Benimle Oynar mısınız? – ImpulsTanz’tan Yansımalar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Dilek Üstünalan

impulstanz afişGeçtiğimiz ay Viyana’da ImPulsTanz Uluslararası Dans Festivaline katıldım. Öyle bir zamana denk geldi ki bu festival, kendi içindeki anlamların ötesinde; geri döndüğümde gündelik hayatıma, benliğime etkiyen çok şey bıraktı bende. Bu hislerin birazını olsun sizlerle paylaşmak istiyorum. Paylaşacak birilerini buldukça iyileşeceğimi hissediyorum.

ImPulsTanz, dünyanın en büyük dans festivallerinden biri. Yaklaşık bir ay boyunca çağdaş dans atölyeleri, seminerleri, gösterileri, vb. çok çeşitli etkinlikler düzenleniyor festival dahilinde. Dünyanın çok farklı yerlerinden gelen yüzlerce dansçının tanışma, birlikte araştırma, öğrenme, paylaşma fırsatı bulabildiği çok güzel bir ortam sağlıyor katılımcılarına. Afrika danslarından baleye, modern dans tekniklerinden hip-hop’a, yogadan somatik çalışmalara, doğaçlama dans çalışmalarından hint danslarına, beden perküsyonundan pole dansa… çok çeşitli bir yelpazede çağdaş dans dünyasıyla tanışmak; birbirinden yaratıcı ve nitelikli eğitmenlerin atölyelerine katılarak ilgi alanında derinleşmek mümkün bu festivalde. Ben de böylesi bir festivale katılmak için hevesle hazırlanmıştım öncesinde. Gel gör ki, darbe girişiminin hemen ardından yollara düşünce nereye gittiğimi unutur gibi oldum. O yüzden gidişimden biraz önceye dönüp ne yaşadığımı anlatmak istiyorum.

Darbe akşamı sonik patlamalarla sarsılan evimde yalnız, bir köşeye büzüşmüş beklerken, penceremin önünden geçen ateş toplarına anlam vermeye çalışırken, ilk defa bir kara deliğin içine çekildiğimi hissettim. Daha önce de bunun sonrası olmayabilir dediğim, ölmek üzere olabileceğimi hissettiğim anlar olmuştu. Her hücrem biber gazıyla ve peşimden koşan, vahşice saldıran polislerin varlığıyla dolmuştu. Ama o anların çoğunda yanımda birlikte hayal kurduğum, o hayal için mücadele ettiğim insanların varlığını hissetmek, küçücük bir umut ışığının içinden de olsa el ele olduğum insanlarla geçebileceğimi düşünmek mümkündü. Bu yüzden kendime, bu an geçip gidecek ve güzel günler göreceğiz, diyebilmiştim belki. Ama bu kez; dışarıdaki silah, bağırış, göz dağı verme, sela sesleri birbirine karışırken tutunacak hiçbir şey bulamadığımı, kaybolduğumu hissettim ilk defa. Yarın olmadığını, şans eseri sabaha çıksam bile o sabahın içinde yerim olmayacağını hissettim. Bir daha sokağa çıkamayacağımdan korktum. O sokaktaki insanların dipsiz nefretinden korktum.

Tesadüfe bak ki o sabah evimden çıktım ve ülkeden ayrıldım. Gidişi dönüşü belli, önceden planlı bir yolculuğa çıktığım halde, artık bana yer olmayan bu şehirden uzaklaşma çabasını hissettim iliklerimde. Ne yapacağımı bilememeyi, sevdiklerimi görmek isterken yalnızca “gidiyor” olduğumu… Elli sene önce ailemin kendi topraklarından, eski Yugoslavya’dan buraya kaçarken ne hissettiğini anlamaya ilk kez bu kadar yaklaştım.

