademisyenler ve bağlantısız şahıslardan oluşan 55 civarında katılımcı davet edilmişti. Bu davet ilgili tarihten yaklaşık 3 gün önce yapılırken, her temsilci örgütten (başkan düzeyinde) sadece 1 kişi kabul edileceği, geleceğine dair yanıt vermeyenlerin davetli olsalar dahi kabul edilmeyecekleri gibi amacı iyi niyete yorulamayacak şartlar ve resmi olarak ilk defa TÜSAK yasa tasarısı taslağı da eklenmişti. Ayrıca çağrılı listesinde olmayan, ama en az oraya çağrılanlar kadar, orada olma hakkına sahip kişi ve STK’lar, yaptıkları başvurulara karşın, toplantıya alınmamışlardı. Çağrı da muğlak ifadelerle, toplantıda taslağa dair görüşlerin alınacağı söylenmiş, daha önce gerçekleştirilen Bilgi Üniversitesi’ndeki toplantıdan bu yana Bakanlık yetkilileri tarafından yaratılan algı karmaşası artırılarak, yapılacak olanın bir çalıştay mı, bilgilendirme toplantısı mı olduğu konusu bile açıklığa kavuşturulmamıştı. Çağrı üzerine, TÜSAK sürecinin başından beri Türkiye Sanatçı Hareketi adı altında ilişki ve güç birliği içinde bulunduğumuz 30 civarında örgütle yeniden bir araya gelerek durum değerlendirmesi yaptık. Sonuç olarak; TÜSAK denen tuzağın, ya da sanat kurumlarını yok etmeyi öngören başka herhangi bir girişimin bizler için yok hükmünde olduğundan, içeriğini asla tartışmayacağımız konusunda, bir tek maddesi hakkında dahi fikir belirtmenin onu meşrulaştırmak olacağında, bu nedenle TÜSAK geri çekilmeden Bakanlıkla herhangi bir çalışma yapılamaması gerektiği konusunda fikir birliğine vardık. Genel görüşlere göre; toplantıya hiç katılmamak tepki verilebilecek bir olanağı kullanmamak görüşlerimizi Bakanlık ve onların çağırdığı diğer çağrılılara aktaramamak olacaktı. Bakanlık yetkilileri ve muhtemel paydaşlarına “Biz davet ettik, fikirlerini sorduk gelmediler. Gelenlerle pek verimli çalıştık. Bu taslağın mükemmel olduğuna karar verdik” deme fırsatı tanınacaktı. Varılan karara göre toplantıya girilecek, tasarının bizim açımızdan yok hükmünde olduğu, iyi niyetli olmadığı yüzlerine karşı söylenecek, taslağın bütününe olan itirazımız ödünsüzce her girişimde mutlaka ifade edilecekti. O gün Ankara’da olabilecek bütün meslektaşlarımız da demokratik tepkimizi göstermek üzere toplantının yapılacağı salonun önüne çağırılacaktı.

Öyle de oldu. Devlet Tiyatrosu, Devlet Opera ve Balesi, Senfoni Orkestraları ve Güzel sanatlar Genel Müdürlüğü Sanatçı, teknik ve diğer çalışanlarının oluşturduğu yüzlerce kişi, 03.03.2014 Pazartesi günü saat 09.30’da ellerimizde pankartlarımız, dövizlerimiz, filamanlarımızla, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında TÜRKSOY binası önünde toplandık. Toplantı saatine kadar bina önünde önce sloganlar eşliğinde protestomuzu yaptık. Daha sonra toplantıya katılama kararına uygun olarak örgüt temsilcilerimiz, neredeyse polis aramasından geçirilip binaya girdiler. Sayın Müsteşar Yardımcısının toplantıyı açış konuşmasından sonra, usul hakkında söz alan temsilcilerimiz görüşlerimizi açık ve net biçimde belirttiler. Özellikle kurumlarımızın kapatılmasına karşı duyduğumuz tepkiyi dile getirerek, bu yasa girişiminin yok hükmünde olduğunu, hemen geri çekilmesi gerektiğini ifade ettiler. Toplantıyı düzenleyen, yöneten, çağrıyı yapan, tasarıyı hazırlamış olan Müsteşar Yardımcısı kendi gönderdikleri taslaklarda açık açık Genel Müdürlükler ilga edilecek” yazdığı halde gözlerimizin içine bakarak “hayır canım, ne kapanması? Yok öyle bir şey” diyerek ya kendi yazdığından habersiz olduğunu ortaya koyuyor, ya da bizim akıllarımıza hakaret ediyordu. Bu arada yıllardır mesleğimizden ekmek yiyen kerameti ve oradaki varlığı meçhul kimileri her söz aldığımızda bağırıp çağırarak, hakaretler ederek muhtemelen TÜSAK yasasında yer alan, müstakbel 11 sandalyeden birini güvenceye almaya çabalıyordu.

Toplantının sabah oturumu bitmeden, gelinen nokta bizi içerik tartışmasına çekme çabalarına dönüşünce, aşağıdaki açıklamayı okuyarak 27 örgüt toplantıyı terk ettik. O sırada tanık olduğumuz ve daha sonra haber aldığımız kadarıyla geri kalan katılımcıların pek çoğu da kurumların kapatılmasının kabul edilemeyeceğini söyleyerek yasa tasarısı taslağını epeyce eleştirmiştir.

Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatroları’nın kapatılmasını öngören TÜSAK yasa taslağını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhuriyet’in kuruluşunda “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirmek isteyenler, 1924 yılından başlayarak kurdukları aydınlanmacı sanat kurumlarının özgürce sanat yaratmaları için yasalar hazırladılar. Oysa bugün, hayali kurulan karanlık düzeni var edebilmek adına, o aydınlanmacı sanat kurumlarını yok etmek için, TÜSAK denilen TUZAĞI kuruyorlar. Bugünkü Bakanlık yetkililerinin, “bizim dediğimiz olacak” dayatmaları ile kurumları yok eden bir yasa çıkartılamaz. Hele, torba yasaya koydukları bir madde ile koskoca bir Bakanlığın tüm idareci kadrolarını bir gecede devre dışı bırakan; sabahın ilk ışıklarıyla kafa göz patlatarak yasa çıkartıp, yargıyı doğrudan yürütmenin etkisine açan TBMM’nin parmak kaldırma demokrasisi ile Türkiye’nin tüm sanat dünyası için yasa yapılamaz. Sanat için her türlü düzenleme, ancak sanatçılar ve de onların uygun görecekleri yetkin kişiler tarafından yapılır. Sanatın özgürce ve süreklilik içinde, kendi koşul ve kurallarına uygun olarak üretimini sağlayacak ortamı yaratmak ve bu ortamı yaratmak için de gerekli ödeneği vermek, sosyal devletin temel görevlerinden biridir. Sanatın içeriği ve biçimi siyasal iktidarların günlük politikalarının konusu değildir, olamaz. Sanat ve kültür alanlarına destek; yandaş beslemeye yarayan bir yemliğe veya ihale ve rant sürecine dönüştürülemez. Tüm sanat kurumlarımızın değişmez özerklik koşulu, Anayasamızda açık biçimde güvence altına alınmıştır. Sanatı özgürleştirmek aldatmacası ile tüm sanat kurumlarını ve sanat ortamını, hükümetin sanatı, hükümetin memuru haline getiren “TÜSAK Yasa Tasarı Taslağı” tuzağı, derhal geri çekilmeli!

Birgün

Paylaş.

Yanıtla