Belleğin Sınırlarında Gezinen Bir İç Döküş:

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Zeynep Baykal

 Zamanın ve Mekanın Ötesinde, Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar’ın Anımsattıkları

“Geçmişte olan her şey zorunlu olarak şimdi içinde yeniden kurulur, geçmişin her anı yeniden yaratılır. “ M. Mead

Geçmişin geçmiş zamanda kaldığına dair ön kabulümüz onu yeniden hatırlama çabamızla ortaya çıkar pek çok kez. Oysa Bergson’a göre geçmiş geçmişte kalan değil, şimdiki zaman içinde varlığını sürdüren yaşamaya devam eden bir şeydir. Kendi tabiri ile geçmiş  “tam da bir ipin yumağa sarılması gibi, sürekli bir dürülmedir, zira geçmişimiz bizi izler, yolu üstünden topladığı şimdiyle durmaksızın büyür ve bilinç de hafıza anlamına gelir.” (Bergson, 2013: 46)  Kişisel tarihimiz içindeki acıların, hayal kırıklıklarının, kayıpların, yasların, kazançların, yitenlerin, ait olunan- olunamayanların yansıması belleğimiz bir yerlerinde saklı dururken aslında bu günümüzün de yapı taşlarını oluşturur.  Zaman- bellek, geçmiş gelecek aslında bir arada var olmayı sürdürür.

Ba-Tiyatro tarafından 2016- 2017 sezonunda Garaj İstanbul sahnesinde sergilenmeye başlanan “Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar” oyunu işte böyle bir temel üzerinden hareket etmekte. Kendini disiplinlerarası bir sanat topluluğu olarak betimleyen, 2012 yılında yazar, dramaturg Ferdi Çetin ve yönetmen Yusuf Demirkol tarafından kurulan Ba- kuruluşundan bu yana “Kapı Aralığı Nedir, Kapı Aralığı Bir Fotoğraftır”, “Doğum Günü”, “Ev Mercedes ve Anneler” isimli performatif işler ortaya koymuş.

Yıllardır pek çok oyuna ev sahipliği yapan Garajistanbul bu kez seyirciyi kocaman bir cam piramidin etrafına yerleştirilmiş sandalyelere buyur ediyor. Louvre Müzesi imgesini çağrıştıran bu cam piramidin içinde bir kadın yerde uzanmış ışığın belirginleşmesi ile birlikte acı dolu sesler çıkararak debelenmeye başlıyor. Ardından yine ışık eşliğinde sahnede bulunan (projeksiyon cihazı, kaset çalar, büyükçe bir pembe bir ip yumağı) ve elindeki bavulun içinden çıkarttığı nesneler üzerinden kuklavari hareketleri ile zamanlar ve mekanlar ötesi bir oyun oynamaya başlıyor seyirci ile.

İçinde hüznü ve yas halini barındıran birbirinden farklı ama aynı zamanda kayıplarda ortaklaşan geçmiş parçaları bu nesneler üzerinden canlanıyor. Paris’e gidip ailesini geride bırakan bir adam, traktöre kolunu kaptıran bir baba, babasının cenazesine gelemeyen bir oğul, Alzheimer olan bir anne bu hikayelerin kahramanları… Oyuncu her ışık geçişinde sahne üzerindeki projeksiyon cihazını kasetçaları ve bavulunun içinden çıkardıklarını kullanarak piramidin tüm köşelerini bu anlatıları ortaya dökmek amacıyla kullanıyor. Bunu yaparken de anlatılardaki zamanın geriye akışına paralel saatin ters yönüne hareket ediyor. Anlatıları kasetten dinlerken oyuncunun çoğunlukla yalnızca bir şeyler gevelediğine şahit oluyoruz. Bu haliyle oyun, müzik, ışık, ses, görüntü kullanımları, oyuncunun bu öğeleri bütünleyici kuklavari hareketleri ve belirgin anlam üretim alanları açmaktan uzak çıkardığı sesler ile bütüncül bir hikayeden uzak parçalı bir enstalasyonu andırıyor.