Sonra festival kucakladı beni, “biz” kucakladı. Uzaklardaki arkadaşlarımdan gelen mesajlar kadar orada kavuşabildiğim dostlar kucakladı. Sıcacık bakışlar, dokunuşlar, içtenlikler, danslar kucakladı. Sarmalayan, güçlendiren barış meditasyonları kucakladı. Bulanık, karanlık, kaybolmuş içim büyüklü küçüklü patlamalar yaşadı, yaşadıkça açıldı, berraklaştı. Umut geri geldi.

Derslerimin başladığı gün, stüdyoya erkenden gidip önce oraya varma ihtiyacı içindeydim. Uzun süre ısınmaya bile başlayamadan, sadece yeri hissetmeye odaklandım ve kocaman stüdyonun kocaman pencerelerinden göğe baktım. Başlarken, güne dair tek bir beklentim vardı: güvende hissetmek. O stüdyolar, içlerinde gelişen ilişkiler, hareket üzerinden kurulan kucaklayıcı dil; içinde bulunduğum yere ve zamana gelmemi, içinde güvende hissetmemi sağladı. Yavaş yavaş açıldık hepimiz, Türkiye’den gelen diğer arkadaşlarımla da konuşmaya, paylaşmaya başladık.

Bu seneki ImPulzTanz’ın odaklarından biri kontak doğaçlamaydı. Ben de böyle olmasından kendi adıma epey faydalandım. Hatta bir de kapanışı Nancy Stark Smith’in kolaylaştırıcılığında Underscore ile yapmak; ayrılırken yanımda götürebileceğim çok güzel fotoğraflar, anlar, hisler verdi bana. Kontak doğaçlamanın kurucuları/öncüleri sayılabilecek hocalardan ders alabilmek, benim için çok heyecan verici oldu. Bu derslerde hareketle, bedenle, mekanla ilgili yaptığımız her çalışma; araştırdığımız, etrafında dans ettiğimiz her imaj; yalnızca bedenimde değil, oradan geçerek sosyal bilincimde de karşılık buldu. Yaşadıklarıma gidip geldim, anlamlar içinde yüzdüm; ama her seferinde de dans beni içinde olduğum an’a geri çağırdı.

kontak doğaçlama

Temas, destek, bir olma, grubu hissetme, birlikte hareket etme, liderlik, güven; hafıza, ait olamama ya da yersiz yurtsuzluk hissi; önsezi, önyargı; alan açmak, alan tutmak, mekanla birlikte var olmak; başka bedenlerle ilişkilenmek, mekanı sürekli ve birlikte kurmak; varlık göstermek, başkasının varlığını hissetmek/tanımak/farkında olmak; baktığım/odaklandığım yeri ya da şeyi değiştirmek; olumluya/olumsuza/bariz olana/gözden kaçırılana odaklanmak; merak, keşfetme isteği… gibi birçok temayı hem dans içinde bedenimde araştırdım, hem de hayat pratiğime karşılık gelen metaforlara gidip geldim; üzerine düşünülesi, sosyal hayatta da peşine düşülesi sorular edindim.

barış meditasyonu

Festivalde beni kendime getiren şeylerden biri de Defne Erdur’un davetiyle yaptığımız barış meditasyonlarıydı. Önceden planlanmış 6 günlük meditasyon programı, ülkenin bu hallerine denk gelince benim ihtiyacım kabarmış. İlk günkü meditasyonu, Peace Revolution[*] aktivizmi dahilinde, yaklaşık 45 kişilik kalabalık bir çemberde gerçekleştirdik. Benim için dalgaların kabardığı, fırtınaların koptuğu, anıların gidip geldiği, çemberin dışından çokça yüzün ziyaret ettiği, tüm zorlu duyguların kendini dışarı vurduğu bir seans oldu; ardından çok zor kendime geldim hatta. Ama sonraki günler anladım ki bu çok iyi gelmiş bana. Gittikçe berraklaştım, duruldum, açıldım. Defne’ye ve o çemberde bizimle olan herkese teşekkürü borç bilirim.

