Hesaplaşmalar Eşliğinde Sevgiyi Keşfetmek

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Evrensel’den Hilal Tok’un yazısını paylaşıyoruz.]

Bir başlangıç ama aynı zamanda bir devam hikayesi: Beyaz. Derya Alabora ve Deniz Çakır’ın rol aldığı, Fransız Yazar Emmanuelle Marie’nin oyununu aslına sadık kalarak perdeye aktaran Yönetmen Özen Yula’nın Ezop Sahne’de seyirciyle buluşturduğu bir oyun.

Ölmek üzere olan anneleri için yan yana gelmek durumunda kalan iki kız kardeşin birbirleriyle hesaplaşmaları, haykırışları, öfkeleri ve varlığını uzun zamandır unuttukları sevgiyi keşfetmeleri hikayesini merkezine alan “Beyaz”,  bu haykırışlar ardında seyirciye sürekli olarak ‘ölüm’ü düşündürtüyor.

Ölüm, hasta anneyi oynayan Suna Selen’in yatakta acı içinde kıvranışlarının ama aynı zamanda bir sakin teslimiyet içinde bekleyişinin perdeye bir ‘yansıması’ olarak gösteriliyor. İki ayrı beyaz kapıdan mutfağa girerek seyirciye yüzünü gösteren iki kız kardeş karşımıza çıkıyor.

KAÇABİLİR Mİ İNSAN ARAFTAN?

Beyaz kapılar açılıyor, beyaz kapılar kapanıyor… Sahneler boyunca iki kız kardeşin her karşılaşması birbiri arasındaki öfkeyi sevgiye bırakıyor. Beyaz kapılardan biri ölüm döşeğindeki hasta annenin olduğu odaya açılıyor, yani ölüme.

Diğer bir kapı ise sıkıştıkları mutfakta nefes almak için kaçtıkları bahçeye, yani yaşama… Ama sanki iki kız kardeşin ömrü bu iki kapı arasındaki mutfağa sıkışmışçasına dolanıp duruyor içeride. İki kapıdan da vazgeçemiyorlar. Birbirlerini sürekli buldukları yer ise bu beyazlar içindeki mutfak. Sanki bu mutfak ‘araf’ onlar için, bir hesaplaşma alanı, bir keşfin yeri…

Peki, ne keşfedecekler birbirlerinde? Sevgiyi mi, kaçamadıkları geçmişi mi, pişmanlıkları mı, sorumlulukları mı, kız kardeşliklerini mi? Kim bilir belki de hepsini… Ve bu beyazlar içinde arınıyorlar tüm kötülüklerinden, pişmanlıklarından, öfkelerinden sanki.

HESAPLAŞMALAR, AYNILIKLAR…

Kız kardeşlerden büyük olan hiç evlenmemiş, oyunculuk yaparak geçimini sağlayan yalnız bir kadın. Kimi zaman şaşkın, mutsuz ama yine de neşeyi içinde barındırıyor. Derya Alabora hayat veriyor bu karaktere ve bunu oldukça iyi yapıyor. Kimi zaman güldürüyor, kimi zaman hüzünlendiriyor, duygudan duyguya sürüklüyor seyirciyi.

Deniz Çakır’ın canlandırdığı küçük kız kardeş ise mutlu olmadığı bir evlilik içerisinde, daha önce kaçmak, gitmek için uğraşmış ama kendi yaşadığı mutsuzlukları çocuğunun da yaşamaması için geri dönmek zorunda kalmış, bunun da büyük bir pişmanlığını yaşıyor için için. Mutsuzluğu yüzüne yansıyor ve gözyaşlarını göremeseniz bile içinde hıçkıra hıçkıra ağlayan kadını fark ediyorsunuz. Babasına duyduğu öfke ve ümitsizlik de yer yer dile geliyor. Tüm bu mutsuzluk içerisinde kafasını dağıtmak ve ‘araf’taki duygularından uzaklaşmak için ev işleriyle uğraşıyor sürekli. Ama hayatının bundan ibaret olmasından o kadar mutsuz ki… Mutluluk kokusuna erişebilmek için bahçeye çıkıp çamaşır serdiğini ve çiçekli düşünceleri ancak bu şekilde hissettiğini paylaşıyor seyirciyle. Öyle içten ve özlemle anlatıyor ki o mutluluk veren çiçek kokusunu, burnumuza geliyor o koku ve bizi de alıyor beyazlar içine.

Bir yandan içindeki sevgiyi bastıran bir öfke duyuyor ablasına, çünkü ablası ‘özgür, rahat, ailesinin ‘gurur’ duyacağı bir kadın. “Peki, ya ben öyle miyim?” diye sorguluyor kendini. Ölüm ve yaşam arasında sorgulayıp duruyor; pişmanlıklarını, öfkesini, yaşayamadıklarını…

ORTAKLIKLARIMIZI KEŞFEDELİM

Kardeşlerin ortak noktası mutsuz olmaları… Hayat tercihlerinden pişmanlık duyan ve bunlardan kaçamayan iki kadının hesaplaşmalarında ikisinin de birbirlerinin hayatı hakkında çok bilgiye sahip olmadığı ve ikisi de bir diğerinin kendisinden daha mutlu yaşadığını düşündüğünü görüyoruz. Bu düşüncenin etrafında hesaplaşırken birbirlerinin ortaklıklarını fark edip, çözümü bir arada olmakta ve birbirlerini yalnız bırakmamakta buluyorlar.

Belki de asıl mühim noktası burası oyunun. Birbirimizle konuşmalı, yaşantılarımızı önümüze koyarken birbirimizin kurdu olmak yerine bir birlikteliği sağlamalıyız. O zaman pişmanlıklarımızı bir kenara koyup; sorunlarımızın da arzularımızın da ortaklığını keşfedebiliriz, ne dersiniz?

“Ölüm var ve ‘şimdi’ bir daha olmayacak” dedirten bir oyun olan “Beyaz”ın temposu oldukça durağan olsa da hızlıca geçiyor zaman. Duygusal yoğunluğu, dramı ön planda. Ancak oyuncuların performansları takdire şayan; dekor, sahne tasarımı, sesler ve müzikler de oldukça başarılı. Hoşça vakit geçirilesi, diyaloglarıyla ve akışıyla bir hesaplaşma yaratan “Beyaz” seyircisini bekliyor.

Evrensel

Paylaş.

Yanıtla