Cadılar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Yavuz Çalışır

Roald Dahl tarafından 1983 yılında kaleme alınan “Cadılar” bir çocuğun cadılarla olan karşılaşmasını ve onların sinsi planlarını suya düşürmesini anlatıyor. Roald Dahl, 2. Dünya Savaşı’na katılmış bir yazar ve her savaş dönemi yazarı gibi savaşın etkisi kitabında da gözlemlenebiliyor.

Cadılar’ı ele almak gerekirse, başından sonuna kadar çocuğa bir fantezi kuruyor ancak bu fanteziyi gerçek göstererek çocuk üzerindeki etkisini arttırmaya çalışıyor. Başından sonuna kadar cadıları gerçek olarak tanımlıyor ve çocuğun bu dünyadaki gerçeklerle bağlantı kurmasını sağlayacak bağlantılar kuruyor. Böylece çocuğu “cadı” fantezisinin gerçekliğine inandırıyor. Hatta çocuğa öğretmeninin bile cadı olabileceğini söylüyor. Böylece çocuk kitabı okurken kitaptan daha fazla etkileniyor. Bu bazı kişileri rahatsız edebilir yahut endişelendirebilir. Çocuğun rüyalarına gireceğini ve ya paranoyaklaştırabileceğini iddia edebilir bazıları. Ancak zaten kitap 9 yaş ve üzeri çocuklara tavsiye edilmiş. Bu yaştaki çocukların soyutlama kavramları oluşmaya başladığı için, kitabın bu tip kötü etkileri olacağına inanmıyorum. Bir şeyi gerçek gösterip korkutma taktiği son dönem korku filmlerinde de ortaya çıkıyor. Örneğin “Paranormal Activity” filminin başında, filmin polis raporları ışığında ve evde bulunan vidyo kayıtlarının izlenmesi üzerinden yeniden çekildiği bilgisi verilerek, korkutacak ve ya bu hissi yaşatacak ögeler gerçek kılınıyor, bunun üzerinden etki sağlanıyor. Ancak en nihayetinde bu bizim filmi izleme heyecanımızı arttırıyor. Böyle bir hak neden çocuğa da tanınmasın? Cadıların olduğu bölümde çocuğun korku hissetmesi, mutfak bölümünde heyecan duyması neden kötü olsun? Çocuğun, bir yetişkinden farkı ne duygu hissetme konusundaki? Bu şekilde Roald Dahl, kitapta işlediği hiçbir duyguyu çocuk-yetişkin ayrımı yapmadan yazıyor.

Kitap, başkarakterimiz çocuğun bir trafik kazasında ailesini kaybetmesiyle başlıyor. Örneğin yazar burada da çocuk-yetişkin ayrımı yapmadan yaşamın bir gerçeğini gözler önüne seriyor. Ölüm temasını işlemekten kaçınmadığı gibi onu bir de tüm gerçekliğiyle sunuyor. Bunun sonucunda karakterimiz, ninesiyle birlikte yaşamaya başlıyor. Ninesi ona masallar anlatmaya başlıyor. Çocuk karakter bunların masal olduğunun farkında olarak dinliyor. Ninesi ona Cadılardan bahsedene kadar bütün anlattıklarını masal edasıyla dinliyor. Ancak cadı kavramına başta şüpheyle yaklaşsa da sonrasında “Ninesi kiliseye gidip gelen, dua eden bir kadın” olduğu için ona inanıyor. Roald Dahl’ın bir hatası burada ortaya çıkıyor. İşin içine dogmatik olanı yerleştirmesi bir çocuk okur için zararlı olabilir çünkü bu cümlelerin ardına bu cümlenin doğruluğunu sorgulatacak hiçbir şey eklemiyor.

Cadıların yaratımı da son derece zekice yapılmış bir sermaye eleştirisi. Kapital dünyanın ultra zenginleriyle cadılar arasında rahatça bağlantı kurulabiliyor. Bir kere son derece kibar ve zarif gözükmeleri en güzel göstergelerden ve tersinlemelerden biri. Onları kötü olarak göremememiz, şık olmaları ve hatta bir çocuğu çikolatayla kandırmaya çalışmaları, hatta ve hatta çocuklara yardım derneği gibi bir vakıf adı altında toplanmaları; kapital dünyanın yardımsever zenginlerini, örnek hayat yaşayan kişilere bir gönderme. Çocuk tabii ki de bunu böyle algılamayacaktır ancak şunu kazandırıyor çocuğa “İnsanlar ya da kurumlar ya da başka şeyler, gözüktükleri, ifade edildikleri ya da kendilerini tanıttıkları gibi olmayabilirler.”

Nine karakteri, “Konrad ya da Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk” kitabındaki “Bartolotti” karakteriyle benzerlik gösteriyor. Daha alternatif doğruları olan ancak kusursuz olmayan bir yetişkin imajı “Cadılar”da da kullanılmış. Çünkü ninemiz puro içiyor, hatta çocuğa da ikram ediyor. Kusursuz olmayan karakter yaratımı çocuk edebiyatı için çok önemli çünkü idealize edilen karakterler çocukta “olunması gereken” ancak tabii ki de asla olamayacağımız bir ideal çizer, bu da çocukta başarısızlık hissi uyandırır. Hâlbuki hatası olan, kusurları olan yani gerçek olan bir karakter yaratmak hatta ve hatta bir yetişkin karakter yaratmak çocukta kendini olduğu gibi tanımla hissi ve kendini idealize eden yetişkini eleştirme güdüsünü oluşturur.