Festivalde geçirdiğim iki hafta bitip de yaşadığım şehre döndüğümde her yerde silah seslerinin, tekbirlerin, nefret dolu bağırışların havayı doldurduğu kutlamalar karşıladı beni. “Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır” yazılı, Tayyip Erdoğan resimli afişler billboardları doldurmuştu. Aynı tedirginlik… Sanırım yine ülkeyi senelerdir boğan sessizliklerle el ele gidiyor bu saldırganca, çıkarabildiğince çok ses çıkarma hali. Bu ruh haline dahil olamama, içine sindirememe, barışı özleme duyguları sessizliğe gömülürken; var oluşun buna bağlıymışçasına “fetö’cü” olmadığını kanıtlamak için, hükümeti istemeyen tüm iradelere karşı çıkmanı talep eden, ses çıkarmadıkça yalnızlığa gömen o bulanık atmosfer… Yaşadığım şehrin her köşesinde nefreti görmek yordu beni. Her fırsatta içimi döktüğüm, sakinliğimi bulduğum deniz bile kararmıştı sanki. Dalgaların üstündeki küçük ışıltılara sığındım. Belki dedim, o küçücük ışıltılar benim gibi sığındı kabuğuna. Sözü değersizleşti, kırılganlaştı, iletişim umudunu kaybetti. Ama belki, bir dokunabilsek birbirimize…

Telefonuma gelen TC Devleti ya da Cumhurbaşkanı imzalı, meydanlara çağıran mesajlardan korkuyorum. İnsanları mahallelerinde mimlenmemek, saldırıya uğramamak için evlerine bayrak asmak ya da bayraklarla sokağa inip boy göstermek zorunda bırakan siyasi atmosferden korkuyorum. Devlet kurumlarının çalışanlarına attığı, “Tüm çalışanlarımızın demokrasi nöbetine / mitingine katılması önemle rica edilir” minvalinde mesajlardan korkuyorum. İnsanların üniversite sınavlarına hazırlanırken gittiği dershaneler yüzünden soruşturmaya uğramasından korkuyorum. Tarihimizi tekrar ederek, yine darbecilerle hiç alakası olmayan muhalif, özgür düşünceli kesimlerin araya kaynatılmasından, “kökünü kazıma” operasyonlarından korkuyorum. Komşularımdan şüphe duyan paranoyak bir ruh haline kapılmaktan korkuyorum. Kendilerini cumhurbaşkanının fedaisi ilan eden ve “ne gerekirse” yapacak olan gözü nefretle dönmüş gençlik gruplarından korkuyorum. Bu korkularımı aşmaya ihtiyacım var.

Nefret duvarlarına çarpmadan, kimsenin nefret kuyularında boğulmasına izin vermeden var olabilmek istiyorum. Bu yüzden, bana yardımcı olanı sizinle de paylaşmak istiyorum. Belki bazen tepetaklak durup öyle bakmak gerekiyordur olaylara. Belki beklentisiz, önyargısız, bir insanı önceden tahmin edebileceğimizi varsaymadan öylece merakla bakmak, tanımaya çalışmak yardımcı olur. Biz bunu yapıyoruz dans ederken, biliyor musunuz? Ne kadar farklı şeyler keşfedebileceğinize inanamazsınız. Dokunmak, bana iyi geldiği gibi herkese iyi gelir belki. Herkesin temas etme hali başka birbirinden. Nerede olursak olalım, etrafımıza bir baksak; ama önceden bildiğimiz hiçbir şey yokmuş gibi, hiçbir tahminde bulunmadan, hiçbir etikete başvurmadan, yepyeni bir yer, daha önce hiç görmediğimiz bir canlı görmüşüz de inceliyormuşuz gibi sadece baksak? Sonra kapasak gözlerimizi, nerede, kimle olduğumuzu sadece hissetsek ve durultsak içimizi? Yine etiketler gelir yapışır, sararsa zihnimizi, sakince yok desek; o kadar basite indirgeyemezsin, senin bildiğinden fazlası var burada, ben duydum. Kendime yardım etmek istiyorum. Bunun için size ihtiyacım var.

