Haldun Dormen: Kim kalmış ki Trump kalsın, Erdoğan kalsın

Pinterest LinkedIn Tumblr +

 Evi bir müze gibi… Nişantaşı’nda eski bir apartman dairesi. Günümüzün iki daire birleşimi. Salonda birkaç tane klasik dönem koltuk takımı var. Şamdanlar, minik heykeller, fotoğraflar ve afişlerle kaplı her yer. Uzun bir koridordan geçip sohbet edeceğimiz odaya geçiyoruz. Bu oda da ödüller, masklar, fotoğraflar, kitaplar ile kaplı… 89 yaşındaki Haldun Dormen 65. sanat yılında. Ve hiç durmadan oyun sergilemeye devam ediyor. Hem yazıp hem başrolünde oynadığı, bir dönem seyircisinin gönlünde taht kurmuş ünlü iki eski komedyenin unutulmak istememelerine odaklanan “Bir Zamanlar Gazinoda” oyununu Kenter Tiyatrosu’nda izledikten sonra evine konuk olduk… Vesilemiz tiyatro ama çay ve çikolata eşliğinde sohbetimiz akışında gidiyor… Çaylarımızı koyduğumuz masada kocaman bir vazo, onun içinde de taze çiçekler var. Çiçeklerin gölgesinde de kocaman bir “Shakespeare’in Tüm Eserleri” kitabı. “Çayını içmeden soru soramazsın” diyor Dormen, ancak günümüz insanının akıllı telefon bağımlılığından yakınmaya başlayınca kendimi tutamıyorum. Elimde kayıt için kullandığım akıllı telefonumu tutarken sohbeti buradan başlatıyorum…

-Akıllı telefon kullanmıyor musunuz?

Benim aklım bana yetiyor. Kullanmıyorum. Bir yere beş kişi gidiyoruz, üç kişi telefonla konuşuyor. Bu sözde akıllı telefonlar sohbeti bitirdi. Çok üzülüyorum. Dehşet içindeyim aslında. Akıllı değil cani telefonlar. Hayatımızı mahvettiler. Daha da öteye gidecekler diye korkuyorum. Çok uzun süre cep telefonu bile kullanmadım. Mecbur kaldığım için normal telefon kullanıyorum ama nasılsın, iyi misin demek için açmıyorum telefonu. Sadece haberleşmek için

-Oyunda emektar oyuncuların unutulma korkusu var. Peki sizin en büyük korkunuz unutulmak mı?

Hiç unutulmadığım için korkmuyorum. Bu yaştan sonra da unutulmam herhalde. En büyük korkum tiyatro yapamamak. Dormen Tiyatrosu 1972’de kapandığında rüyalarımda tiyatro yapıyordum…

-Tiyatro tek aşkınız mı?

Değil. Her şeyden hoşlanıyorum; insanlardan, yaşamdan… İnsanlarla beraber olmaktan çok keyif alıyorum. İş olarak tiyatrodan başka bir şey düşünemiyorum hatta tiyatro için yaşıyorum. Muhsin Bey “Tiyatro karın, karın da metresin olmalı” demişti. Gerçeklik payı var bu sözde.

-Oyunda yeni sistemin getirdiklerine iğneleme var. Neden eskiler yenileri sevmez?

Ben seviyorum. Alternatif tiyatroların ne kadar yararlı olduğunu anlatıyorum. Risk alıyorlar.

-Tweet atmak, like etmek…

Anlamıyorum. Bana ters geliyor. Çince gibi geliyor. Çinceyi daha kolay öğrenirim gibi geliyor. Üstelik ben yeni Türkçeciyim. Yeniliğe karşı değilim.

-Önlenemez bir alkış isteği… Alkışlanmak, beğenilmek neden bu kadar önemli?

Alkışlanmak yaptığınız işin kabul edildiğini, beğenildiğini ve sevildiğini gösteriyor. Bu yüzden alkışı seviyorum. Rejisörlük kadar değil ama aktörlüğü seviyorum. Aktörlük yaptığım zaman alkışı seviyorum. İnsanların ayağa kalkıp beni alkışlaması hoşuma gidiyor. Bu iş, inişi ve çıkışı olan bir iştir. İnişlerde yılmayacaksınız. Gençliğimde ben de inişler yaşadım. Çok şükür şimdi yaşamıyorum, akıllandım galiba.

-Öğrencilere en çok söylediğiniz şey nedir?

Herkese söylemek istiyorum. Umudunuzu kaybetmeyin. Başka türlü bu işinden içinden çıkamayız. Türkiye şu anda çok karışık bir durumda, umudunuzu yitirirseniz çalışmazsınız, çalışamazsanız, hiçbir şey yapamazsınız. Herkes işini en iyi şekilde her şeye rağmen yapmalı. Umut, umut, umut… Çünkü kırılmaya çalışılan bu. Ben şu anda üç oyunda oynuyorum. Bu yaşta üç oyunda.

-Bu kadar enerjiyi nereden buluyorsunuz? Çalışmaktan demeyin…

Çalışmaktan. Çalışınca enerji geliyor. Ama yeme-içmeme dikkat ederim. Fazla içki içmem. Sevdiğim işi yapıyorum. Olayların iyi taraflarını bulmaya çalışıyorum. Her akşam 3-4 sigara içerim. Bu 30 yıldır böyle.

-Sigara içmeye zaman buluyorsunuz?

Çok geç kalmışsam dört taneyi hemen üst üste içerim.

