Aziz Nesin Emek Ödülü’ne Değer Görülen Menderes Samancılar: Sanatı Politikadan Ayıramazsınız

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[ÖZGÜR CEREN CAN]Bu yıl 29’uncusu düzenlenecek Ankara Uluslararası Film Festivali’nde Aziz Nesin Emek Ödülü Menderes Samancılar’a verilecek.

Bu yıl 29’uncusu düzenlenecek Ankara Uluslararası Film Festivali, 19-29 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek. Ankara Uluslararası Film Festivalinde “Aziz Nesin Emek Ödülü” Menderes Samancılar’a verilecek. Ödül töreni 19 Nisan’da MEB Şûra salonunda gerçekleştirilecek açılış töreninde takdim edilecek.

BirGün’e konuşan Samancılar, “Aziz Nesin Emek Ödülü’nün bana verilmesi beni çok duygulandıran, hüzünlendiren ve başka bir coşkuya sürükleyen bir karar” dedi.

»Dolu dolu bir yaşam öykünüz var. Anadolu’nun sizde bıraktığı en derin iz nedir?

Anadolu bizi mayasında insan ve toprak olan hamuruyla etkiledi. İnsan ve toprağın birleştiği yerde umut, bereket, emek var. Emek ve toprak deyince aklıma Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Aşık Veysel gelir… Anadolu’nun bende bıraktığı en derin iz Aşık Veysel’dir.

Sinemada devrimci mücadeleyi öğrendik

»Yeşilçam’dan bahsedelim mi biraz? Yeşilçam sizin okulunuz oldu diyebilir miyiz?

Bir sığırcık kuşu gibi gökten düştüm Yeşilçam’a. Bir kuşun hangi yuvaya düşeceği de çok önemli. Kedilerin önüne de düşebilirsin. Nitekim düştüm de ama şanslı ve uyanıktım. Bana uçmayı öğretecek kargaların yanına sığınmayı becerdim. İhsan Yüce, Tuncel Kurtiz, Süreya Duru, Kadir Savun, Vedat Türkali… Saymakla bitmez. Ben Yeşilçam’a fabrikadan geldim; işçi ve emekçiydim. Fakat sömürülmeyi de emek mücadelesini de asıl Yeşilçam’da öğrendim. Sinemada devrimci mücadeleyi öğrendik. Ama kime karşı? Yine kendi arkadaşlarımıza karşı mücadele etmek zorunda kaldık. Biz Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği’ni kurduğumuzda pek çok sinema yapımcısından veto da yedik. Oysa biz sadece emeğimizin karşılığını almanın ve özgürce sanat yapabilmenin mücadelesini veriyorduk. Arkadaşlarımızla mücadele etmiyorduk biz onlarla kol kola girmeyi deniyorduk.

»Fransa, İtalya, Irak, İran, Almanya ve Amerika gibi ülkelerin sinemalarında farklı filmlerle iz bıraktınız. Nasıl bir deneyim sanatçı için uluslararası yapımlar?

Yabancılarla çalışmak insana başka derinlikler açıyor. Ama ne yaparsan yap kendi ülkenin sineması kadar seni derinden etkileyen bir şey olmaz. Çünkü önce kendi memleketimin hikayesini anlatmak anlamlı benim için. Memleketin problemi olan hikayeleri… Acıyı hissedemiyorsan oyunculuktan da nasibini alamıyorsun yapımcılıktan da yönetmenlikten de. Avrupa sinemasının temel insan haklarına ve özgürlüklere bakışı farklı. Bizde her zaman sansür var. Sanatçıların özgür olmadığı ülkede biz özgürlükten bahsedemeyiz. Sanatın üstünde sansür yoksa o ülkenin geleceği vardır.

Sinema her şeyin üstündedir diyorsun. Sonra bir oyun dünyayı değiştirebiliyor. Bazen öyle tehlikeli bulunuyor ki siyasal iktidarlar tiyatro oyunlarını, filmleri yasaklıyor.

»Bugüne kadar çok sayıda ve değerli ödüller aldınız, sanatçı için ödüllerin nasıl bir etkisi oluyor?

Sanatçının ödül alması ağacın budanması gibidir, yeniden yeşerir. Yeni dallar, yeni yapraklar yeni çiçekler açar. Burada asıl mesele sana bir ödül verildiği zaman ona layık olabilmek. Ödül sorumluluktur. Eline alıp sahneden aşağı inmekle bitmez, omuzuna koca bir yük alıyorsun aslında. Yaşadığın toplumdan sorumlu ve insanlığa layık olmak zorundasın.

»Bu yıl 29. Ankara Uluslararası Film Festivali komitesince “Aziz Nesin Emek Ödülü”ne değer bulundunuz. Bu ödülün bir kültür sanat emekçisi olarak sizin için anlamı nedir?

“Aziz Nesin Emek Ödülü”nün bana verilmesi beni çok duygulandıran, hüzünlendiren ve başka bir coşkuya sürükleyen bir karar. Aziz Nesin gibi bir usta… Sevdiğim, aydınlatıcı bir yazarımızdı. Tanıdım da kendisini şanslıyım. Aydınlanma meşalesini yakmış, halkın da görmesini istemiş o meşaleyi. Aydınlanmak sizin elinizde, karanlık da burada aydınlık da burada demiş. Gerçeğiniz bu, gerçeğinizi fark edin demiş. Aziz Hocamın adına bir ödül almak beni son derece mutlu etti. Üstümüze düşen, bu ödüle ve hocamın bıraktığı değerlere layık olmak.

