Barış Erdenk Rejisiyle İzmir Devlet Tiyatrosu’ndan Ermişler ya da Günahkarlar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet Bozkır

AdsızGeçtiğimiz son dört beş sezondaki ne şehrin sosyokültürel yapısına ne de günümüz tiyatro anlayışına uygun olan oyun seçimleriyle İzmir Devlet Tiyatrosu (Budala, Son Çığlık, Kurban gibi her anlamda nitelikleri oyunları ayrı tutarak) benim önyargıyla yaklaştığım bir tiyatro haline gelmişti.  Elbette bu önyargıma yenik düşüp İzmir DT’ye yüz çevirmiş değildim, inatla ve ısrarla her sezon hemen hemen tüm oyunlarını seyrettim.  Arada yüzümü güldürenler olsa da sonuç genellikle hüsran oluyordu benim açımdan.  Geçtiğimiz sezonun sonlarına doğru İzmir Devlet Tiyatrosu ile Uluslararası İzmir Festivali kapsamında İKSEV’in ortaklaşa bir prodüksiyon gerçekleştirecekleri ve rejinin Barış Erdenk’e ait olacağı haberini duyunca iki sebeple sevindim ve heyecanlandım.  Sevindim çünkü İKSEV’in organize ettiği Uluslararası İzmir Festivali’nin programı her yıl birbirinden iddialı ve nitelikli etkinliklerle dolu oluyordu,bu da demek oluyordu ki ortaklaşa meydana getirilecek bu eser de nitelik bakımından tatmin edici olacaktı. Heyecanlandım çünkü akademik kariyerini İzmir’de sürdüren, bu şehirde öğrenci yetiştirmeye devam eden ve reji çalışmalarını son yıllarda genellikle İstanbul’da ve bazı bölge tiyatrolarında yapan Barış Erdenk nihayet İzmir’in tiyatrosuyla, İzmir’in seyircisiyle buluşacaktı. Sevincimin ve heyecanımın boşa olmadığını 2016 yılının Haziran ayında festival kapsamında tek temsil veren Ermişler ya da Günahkarlar’ı seyredince anlamış oldum.

Ne mutlu ki Ermişler ya da Günahkarlar, İzmir DT’nin 2016-2017 sezonu repertuarına alındı ve Ekim ayından bu yana hem İzmir’de hem de turnelerle bölge tiyatrolarında seyirciyle buluşmaya devam ediyor. Sezon yolculuğunu sürdüren oyunu yakın zaman önce İzmir’de yeniden seyretme fırsatım oldu.

Ermişler ya da Günahkarlar’ı ilk olarak 2000’li yılların başında Işıl Kasapoğlu rejisiyle Haluk Bilginer, Bülent Emin Yarar ve Şenay Gürler üçlüsünden seyretmiştim. Aklımda yer eden oyunlardan biri olarak sonraları Ankara’da genç bir grubun ve devlet tiyatrosu bünyesinde bazı bölge tiyatrolarının sahnelediğinden haberdar olmuşsam da bu yorumların hiçbirisine yazık ki denk gelememiştim.

Anthony Horowitz’in ilk ve tek oyunu olan Ermişler ya da Günahkarlar (orijinal ismi Mindgame olan oyuna çevirmen Zeynep Avcı’nın çok daha yerinde bir isim verdiğini belirteyim) seyirciyi düşünmeye, kendi iç dünyasına bakmaya sevk eden ancak bunu yaparken de yola döşediği sinsice tuzaklarla sık sık tökezleten bir metin. Ülkemizde pek çok kez sahnelenen ve tiyatro seyircisine pek de yabancı olmayan bu metin tiyatro yönetmeni deyince hemen ismi akla geliveren birkaç isimden biri olan Barış Erdenk’e emanet edilmiş, çok da iyi edilmiş.

Barış Erdenk başarılı akademik kariyeriyle paralel şekilde rejisörlüğü de sürdüren, özellikle de son yıllarda Sadri Alışık Tiyatrosu bünyesinde sahneye koyduğu oyunlarla adından söz ettiren bir isim. Öğretim üyesi olduğu Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ve İzmir’de faaliyet gösteren bazı topluluklarla İzmir’de oyunlar sahnelemiş olsa da İzmir’in yerleşik tiyatro seyircisiyle buluşmasına fırsat vermesi bakımından bu oyun bir anlamda ilk.  (Böyle bir buluşma için yıllarca bekleyen İzmir seyircisi,bu oyunun hemen arkasından gelen Yanık ile Barış Erdenk rejilerinin keyfini çıkarmaya devam ediyor.)