Dönme hayalini kurdukları anayurda kavuşamayan, türlü yıkımlarla karşılaşanların kaydedilmiş sesleri üzerinden seyirciye aktarılan acı ve nostalji oyuncunun sahne üzerindeki devinimi ile kimi zaman pekiştirilirken kimi zaman da yine oyuncunun alaycı beden dili ve ifadesiyle kesintiye uğruyor. Oyuncu Nilay Erdönmez sahne tasarımını işlevsel kılan başarılı bir aracı olmuş oyunun tamamında.

Oyunun son sahnesine dek her hangi bir zamansal ya da mekansal belirginliğe rastlamıyoruz. Projeksiyonla yansıtılan fotoğraflar, fotoğrafların renkleri, fotoğrafların çekildiği mekanlar, valizden çıkan eşyalar dönemsel çağrışımları (Kristal tabaklar, bardaklar vs..), kasetçalardan çalınan pop müzik parçası  ile kimi ip uçları verilir gibi olsa da oyun parçalı seyri ile seyircinin zihninde zamana ve mekana dair boşluklar bırakmayı tercih ediyor.

Oyuncunun sahne üzerindeki devinimini ile zihnimizdeki artık bellek parçalarını açığa çıkaran görsel ve işitsel imgelerin kullanımı birbirini tamamlar görünse bile aslında oyun dramatik olmayan alışılageldik bir metni de içermeyen yeni bir estetik dil üzerinden ilerliyor. Bu dil plastik sanatlar, sinema, performans çalışmaları gibi pek çok disiplinin bir arada duruşu ile zenginleştirilmiş

Bu anlamda seyirci de sahnede gördükleri ve duydukları üzerinden bunların geçmişindeki çağrışımlarına tutunarak öznel ama cam piramidin dışında, yani oyunun içine giremeden düşsel bir yolculuk yapmaya çağırılmış. Eğer kendinizi sadece seslerin ve nesnelerin işaretine bırakırsanız alışagelmediğiniz bir deneyim yaşama ve farklı bir sanatsal hazla tanışma şansı sunuyor oyun size. Buna karşılık kişisel bir eksilik olarak düşündüğüm lineer bir alımlama halini içselleştirmiş bir izleyici için sahne üzerindeki devinimin, kimi hareket ve ses tekrarlarının, iniş çıkışlarının bir süre sonra yorgunluk yaratabileceğini eklemek gerekir. Seyirciden beklenin de böyle bir yorgunluk ve çaba olduğunu broşürü okuduktan ve tiyatronun manifestosundan haberdar olduktan sonra anlamlandırabilmek mümkün görünüyor. Buna karşın ol bireysellikten toplumsallığa kapı aralayabilecek bir kavram olan belleğin bu gösterimde ele alınışının sanıyorum biraz da tiyatronun doğasına yüklenmiş anlamlar nedeni ile seyircinin zihninde kimi boşluklar yaratabileceğini de söylenebilir.

Bir başka değişle kolektif belleğe işaret etmeye ya da toplumsal bir hafıza üretimine katkı sağlayabilecek tiyatro mekanında çok kişisel bir deneyimin parçası olmak durumunda bırakılıyorsunuz seyir sırasında. Cam piramidin içine kapalı mimarisi ve bu soyutlamanın yarattığı farklı bir gerçeklik duygusu ile izleyiciyi içe döndürme çabasını pekiştiriliyor.  Bu noktada içinde toplumsallığı da barındırabilecek bir sorgulamanın yerine kişisel bir iz sürme hikayesine dönüşüveriyor bir saati aşan bu seyir hali.

Sonuç olarak, “Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar” seyircinin iç dünyasını, öznel geçmişindeki birikimlerini sahne üzerinde parçalı bir biçimde alımladıkları ile yeniden okumasına kapı aralıyor. Bunu yaparken de seyirciden etkin bir bireysel anlama ve deneyimleme süreci bekliyor. Bu deneyimleme hali tiyatronun çatışma hesaplaşma ya değişimi imleme gibi işlevlerini arka plana atmış görünse de oyunun seyircisini öznel deneyimleri izler üzerinden keyifli bir düşünsel yolculuğa çıkardığını ve ona farklı bir seyir deneyimi sunduğunu söyleyebiliriz.

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Zeynep Baykal

Yanıtla