NDT 1’in İstanbul Tiyatro Festivali Gösterimleri

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet K. Özel

ndt tartışmasız dünyanın, belli bir koreografla anılmayan en iyi çağdaş dans topluluğu, aynı zamanda da en popüler; yani hem eleştirmenleri, hem seyircileri, hem de alanındaki meslektaşlarını tatmin edebiliyor. bir ndt gösterisi seyrettiğinizde, program farklı koreografların yapıtlarından oluştuğu için, dünyadaki çağdaş dansın gidişatına, güncelliğine dair bir fikriniz oluyor.

ndt1’in istanbul seyircisine sunduğu dört yapıtlık, iki aralı, yaklaşık üç saat süren program genel olarak tatmin ediciydi.

topluluğun genel sanat yönetmenliğinden 2020 yazında ayrılacağını geçenlerde açıklamış olan, sekiz yıldır bu görevi sürdüren paul lightfoot’un, hem bütün yapıtlarında hem de hayat ortağı sol leon’la tasarladıkları birer iş akşamı açtı ve kapattı (“shut eye” ve “shot the moon”) . iki leon&lightfoot yapıtı arasında, topluluğun iki yerleşik koreografının, marco goecke ile crystal pite’ın birer işi vardı.

crystal pite

programın en çarpıcı, en etkili, en farklı yapıtı pite’ın “the statement”ı idi. “the statement”ın benim açımdan öyle olacağı kağıt üzerinde belliydi, şaşırmadım; 28 kasım akşamki seyircinin de en çok, en güçlü, en çılgınca ve ayakta alkışladığı, en sevdiği yapıtın o olmasına ise sevindim.

eski william forsythe dansçısı, kanadalı crystal pite son yılların en üretken, en aranan ve çok yönlü koreograflarından biri. pite’ın işleri kabaca iki damardan ilerliyor. bir, kendi topluluğu kidd pivot ile dans tiyatrosuna göz kırpan, edebi tadı olan işler üretiyor; dört yıl önce münih turnesinde seyrettiğim shakespeare uyarlaması “the tempest replica” ve topluluğun sükse yapan, ses getiren, ödül alan son yapımı “betroffenheit” bunlardan ikisi.

pite’ın diğer damarı ise, büyük opera kurumlarının kalabalık bale/dans topluluklarına yaptığı, unison (bütün dansçıların aynı hareketleri yaptığı) ağırlıklı koreografilerin baskın olduğu işler; bunlardan paris opera balesi’ne yaptığı “the season’s canon”a, kayıttan seyrederken bile ağzım açık, hayran kalmıştım.

pite uzun yıllardır ndt1’in de yerleşik koreografı; yani bu topluluğa düzenli olarak işler üretiyor.

pite “betroffenheit”da jonathon young ile yaptığı işbirliğini ndt1 için tasarladığı “the statement”ta da sürdürmüş. ikili şubat sonunda prömiyer yapacak olan yeni kidd pivot işi “revisor”da da beraber çalışıyorlar.

“the statement”ın “betroffenheit” ve kidd pivot’un sitesindeki açıklamadan anladığım kadarıyla “revisor” ile ortak özelliği koreografinin söz ile hareket arasında kurulan ilişki üzerine inşa edilmiş olması; kayıt edilmiş diyalogların beden yoluyla vücuda gelmesi. beden hareketi deyince bundan sadece jestler anlaşılmasın; dansçılar sadece jestler icra etmiyor, bedenlerinin bütünüyle adeta konuşuyorlar, edilen sözlerin içeriklerini bedenlerinden geçirerek dışarıya vuruyorlar.

“the statement”

“betroffenheit”tan bu koreografik tasarımı bildiğim için, “the statement”ta beni en çok etkileyen yapıtın bu özelliği olmadı.

20 dakikalık orta metraj bir yapıt olmasına rağmen “the statement”ın etkisinin bende uzun süre devam etmesine esas sebep olan, yapıtın kurgusuydu. ilk 10 dakikada gerçekleşen dört kişilik tartışmanın, sonraki 10 dakikada geriye sarılıp, parçalara bölünerek, bu sefer sözlerin birebir dışavurumunun değil, tartışmanın kişiler üzerinde yaptığı/yarattığı psikolojik etkilerin bedensel karşılıklarının dışavurulması bence yapıtın en can alıcı, en ilginç ve beni heyecanlandıran -kurgusal- özelliğiydi.

tartışmanın; detayları verilmeden, ama sezdirilerek günümüzün devletlerinin veya gizli servislerinin pis işlerine göndermelerde bulunan içeriği etkili, tek bir büyük bir masa etrafında, altında, üstünde dönüyor olması etkileyiciydi.