»Sanat ve politika ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Sanatçı bu ilişkinin neresinde?

Sanatı politikadan ayıramazsın. Memlekette kötü giden şeyler yükseldikçe sanat da tırmanır, engel olamazsın. Her şey sütliman giderken de sanat eleştirir. Yapıcıdır, onarıcıdır ve yol göstericidir. Sanatasırtını dönen iktidarlar ne kendilerinin ne de halkın hayallerini asla gerçekleştiremezler. Özetle; güneşle ilgili hayalleri olmayanın, aydınlık geleceği de olmaz.

»Festival filmlerine baktığımızda yoğun bir politik içerik görüyoruz. Adeta düzenle hesaplaşma alanı olmuyor mu festivaller?

Aslında festivaller hesaplaşma alanı değil, toplumun ve sanatçıların soluk aldığı alanlar. Nefesini tutarsın tutarsın bir festivalde dışarı verebilirsin. Mesela Antalya Uluslararası Film Festivalinde ulusal yarışmayı kaldırarak toplumun oradan aldığı soluğu kestiler. Ülke sinemasını yok saydılar. Bizim festivalimizi ve sinemamızı yok sayanlarla bizim hiçbir zaman işimiz olmaz. Behlül Dal’ın kemikleri sızlamıştır. Nur içinde yatsın sevgili hocamız.

»Her dönemde sanat hafıza tetikleme, zihin açma ve duygusal iletkenlik gibi işlevler yüklenmiştir ama sanki günümüzde ve özellikle kendi coğrafyamızda toplumsal sorumluklar politika alanından sanata devredildi. Ortadoğu sineması ve Türkiye sineması bu noktada nerde sizce?

Sanat tabii ki topluma görmediğini ve görmek istediğini gösterebilir. Toplum kendi gerçeğini sırları dökülmüş bir aynanın sisli derinliklerinde bulabilir. Doğal olarak da bu durum kimi iktidarların asla işine gelmez. Ortadoğu geçmişten günümüze kadar bitmeyen savaşların odak noktası olmuş ve bugün de bu savaşlar aynı hızla devam etmekte. Savaş yalnızca sanatsal olanakları değil tüm kültürel mirası da yerle bir ediyor. Bugün sanata olan ihtiyacımız kadar barışa ve kardeşliğe de ihtiyacımız var. Ortadoğu sinemasına gelince, benim için her zaman birinci sırayı İran Sineması almıştır. Türkiye ve İran sinemasını yana yana koyduğumuzda, ikisinin benzer değerler taşıdığını görebiliriz. Çünkü temelinde acılarımız, kardeşliklerimiz ve ayrılıklarımız her zaman ortak olmuştur. Irak ve Afgan sineması için de böyledir.

»Tiyatronun farklı bir konumu var mı peki bu bağlamda?

Tiyatro insanların birbiriyle yüzleşmesidir. Gerçekleri insanların gözüne baka baka yüzüne söylemektir. O nedenle tiyatro her zaman sinemadan bir karış öndedir diyorum. Fakat sonra bir film çıkıyor karşımıza… Sinema her şeyin üstündedir diyorsun. Sonra bir oyun dünyayı değiştirebiliyor. Bazen öyle tehlikeli bulunuyor ki siyasal iktidarlar tiyatro oyunlarını, filmleri yasaklıyor. Oysa sinemanın, sanatın ve basının özgür olmadığı yerde insanlar da özgür olamaz.

»Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” adlı romanı ilk defa sahneye uyarlandı Engin Alkan rejisiyle. Oyunda “Raif Efendi” karakteriyle izleyicilerinizle ikinci kez sahnede buluşuyorsunuz. Tiyatroda izleyiciyle doğrudan ve yoğun bir temas kurmak nasıl hissettiriyor? Sinema ile kıyaslıyor musunuz?

Tiyatro oyunculuğu çok başka bir alan. Ben sinemacıyım ve alaylı bir sinemacıyım. Sinemayı da çok teknik olarak kavramış değilim. Zaten sinema oyunculuğunu öğrenene kadar anam ağlamış. Bu ikinci tiyatro deneyimim. Daha önce Selvi Boylum Al Yazmalım vardı orada Barış Erdenk Hocanın ısrarı ile tamam dedim. Tiyatroda başarılı olacağımı da düşünmüyordum. Hala da düşünmüyorum. Sinemada hatanı görüp daha sonrası için ders çıkarabilirsin ama tiyatroda oynuyorum ama kendimi göremiyorum en büyük uhdem bu. Tiyatro çok emek isteyen, çok meşakkatli, gerçek bir mücadele alanı. Gönül verenlerin yapacağı iş. Tamam ben de tiyatroya gizli sevdalılardan biriyim ama seyirci olmak daha güzel. Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” eseri toplumu derinden etkilemiş bir eser. Beni de derinden etkiliyor. Oyun oturdukça öyle bir içselleştirdim ki Sabahattin Ali’nin ruhunu damarlarımda hissetmeye başladım. Kurduğum cümleler bile değişiyor. Yine şanslıyız, Sabahattin Ali gibi bir ustanın yaşamış olduğu topraklarda yaşamak bile bizim için bir onurdur.

Birgün

Paylaş.

Yanıtla