İşte böyle karmaşık hislerle doluyken içim; tekrar fark ettim ki, o korku dolu gecenin ardından ne kadar zorlanarak gitmiş olsam da o festivale gitmek, kendimi yeniden dans içinde; merakla, hevesle, açıklıkla iletişim kuran insanların arasında bulmak çok iyi gelmiş bana. Orada biriktirdiğim anılarımı geri çağırdım kendimi yeniden bulabilmek için. Festivaldeki son günümde, IDOCDE Sempozyumu kapanışında bir araya geldiğimiz çemberi geri çağırdım. O çemberde el ele, göz göze olduğum; çemberin ortasında dalgalanan gökkuşağı demetine ta içlerinden, hani o göbek deliklerinin iki parmak üstündeki merkezlerinden bağlı olan insanlara, o çembere dışarıdan davet ettiğim, hissettikçe güçlendiren, sakinleştiren tüm güzel insanlara, bizi içine kabul eden o güzel çevreye, doğaya, bizi böyle birleştiren tüm dokunuşlara teşekkürler. Olmasa hala kayıptım. Onlarla birlikte kendime dokunmayı başardım. Ülkeme döndüğümde yine beni yakalayan girdabın durulmasının yolunu biliyorum bu sayede.

Son olarak festival dahilinde gerçekleştirilen bir sempozyumdan bahsetmek istiyorum size. IDOCDE, çağdaş dans eğitimi ve dokümantasyonu üzerine yapılan bir uluslararası sempozyum. IDOCDE Sempozyumlarının  4.’sü bu yıl ImPulsTanz içerisinde gerçekleştirildi. Üç günlük sempozyumda çok çeşitli etkinliklerle dans eğitiminin bugünü, geleceği; eğitim yöntemlerinin geliştirilmesinde nasıl bir iletişime ihtiyaç duyulduğu; dans eğitiminin toplumsal, felsefi, politik boyutları; dans eğitiminde dokümantasyonun önemi ve yöntemleri, vb. birçok konu derinlemesine tartışıldı.

Ben bu sempozyum dahilinde, REFLEX Europe[†] adlı AB destekli bir araştırma projesinin tanıtılması için gönüllü olarak çalıştım. Reflex projesi ile dans eğitiminin dokümantasyonunun nasıl yapılabileceği, bunun dans eğitimini nasıl etkileyebileceği araştırılıyor ve dokümantasyon konusunda yol gösterecek bir rehber hazırlanıyor. Bizim bu projenin tanıtımı için yaptığımız çalışmalardan biri de, dünyanın farklı yerlerinden dansçılara gönderilecek kartpostallar ile farkındalık oluşturmayı amaçlıyordu. Bizim dağıttığımız kartpostalların her birinin üzerinde farklı skorlar yer alıyordu. Sempozyum katılımcılarından seçecekleri bir kartpostalı bizim aracılığımızla dansçı bir arkadaşlarına göndermesini istedik. Göndermeden önce kartta yazan skoru kendileri gerçekleştirip sonuçlarını paylaşabilir ya da skoru yapmasını arkadaşından rica edebilirlerdi. İşte bu kartlardan birkaçını da kendime aldım ve ülkeme döndükten sonra arkadaşlarıma gönderdim. Ama içlerinden biri beni çağırdı ve üzerinde yazan skoru kendim gerçekleştirmeye karar verdim.

Kartta yazan şuydu:

WISH PIECE:

Create a score to brighten up your day.

Share it with someone.

Act it out together.

(Gününüzü aydınlatmak için bir skor oluşturun. Bunu biriyle paylaşın. Birlikte gerçekleştirin.)