Bir akıl hastanesi diyebileceğimiz Fairfields’te Dr. Farqugar,Hemşire Plimpton ve Styler adlı üç karakter arasında gelişen olaylar örgüsü Barış Erdenk rejisinde karakterler ve mekan aynı kalmakla birlikte iki perdeden tek perdeye inmiş. Böyle bir kısaltma oyuna tempo katmış ve gerilimin daha hızlıca tırmanmasını, seyircide an be an artan adrenalinin hiç düşmemesini sağlamış. Metne getirilen bu yorumu genel olarak beğenmekle birlikte 65 dakika süren oyun keşke 80-85 dakika olsaymış ve şu bölümler çıkarılmasaymış dediğim yerler de oldu. Örneğin orjinal metinde ikinci perdenin sonlarına yaklaşırken Hemşire Plimpton’un beklenmedik bir şekilde diğer iki karakterin yanına geldiği,onun gelişiyle birlikte Dr. Farquhar’ın psikolojik taktikleri ve yönlendirmeleriyle Styler’ın gittikçe başka bir şeye dönüştüğü bölüm bunlardan biri. Çünkü Styler’daki değişimle oyunun temel meselelerinden olan “iyilik-kötülük karmaşası,neden kötülük yaparız, kötü olan neden caziptir” gibi sorular yazar tarafından bu bölümde büyük bir ustalık ve titizlikle yansıtılmış,yazarın Styler üzerinden gösterdiği değişim ve dönüşüm metni okurken beni çok düşündürmüştü ancak oyunu izlerken aynı etkiyi yaratmadı çünkü karakterin bulunduğu noktadan netice itibariyle bulunduğu yere gelmesi fazla hızlı gelişti. Oyunun künyesinde bir dramaturg ismine rastlamıyoruz, bu sebeple de metnin bu şekilde sahneye aktarılmasının başlı başına Barış Erdenk’in kararı olduğunu sanıyorum.  Sanıyorum diyorum çünkü bunun böyle olup olmadığını,gerekçesini ya da dramaturg olarak ismi yer almasa da dramaturji çalışmasında yönetmenin birileriyle işbirliği yapıp yapmadığını bilemiyoruz. Oyunun prömiyerinin üzerinden altı aydan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen halen bir kitapçığı yok, belki yönetmen bu konudaki tercihinin nedeni ya da böyle bir yorumla sahneye koymasının gerekçelerini açıklamıştır ancak biz bunu henüz bilemiyoruz. (Bu noktada sadece İzmir Devlet Tiyatrosu’nu değil, genel olarak Devlet Tiyatrosu’nu garipsediğimi ve kınadığımı belirtmeliyim. Birçok bölgede birçok oyunun kitapçığını bulmak imkansız, ikinci sezonunda zar zor bilet bulup seyrettiğim Neşe Dert Aşk’ın kitapçığını almak istediğimde “ Henüz basılmadı” cevabı karşısında nasıl şaşkın şaşkın bakmışsam burada da aynı bakışlarımı DT’nin yetkililerine ve ilgililerine gönderiyorum.)

Metnin kurgusu itibariyle dekor bu oyunda en az yönetmen ve oyuncular kadar önemli, yazar metni kurgularken bir karakteri ele alır gibi dekoru da oyunun aktörlerinden biri haline getirmiş. Dekor tasarımını yapan Emre Satı yazarın amacını iyi kavramış, tasarımıyla oyunun aktörlerinden biri haline gelmeyi başarmış. Hem gerçekçi hem de gerçeküstü olan dekorun görsel olarak hiçbir kusuru yoksa da teknik anlamda bir eksikliği mevcut ki o da dekorda meydana gelen değişimlerin (kapıların her açıldığında arkasının başka bir şeye dönüşmesi hariç) seyircinin dikkatinden kaçmayacak şekilde gerçekleştirilememesi. Eğer ki bu değişimler seyirciye sezdirilmeden yapılsa,seyircide fark etme değil de burası böyle miydi şüphesi yaratılabilse kusursuz bir sahne tasarımı denilebilirdi. Dekor tasarımı gibi Medina Yavuz’un kostüm tasarımı da büyük ölçüde kusursuz,Hemşire Plimpton’un kostümü dışında. Styler ve Dr. Farquhar için hazırlanan kostümler karakterlere uygun,oyunun bütünlüğüne uyum sağlamışken Hemşire Plimpton’un kostümü eklektik duruyordu,karakter görünümü itibariyle bende hemşireden çok bir rahibe izlenimi yarattı. Oyunun müziklerini yapan Orhan Enes Kuzu yer aldığı her oyunda olduğu gibi burada da müziğin oyunun destekçisi değil,başat öğelerinden biri olduğunu gösterdi. Tınılarıyla repliklerin,mizansenlerin altını çizdi. Dekordaki ve karakterlerdeki değişime paralel olarak meydana gelen atmosferi yansıtmada ışık tasarımcısı Zeynel Işık içten bir alkışı hak ediyor.

