Lale Mansur: Kadın Mezbahasında Yaşıyoruz

Pinterest LinkedIn Tumblr +

 Deniz Türkali ve Lale Mansur ile hem sinemadaki hem de gündelik hayattaki kadını konuştuk.

Sinema dünyasının edilgen olmayı kabul etmeyen kadınlarını dinliyorum… Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kapsamında Türkiye’de ilk kez düzenlenen   “Kamera Arkasındaki Kadınlar” etkinliğindeyim. Etkinlikte önce sinemanın sultanı Türkan Şoray’ın konuşması var. Şoray, feminist hareketin sinemaya yansıdıkça, erkek egemen sinema dünyasındaki erkek yönetmenlerin, edilgen kadın yerine daha yaşayan kadınları var etmeye başladığını vurguluyor. Şoray, kadınların her türlü baskı ve egemenliğe karşı duran tavrının estetiğe de yansıdığı zaman sinemanın bambaşka bir boyuta geçtiğini de sözlerine ekliyor. Şoray’ın konuşmasından sonra Deniz Türkali ile Lale Mansur’un bir arada oturduğu masaya konuk oluyorum. Salondaki konuşmalardan yola çıkarak kısa bir süre içinde sorularımı Deniz Türkali ile Lale Mansur’a yöneltiyorum.

Irkçı rollerde yokuz 

Kameranın önündeki kadınlardan beklenen ne?Hep güzel ve alımlı olmanız mı bekleniyor?

Deniz Türkali: Kameranın önündeki kadınlardan da erkeklerden de aynı şey beklenir. Rolünü iyi oynaması, disiplinli olması… Bunlar beklentilerin olmazsa olmazı… Hayır, her zaman güzel ve alımlı olmanız beklenmez.. Bu role göre değişir…

Lale Mansur: Sinemada eskisi gibi böyle bir şey kalmadı. Öte yandan ayrımcı, ırkçı, faşist rollerde yer almıyoruz tabii ki. Her rolü oynarım ama film kendi dünya görüşümün dışında bir şey dayatıyorsa onun içinde hiçbir şekilde yer almam.

Dünya görüşünüze uymayanı örnekle açıklayabilir misiniz? 

L.M: Adını şu an hatırlayamadığım çok meşhur bir oyuncunun “Faşizmi öven bir şeyin içinde meleği oynamam” diye bir sözü vardı. Ama bunun aksine anti faşist bir filmde faşisti de katili de her şeyi oynarım.

D.T: Her zaman dünya görüşünüze uygun projeler gelmeyebilir. Ama faşizmi, ayrımcılığı, şiddeti, savaşı öven projelerde elbette oynamam. Projelerin meseleye hangi bakış açısından baktığına bağlı.

Propaganda ve sanat

Peki, iyinin propagandası kötü değil midir?

D.T: Kime göre iyi, neye göre iyi… Ayrıca propaganda ile sanat bir arada pek yürümüyor bence. Olmaz değil elbette ama iyinin ya da kötünün propagandası değil tabii. 67’de Vietnam savaşında gerilla tiyatrolarından söz edilirdi… Fransa’da, İtalya’da, Türkiye’de de sokak tiyatroları vardı. “Devrim İçin Hareket Tiyatrosu” örneğinde olduğu gibi. Bunlar propaganda tiyatrolarıydı. Ancak bir dönemde yapıldı ve bitti…

L.M: Felsefi bir tartışmaya kayıyoruz. (Gülüyor)

‘Erkeklik düz, kadınlık karmaşık’

 Evet, erkek tarafından ciddi bir baskı sistemi var. Ama Türkiye’deki anne profiline baktığımız zaman genelinde annelerle oğulları arasında hastalıklı bir ilişki olduğunu görüyoruz. 

D.T: Bu annelik meselesi hep yanlış ifade edilir. Ya melektir anneler ya da katil! Erk’in yüceltilmesiyle ilgili bir mesele… Ailenin yapısı, toplumun yapısı, anneye oğullarıyla farklı bir ilişki önerir. Bu annelerin değil egemen olan patriarkanın önermesi. Ama değişiyor. Değişecek eğer her meselede kadınları suçlayacak bir şey bulmazsak…

Bütün kadın rolleri

Kadının bir bilmece olarak tanımlanması sizi rahatsız ediyor mu?

D.T: Kadınlığın erkeklik tarafından bilmece olarak tanımlanması beni rahatsız etmiyor. Haklı buluyorum. Erkeklik düz, kadınlık karmaşık… O taraftan bakınca bilmece gibi görünüyor olabilir.

Nasıl bir kadını canlandırmak istersiniz?

L.M: Günlük hayatın içindeki gerçek bir kadını canlandırmak istiyorum.

D.T: Ben oyuncuyum, dünyadaki bütün kadınlık hallerini ve bütün kadın rollerini oynamak isterim elbette.

Aydınlık ve heyecanlı

Yazının devamını okumak için tıklayınız.

Cumhuriyet

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.