Kitapta, Bruno karakteri de iyi işlenmiş. Zengin ailenin çocuğu olarak çizilen karakter, açgözlü, sadist bir çocuk olarak gösterilse de; ailesinin de öyle oluşuyla desteklenmiş. Yani ailemizden ne kadar çok şey öğrendiğimizi hatta çoğunlukla onlar gibi düşünen, onlar gibi olan kişiler olduğumuzu hatırlatıyor. Ancak yazar Bruno’yu biraz karalamış, onu sadece kötü özellikleriyle sunmuş kitapta. Ancak muhakkak iyi birkaç özellik ekleyip, daha gerçekçi bir karakter yaratılabilirdi.

Kitap, kusursuz değil ve özellikle son sayfalarında didaktikleşmiş yerleri var. Ancak kötü bir kitap olarak nitelenemez. Çocuğa, “aptal” olarak yaklaşmaması bile bugün çocuk edebiyatında aranan bir özellik. Didaktikliği ise diğer eserlerle karşılaştırınca yok denecek kadar az.

Çocuklara eğlenceli, ürkütücü ve heyecan verici bir deneyim yaşatmak açısından çok iyi kurgulanmış ve ustaca yazılmış bir kitap. Hatta kitabın başından, restoranda geçen bölüme kadar “çocuk” karakterinin cinsiyetine dair bir şey verilmiyor. Bu kitabı okuyan çocuğun kendini başkarakterin yerine koymasını kolaylaştıracak ve kitabın içine çekecek bir özellik. Hatta Cadıların toplantı bölümünde kürsüye çıkan çocuğun farelerini gören cadılar cadısı: “Bu fareler muhakkak bir oğlan çocuğunundur çünkü kız çocukları fare beslemez” diyor ve çocuğa o anda eleştirel düşündürecek bir an tanıyor. “Hayır, ben bir kızım ve ben de gayet fare besleyebilirdim, demek fare beslemek için erkek olmaya gerek yok” sonucunu çıkarttırabilecek kadar iyi kurgulanmış bir söz. Ancak kitabın sonuna doğru garson nineye “Bugün küçük beyler yok mu?” diye soruyor. Bu bir çeviri hatası olabilir. Ancak kitabın çevirmeni Celâl Üster, çok iyi bir çeviri yapmış, böyle bir hata yaptığını düşünmüyorum; belki de Roald Dahl’ın ağzından kaçmıştır diye düşünmek istiyorum.

TiyatroHâl’in oynadığı, Elif Özsüt ve Erhan Çene tarafından oyunlaştırılan ve yönetmenliği yine Elif Özsüt ve Dramaturgluğu yine Erhan Çene tarafından üstlenilen “Cadılar” oyunu ise kitabı kadar tatmin etmiyor seyirciyi.

Oyunlaştırılma aşamasında, klasik çocuk tiyatrosu mantığıyla kitabın en önemli yerlerini kesen ekip, oyunu baştan sona bu mantıkla yürütüyor. Çocuğun anne ve babasının ölümünden hiç söz etmiyor oyun. Çocuk, ölümle yüzleştirilmeyecek kadar küçüktür mantığıyla düşünülüp oyun direk ninesiyle yaşayan bir çocuk olarak çizilmeye başlanıyor. Bruno’nun anne ve babasının ele alınmayışı yine oyunu çok yanlış yerlere götürüyor. Hâlbuki kitapta Bruno’nun önünde bir örnek görüyorduk. Bruno, ailesi açgözlü olduğu ve ona karşı acımasız bir şekilde davrandığı için Bruno da açgözlüydü ve karıncaları yakarken acımasızdı. Sonra Cadılar Cadısının, konuşan cadıyı yakması da oyuna eklenmedi. Hâlbuki cadılar cadısı bunu diğer cadıların gözünü korkutmak için yapıyordu ve bu da otoriteye karşı ciddi bir göndermeydi. Birçok teknik yetersizlik nedeniyle zaten eklenemeyen bölüm, oyunlaştıranların “çocuğa bunlar gösterilmez” mantığı nedeniyle hepten baltalanmış durumda.

Oyuncuların çocukların varlığını reddetmesi, onların tepkilerini oyunun içine dâhil etmemeleri ise oyunun en büyük problemi. Ben izlediğimde, bir çocuk Bruno’nun büyütecinin camı çıkınca “o zaten çıkabiliyordu ki” dedi ancak oyuncular bunu görmezden gelerek devam ettiler. Kukla manipülasyonundaki acemilikler oyuncuları çocuk seyirci ile azıcık olan samimiyetlerini de kaybetmelerine neden oldu ve diğer oyunculuk problemleri oyunu olabileceğinden çok daha kötü hale getirdiler.

Dekor uygulamasında uzun süren dekor değişimleri ise çocuk tiyatrosunda olmaması gereken bir şeyken, kutuların uzun sürede kurulması çocukları oyundan kopardı diye düşünüyorum. Aslında pratik ve çocukların hayal gücünü zenginleştirebilecek olan bir dekor seçimi, fazla kutu sayısı nedeniyle uygulamada başarısız oldu.

Sonuç olarak, kitap çocuklara güzel bir fantezi ve macera yaşatırken, oyunlaştırılmış hali gerek uygulama zorluğu gerekse oyunlaştıranların otosansürleri nedeniyle çocuklara güzel bir oyun sunmaya uzak ancak yine de Türkiye’deki çocuk tiyatrosu ortalaması, Türkiye çocuk tiyatrosu piyasası(!)için yeterli bir oyun.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Yavuz Çalışır

Yanıtla