“the statement”ın kurgusal tasarımından sonraki en nefes kesici ve olağanüstü özelliği ise, sahne mekanının genelini ve masa nesnesinin (altını, yanını ve özellikle de farklı mesafelerde üstünü) kullanan, tom visser’e ait atmosferik ve dinamik ışık tasarımı idi.

“woke up blind”

programın diğer ara-yapıtı “woke up blind”; müzik seçimiyle (iki jeff buckley şarkısı), sadece sade bir ışık tasarımının hakim olduğu boş sahnesiyle ve hızlı jest, mimik ve el-kol hareketlerinden oluşan ayrıksı hareket tasarımıyla tipik bir marco goecke işiydi.

goecke günümüz çağdaş dans dünyasında kendine özgü hareket kalitesi ve vokabüleri yaratmış az sayıda koreograftan biri. onun bir yapıtını seyrettiğinizde tanımamanız mümkün değil; çok kendine has bir dünya yaratıyor sahnede ve bunu sadece ve sadece hareket tasarımıyla, beden kullanımıyla (nefesle, sesle, hareketin tasarımının yanı sıra hızıyla oynayarak) yapıyor. goecke ne belli bir anlatıya ihtiyaç duyuyor, ne komplike ışık tasarımlarına, ne video görüntülerine, ne de devasa, dönen, kalkan inen, dökülen, fışkıran sahne tasarımlarına. belki ona özgü hareket tasarımının yanına bir de müzik seçimini eklemek lazım, çünkü müzikler hareketlerin ayrıksılığıyla aynı frekanstalar. bütün bu saydığım özelliklerinden dolayı goecke’yi önemsiyorum ve seviyorum. (daha önce onun hakkında uzunca yazdım, merak eden tıklayabilir)

istanbul seyircisi ndt’yi yakından tanıyor; en azından benim takip ettiğim kadarıyla şehrimize daha önce dört defa geldiler: bir kere ndt1 (2004), üç kere ndt2 (1994, 2010, 2012).

ndt1’in istanbul’a tekrar bir turne yapması şahane bir olay. 28-29 kasım’daki istanbul tiyatro festivali kapsamındaki iki gösterinin kapalı gişe olmasından, istanbul seyircisinin tanımak dışında ndt’yi sevdiği de anlaşılıyor. dolayısıyla keşke istanbul’a üç-dört yılda bir gelseler. onları kim getirirse; ister iksv ister zorlu, bilet satma konusunda pek zorluk yaşamayacağı kesin.

ancak; her ne kadar, kalitesi tartışmasız ndt’nin bir kere daha istanbul’a konuk olmasından memnun ve seyrettiğim gösteriden genel olarak tatmin olsam da, iksv onları özel program olarak getirebilecekken neden tiyatro festivaline dahil edilmiş olduklarını anlamış değilim.

tiyatro festivali’nin programına dans alanında, popülerlikten ziyade kilometretaşı olmuş veya yeni  şeyler deneyen koreografları ve toplulukları almak daha doğru bir tercih olmaz mı.

iki sene önceki festivalde christian rizzo adeta nefes kesiciydi, ama maalesef ndt gibi salonu dolduramamıştı, ki zorlu’nun küçüğündeydi. dolayısıyla festival direktörü leman yılmaz risk almakta çekiniyor olabilir haklı olarak.

dans alanında çok çok önemli isimlerden maguy marin’in hala istanbul’a davet edilmemiş olması büyük bir ayıp değil mi. müthiş üretken anne teresa de keersmaeker istanbul’a tekrar tekrar gelmeyi hak etmiyor mu. yenilerden; pite’ı kendi topluluğu kidd pivot ile seyretmek, böyle ekmek arası döner misali seyretmekten daha doyurucu olmaz mı. hadi, büyük ihtimalle yapıtlarının içerdiği çıplaklıktan dolayı dimitris papaioannou veya alain platel getirilemiyor istanbul’a, yapıtlarının neredeyse hiçbiri çıplaklık barındırmayan wayne mcgregor’u veya peeping tom’u bir an önce istanbullu dans severlerin ve öğrencilerinin karşısına çıkarmak isabetli olmaz mı.

velhasıl; ndt1 istanbul tiyatro festivali’nde enerjiyi ve heyecanı yükseltti, belli bir kalitesi de olduğu yadsınamaz, ancak pite bir kenarda tutulursa dansa yeni bir bakış açısı sundu mu, görüşümüzü genişletti, nefesimizi kesti mi, sanmıyorum. estetik açıdan güçlü, hareket eden tablolar seyrettik, o kadar!

Danzon

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet K. Özel

Yanıtla