-Aşk…

Aşkı yaşamamış insanın kendini tam yaşamış olarak kabul etmemesi lazım. Aşkın altında ezilmemek lazım. Aşkta her şey olabilir. Karşılıksız olabilir, bitebilir. 9 yıl karımla evli kaldım sonra boşandık ama hâlâ en yakın arkadaşım. Olursa olur. Olmadı, ne yapalım.

-Aşkta da önünüze bakıyorsunuz…

Her şeye böyle bakıyorum.

-Aşkın altında ezilmiyorsunuz, hayatın, işin altında ezilmiyorsunuz… Sizde gizli ve büyük bir ego var ama başkalarını ezmeyen bir ego. Bu ego mu önünüze baktırıyor?

Doğru söylüyorsunuz. Sanırım böyle bir egom var, ama başkalarına zararlı olacak bir ego değil bu. Çünkü her şeyi paylaşırım. Habire iş yapıp paylaşırım. Müzik çok dinliyorum. Klasik müzik dinlerim çok, ama pop da seviyorum. Sezen Aksu, Emre Aydın gibi…

-Emre Aydın bir şarkısında “Sen beni ölsen unutamazsın” diyor. Son dönem Türkçe pop şarkılarında böyle kendi üzerinden büyük iddialar var. Ben ölsem seni unutamam değil de sen ölsen beni unutamazsın…

Bunu onlar düşünsün. Ama “Soğuk Odalar” şarkısı güzeldi. Sesi de güzel.

‘Kim kalmış ki Trump, Erdoğan kalsın…’

-Sizin için hep arkanıza değil önünüze baktığınız vurgulanıyor…

“Eyvah” deyip vakit kaybetmem. Evet, önüme bakarım. Size de tavsiye ederim çünkü bu çok önemli. Her şey başımıza gelebilir. Sevdiklerimizi kaybedebiliriz. Ölümler, fiyaskolar olabilir hayatımızda. Tiyatromun kapandığı gün “Eyvah şimdi ne yapacağım” diye hiç düşünmedim. O gün bile ne yapacağımı biliyordum. Şimdi düşününce iyi bir zamanda bitti diyorum, bir efsane oldu ve bitti. Devam etseydi sürünecekti. Kenter Tiyatrosu ne oldu, Yıldız Kenter’in hastalanmasıyla yok oldu.

-Bu durum gamsızlıkla nerede ayrılıyor?

Kendimi zamana adapte etmesini bilirim. Kederlenirim ama mahvolmam. Hakkımda kötü konuşanlara bile kendi fikirlerimi aşılamaya çalışırım. Kimseye kızgın değilimdir.

-Kızgınlık yok, büyük öfke yok.. Keskin duyguları atlamayı nasıl başarıyorsunuz?

Yaşlandım galiba artık! Bazı şeyler zamanla oluyor. Eskiden daha çok kızardım. Şimdi hiç kızmıyorum. Size bir şey söyleyeyim. Bunu yapmam lazım deyin ve yapın. Kimseyi dinlemeyin. Bugün Türkiye’de bile yapılacak çok güzel şeyler var. Türkiye’yi küçümseyenlere çok kızıyorum. ABD’de ne oldu? Trump geldi. ABD’deki entelektüel arkadaşlarım beni aradı ve ABD’den gitmek istediğini söyledi. Ne saçma! Trump gelir, gider. Kim kalmış ki Trump kalsın, Erdoğan kalsın. Neler gördük biz… Ne Hitler kaldı, ne Stalin, hepsi gitti. Bu dünya hiç kimseye kalmıyor. Onun için doya doya yaşamak lazım.

-Bugünkü ülke gündemi içinde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Ben Atatürkçüyüm. Atatürk’ün kurduğu temel sarsılmaz. Sağlam temelimiz var. Ben ağlamam hiç, gözüm dolar ama o gözyaşı düşmez. Geçen gün televizyon izlerken gözümden yaş geldi. Şaşırdım. Milli bir konudan dolayı. Ben milliyetçiyim. Türkiye’ye dair söylenen her kötü söze karşıyım.

-Hayat felsefenizde başka neler var?

Güzel şeyleri görmeye çalışın. Tabiatı önemseyin. Doğayı seviyorum. Denizden daha çok ormanları seviyorum. Ağaçları çok seviyorum. Tanrının mucizesi olarak insan beynini ve ağaçları görüyorum. Milyarlarca ağaç var ve birbirine benzemiyor. Tanrının mucizeleri bunlar. Ama dini ayrımlara inanmıyorum. Hıristiyan, Müslüman gibi. Çünkü kiliseye de gitsem camiye de gitsem aynı şeyi hissediyorum. Tanrı hissini duyuyorum. Tanrıyı arkadaş olarak görüyorum. Sabah dua ederim hayat konusunda. Güzel bir gün için…

500. kez ‘Kibarlık Budalası’

Haldun Dormen, bu sezon, Moliere’in “Kibarlık Budalası”nda Mösyö Jourden’i canlandırıyor. Oyun, Fransa dışında bir ülkede, aynı ekip tarafından 500 kez sahnelendi! Gogol’un “Müfettiş” oyununda da rol alan Dormen, ayrıca, “Şahane Züğürtler” ile “Sevgilime Göz Kulak Ol” oyunlarını da yönetti. Şu anda da öğrencilerini “Müzikallere Selam” adlı mezuniyet gösterisine hazırlıyor.

Cumhuriyet

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.