Bu skoru kendim için gerçekleştirmeye ihtiyacım vardı çünkü İstanbul’a döndüğümde evimde kalamamıştım. Güvende hissetmek için yanımda sevdiklerimin olmasına ihtiyaç duydum. Odamda yalnız kalsam yeniden patlamaların içinde kaybolacaktım sanki. Sonra, evimi, odamı, içinde huzur bulabileceğim bir yer olarak yeniden kurmamın bana iyi geleceğine karar verdim.

İşte o zaman, Nita Little’ın kontak doğaçlama atölyesinde mekanla ilişkilenerek dans edişlerimiz düştü zihnime, bedenime. Dokunuşun farklı şekillerini, iyileştiriciliğini, mekanın bana dokunmasına izin vermenin içimdeki barış hissini nasıl beslediğini hatırladım. İçinde  bulunduğum mekanı; tüm bedenimi saran, bir arada tutan, iletişimini sağlayan, hareketini kolaylaştıran “bağ doku” gibi görme önerisi tekrar anlam buldu. Dans etmenin, hareketin her türünün ya da mekanda ve anda var olmanın her bireye özgü biçimlerinin; mekana kendimi her an yeniden yerleştirmemi; içinde/dışında ilişkilendiği her şeyle birlikte, her an mekanı yeniden kurmamı sağlayacağını hatırladım. Ben kendi odamda huzur duyabilmek, içinde kaygı duymadan uyuyabilmek, barış içinde var olabilmek için bu mekanı sevgiyle yeniden kurmaya ihtiyaç duydum.

Buradan hareketle, kendim için bir skor yarattım:

İçinde huzur duymak, ait hissetmek istediğiniz halde kaygı duyduğunuz bir mekanı seçin. Buraya sevdiğiniz birini davet edin ve beraber gerçekleştireceğiniz bir aktivite ile mekanı yeniden kurun, kendiniz için anlamlandırın.

Ben, arkadaşlarımı evime davet ettiğimde aklımdan onlarla dans etmek geçiyordu. Genel olarak hayatımda ve özelde de son iki haftada dans etmek bana çok iyi geldiği için ve arkadaşlarım da kontak doğaçlama çevresinden olduğu için böyle bir varsayımım varmış demek ki. Ama içinde bulunduğum yerin, zamanın, birlikte olduğum insanların kendisinden çıkacak herhangi bir şeye de hazırdım. Benim için evimi yeniden anlamlandıran, huzur duyduğum, ait hissettiğim mekana dönüştüren aktivite, arkadaşlarımla birlikte evimin duvarlarına resim yapmak oldu mesela. Aktivite dediğime bakmayın, durmak da bir seçenek; sizin için rahatlatıcı, yenileyici olacak herhangi bir şey.

Her ne yapıyorsanız; bunu yaparken mekanı duymayı, mekanın size dokunmasına izin vermeyi ve birlikte olduğunuz kişiyle sözün ötesinde iletişim kurmayı ihmal etmeyin. Herkesin dokunuşu kendine göre; dokunuş tenle, gözle, hisle ya da sizin için dokunuş neyse o şekilde olabilir. Bu temaslarda desteği, birlikteliği, herkesin kendine özgülüğünü, “bir”lerin bir araya geldiğinde oluşturabileceği uyumu bulmak mümkün. Bu ilişkinin içinden doğanın, size ayaklarınızı basabileceğiniz yeni bir zemin sağlamasına izin verin. Siz bu desteği hissetmeye devam ederken bırakın, o zemin de değişsin andan ana. An’da kalabilmek çok keyifli ve güçlendirici bir deneyim; keyfini çıkarın. Birlikte olduğunuz beden(ler)le birlikte, içinde olduğunuz mekanı an an yeniden kurun ve içinizdeki barışa uzanın. Benimle bu oyunu oynar mısınız?

[*] Peace Revolution Hareketi hakkında daha fazla bilgi için: https://peacerevolution.net/

[†] IDOCDE Sempozyumu ve REFLEX Europe Projesi hakkında daha fazla bilgi için: http://www.idocde.net/

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Dilek Üstünalan

Yanıtla