Bu Oyunda Seyirci Kalmak Mümkün Değil

Pinterest LinkedIn Tumblr +

oedipus[Hakan Güngör’ün Evrensel’de yayınlanan yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

Oidipus’un laneti; Sophokles’in kalemi, Emre Tandoğan’ın uyarlaması ve yönetimi ile sahneye taşınıyor.

Öyle bir lanet ki, tanımadığı babasını öldürür, annesiyle evlenir, üstelik annesinden çocukları olur… Sonra yazgıyla savaş başlar. Üstelik yazgıyla savaşında insan her durumda, en az bir kez yenilen olur.

Oidipus’un laneti; Sophokles’in kalemi, Emre Tandoğan’ın uyarlaması ve yönetimi ile sahneye taşınıyor. Küçük Salon’da sahnelenen “Oidipus”, yönetimi, performansları, ışığı ve dekoru ile tam bir “takım oyunu” oluyor… Üstelik Küçük Salonun bu takım oyununda hep seyirci kazanıyor.

Oidipus, Apollon’un lanetine uğramıştır. Kaderi bellidir, babasını öldürecek, annesiyle evlenecektir. Bunu öğrenen babası, henüz çok küçük olan Oidipus’un elleri ve ayaklarının bağlanarak kentin dışına götürülmesini ve orada öldürülmesini ister. Öldürmekle görevlendirilen kişinin Oidipus’a acıması üzerine çocuk hayatta kalır. Çocukları olmayan bir aile tarafından evlat edinilir, onların yanında büyür. Bir gün, tanımadığı gerçek babasıyla karşılaşacak, onu öldürecek, tahta oturacaktır. Kraliçe, eşi olacak; ondan çocukları olacaktır. Lanetinin gerçekleşmiş olduğunu görmesi ise, büyük bir yıkımdan başka bir şey değildir…

İnsanlık Tarihinin Kodları

Oidipus metni, hem insanlığın, hem insanın tarihine dair kodlar barındırıyor. “İnsan nasıl kendine düşman olur?” sorusunun, azabın bir türlü kaçılamayan gölgesinin seyri haline geliyor oyun. Bir insanın yazgısıyla girdiği kavga gözler önüne seriliyor. Aslolan ise hep kavgadır, görülüyor.

Sophokles’in metni, Freud’a da ilham olmuş, çocuğun baba ile çatışmasının, anneyle ilişkisinin somutlaştırılmasına yaramıştı. Freud’a göre, çocuğun otorite sahibi babaya karşı çekingen oluşu, onu alt etme isteği duyuşu Oidipus’un yaşadıklarıyla özetlenebiliyordu. İlkel benliğe, yani “id”e dair önemli bir nitelik taşıyan Oidipus kompleksine yapılan atfa, Emre Tandoğan tarafından yapılan afişte de yer veriliyor. Afişte, Oidipus’un “id”i, adeta karanlıkta kalan yanın içine gizlenmiş gibi…

Yazgıya Düşman Olmak

Küçük Salon’un diğer oyunlarında olduğu gibi, “Oidipus”ta da ışık ve dekor oyuna oyuncular kadar ortak oluyor. Elif Arman’a ait olan dekor, salona atılan ilk adımda bambaşka bir atmosfere teslim olmayı sağlıyor. “Kaypak” ve her an oturanın altından kayıp gidebilecek olan taht için kullanılan meta, bambaşka bir anlama bürünüyor. Oyuna girişte dağıtılan maske ve eldivenler de adeta seyirciyi Apollon’un gazabından koruyor… Dekor, oyuna sadece dahil olmakla kalmıyor, oyunun ta kendisi oluyor. Oyuncular gibi, her nesnenin de bir performansı bulunuyor. Enrico Zeber’in ışık, Nazlı Buğdaybey’in makyaj tasarımı da oyunun alameti farikalarından, hakkını teslim etmek gerekiyor.

Tandoğan’ın üslubunun en dikkat çeken yanlarından biri, roller arasında tutturduğu denge. Rolleri öylesine ölçülü dağıtıyor, onları öylesine yoğurarak oyunculara veriyor ki, oyuncular birer sac ayağı misali oyunda aynı tesir ve güçte seyircinin karşısına çıkıyor. “Rolün büyüğü küçüğü yoktur”un başka türlüsü bu; roller hep denk ölçüde büyüyor. Oyuncuların performansı da öyle. Serdar Akülker, Çağıl Tekten, Deniz Boldaz, Ayşe Gülerman, Anıl İnce rollerine öylesine bürünmüşler ve o kadar etkililer ki, izler durumda olan herkesin dimağına derin “izler” bırakıyorlar… Başrol, oyuncuların değil oyunculuğun oluyor.

Kadıköy’deki Küçük Salon, “Oidipus” ile “her dem yeni” oyunlarına ve yenilikçi yaklaşımlarına bir yenisini ekliyor. Lanetin, azabın, insanın kendine ve yazgısına düşman olmasının evrensel hikayesini sahneye taşıyor. “Oidipus”ta seyirci kalmak mümkün olmuyor. Düşmanlığın, kaybın, yalnızlığın ve çaresizliğin kafa yoranı, karşı çıkanı olunuyor. 2014’te kurulan Küçük Salon ise görünen o ki; büyüyor, büyüyor…

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.