Dr. Farqugar,Hemşire Plimpton ve Styler karakterlerine her üçünü de devlet tiyatrosundaki birçok oyundan tanıdığım Cemalettin Çekmece, Canan Erener Şen ve Tamer Yılmaz hayat veriyor. Genel bir değerlendirmeyle üç oyuncunun ortalamanın çok üzerinde oyunculuklarla sahnede olduğunu söylemek mümkün. Styler karakterinde Tamer Yılmaz oyunun başlangıcından son anına dek adım adım değişim gösteriyor,karakterin dönüşümünü beden diliyle,mimikleriyle başarılı bir şekilde yansıtıyor. Ancak oyuncunun beden dilindeki bu başarıyı bir noktadan sonra sesinde ve tonlamasında bulmak yazık ki mümkün değil. Özellikle karakterin kendi kendisiyle mücadelesi diyebileceğimiz çırpınış anlarında sesine fazla yükleniyor, bu da tonlamasına,vurgusuna yansıyor ve Tamer Yılmaz sesiyle oynar hale gelip yarattığı karaktere ket vuruyor. Hemşire Plimpton’da Canan Erener Şen oyuna dahil olduğu andaki karakterin sert, duygusuz,renk vermez halinden olaylar ilerleyişiyle dehşetin içine düştüğü anlardaki çaresizliğine, korkusuna başarıyla geçiş yapıyor ve seyirciyi ikna ediyor. Oyundaki her karakter gibi Plimpton’da bir ruh halinden bambaşka bir ruh haline geçiyor oyun boyunca,metnin sürprizlerini ifşa etmemek adına açık açık yazamayacaksam da bu geçişlerden sonuncusunda, metinde yazarın “ esnek ama ciddi bir kadın” diye tanımladığı yerde Canan Erener Şen sanki sahneden çıkıyor,oynamayı bırakıyor ve o ana kadar yarattığı büyüyü bozuyor,esnek ve ciddi olmaktan çok tekdüze bir hale düşüyor.

Gerekçelerini açıklamadan önce tek bir cümleyle Dr. Farqugar karakterinde Cemalettin Çekmece’ye bayıldığımı söylemeliyim. Yanlış hatırlamıyorsam Cemalettin Çekmece’yi sahnede ilk kez 2010 yılında Ölüm Öpücüğü’nde seyretmiştim,o günden sonra da zaman zaman rol aldığı oyunları seyretme fırsatım oldu. Ancak bugüne kadar ne gözüme batan ne de canlandırdığı karakterle aklımda sağlam bir yer edinen Cemalettin Çekmece, Dr. Farqugar karakteriyle beni kendisine hayran bıraktı. Ben her oyuncunun kendisinde fark yaratacak bir rol,bir yönetmen,bir yazar olduğuna inananlardanım. Kimi oyuncu bu şansı sık sık elde ediyor,kiminin karşısına kırk yılda bir çıkıyor, kimi ise senelerce böyle bir karşılaşma yaşayamıyor. Cemalettin Çekmece neyse ki çok geç olmadan bu şansı elde etmiş ve aklında,bedeninde,ruhunda ne varsa ortaya dökmüş. Sahneyi girdiği ilk andan itibaren seyirciyi avucunun içine alıyor,zaman zaman ürküten zaman zaman şüpheye düşüren son derece gergin ve kasvetli bir ortamda bulunmasına rağmen zaman zaman seyirciye sıcak gelen halleriyle müthiş bir karakter yaratıyor. Karakterdeki geçişleri sesine,bedenine,bakışlarına yedirmiş,içinde her rengi barındıran ama aynı zamanda homojen olan bir yorum yakalamış. Söylediği,yaptığı hiçbir şeyde “ Bu ne şimdi” dedirtmiyor,hepsinin mümkün olduğuna ikna ediyor seyirciyi. Bu haliyle de erişilmesi zor bir oyunculuk sergiliyor.  İzmir’de kapalı gişe sahnelenmesine,turnelerle Anadolu’yu dolaşmasına rağmen nerdeyse tamamı İstanbul’da olan tiyatro ödüllerinin jürileri tarafından pek tabi ki görülmeyecek,duyulmayacaktır ama aksi mümkün olsaydı Cemalettin Çekmece ismine yılın en iyi erkek oyuncusu adayları kategorilerinde rastlamak kaçınılmaz olurdu.

Geçtiğimiz yıl ipuçları verilen,bu yıl iyiden iyiye tavrını,yaklaşımını,üslubunu değiştiren İzmir Devlet Tiyatrosu’nun çıtasını yükselten oyunlardan biri Ermişler ya da Günahkarlar. İzmir seyircisinin bunca yıl sonra bunu hak ettiği tartışılmaz bir gerçek, bu keyfe ortak olmak ve Ermişler ya da Günahkarlar’ı görmek için pek çok neden var.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet Bozkır

1 Yorum

Yanıtla