Bir Tiyatro Efsanesi: Gülriz Sururi Cezzar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Erdoğan Mitrani’nin Şalom‘da yayınlanan yazısının bir bölümünü okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

“Sadece büyük bir oyuncu değil, yaşamını sanata dönüştürmüş bir kadındı Gülriz Sururi… Giyimi, kuşamı, yediği, içtiği, evi, eşyaları, dostlukları, ilişkileriyle kendisi bizzat bir sanat eseriydi. Bilinçli, sorumlu, adalet ve özgürlük yolunda direnen, sürekli mücadele eden bir Cumhuriyet kadını, nesli tükenmekte olan örnek bir sanatçıydı. Canım, ciğerim, 55 yıllık sahne ve yol arkadaşım güzel yaşadı, ardında büyük bir boşluk bırakarak sessizce ayrıldı aramızdan. Bir eksiğiz şimdi. Her birimize daha çok görev düşüyor…”   Genco Erkal

Şûrâ-yı Devlet başkanı Nazif Sururi Bey’in torunu, Türkiye’nin ilk operet kurucularından Lûtfullah Sururi Bey’le ilk Türk primadonnası Suzan Lütfullah’ın kızı Gülriz Sururi, 23 Ocak 1929’da İstanbul’da doğmuş, 2018’in son günü, 90. yaş gününden birkaç hafta önce “dünyamızdaki yolculuğunu tamamlayarak dilediği gibi toprağa karışmıştı.”

Son günlerde hakkında yazılanlarda öncü ve örnek bir Cumhuriyet aydını oluşunun, tabulara yasaklara, baskıya, sansüre, haksızlığa karşı dimdik duruşunun üzerinde bol bol duruluyor. Eşi Engin Cezzar’la mal varlıklarını ÇYYD’ye, Gümüşsuyu’ndaki beş katlı apartmanı kültür ve sanat evi yapılması için Nesin Vakfı’na bağışlayarak, İKSV’ye yaptığı bağışla Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatro Teşvik Ödülü’nü hayata geçirerek toplumdan ve sanattan aldığını yine topluma ve sanata verdiğinin altı çiziliyor. Haklı ve doğru bir yaklaşım.

Ancak, bu efsanevi oyuncuyu ilk adımlarından beri sahnede izleme onurunu ve mutluluğunu yaşamış biri olarak, Gülriz Sururi’nin sanatçı yönü ve tanıştıktan sonraki kısa sohbetlerimizin anılarıyla ilgili bir yazı yazmak istiyorum.

TİYATROCU AİLENİN KIZI

Gülriz Sururi, tiyatrocu bir ailenin, Sururi Hanedanı’nın en küçük kızıydı. Babası, ilk Türk operet tenorlarından Lütfullah Sururi (1904-1967), yurdumuzda operet sanatının yabancı kumpanyaların tekelinden kurtulup bugünkü düzeye gelmesinde ilk emeği geçenlerdendi. Halk Opereti’yle Süreyya Opereti’nin kurmuş, sonraki yıllarda halkı günlük sıkıntılardan çekip alacak, yormadan güldürüp eğlendirecek bir tiyatro türünün gelişmesine önayak olmuş, tuluata dayalı vodvil tiyatrosu olarak halk tiyatrosu geleneğini sürdüren İstanbul Tiyatrosu’nun yönetimini yaşamının sonuna dek üstlenmişti. Ali Sururi (1913-1998), eşi Alev Sururi (1931-2013), Celal Sururi (1903-1971), Yusuf Sururi (1894-1970), Toto Karaca (1912-1992), Muzaffer Hepgüler (1918-1979), eşi Asuman Arsan (1934-1998) gibi komedi dünyasının devlerinin oynadığı bir tiyatrodur İstanbul Tiyatrosu.

Sahneye ilk kez ‘Ayşe’ operetinde, hâmile annesinin karnında çıkan, tiyatrocuların içinde büyüyen Gülriz, Notre Dame de Sion Lisesi’nde okurken, Muhsin Ertuğrul’un ısrarıyla 1942’de İstanbul Şehir Tiyatrosu Çocuk Bölümünde sahneye çıkmış, dönemin önemli öğretmenlerinden tiyatro, şan ve bale dersleri almıştı. Maddi zorunluluklar sebebiyle konservatuvarı bitiremeden çalışmaya başlayan genç oyuncu profesyonel kariyere 1955’te, Muammer Karaca Topluluğu’nda rolü bırakan başrol oyuncusunun yerine geçerek girmişti. En tepeden başladığı kariyerini olağanüstü yeteneği sayesinde hep en tepede sürdürmüş, defalarca en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanmıştı.

Gülriz Sururi, Ayşe Arman’la yaptığı bir söyleşide üç yaşlarındayken kaybettiği annesini çok az hatırladığını, ona annelik edenin tiyatro olduğunu söyler: “Tiyatro, beni hep bir ana gibi sardı sarmaladı. Ne sordumsa cevapladı. Öğretmekten hiç bıkmadı. Yol gösterdi. Seçimlerimde özgür bıraktı. Başarınca yüreklendirdi taçlandırdı. Hatalarımın cezasını çektirdi. Ve beni, hayatın her türlü haline hazırlayan oyunlar oynattı. Sevgiyi, aşkı, ihaneti öğrendim. Zenginliği, fakirliği tanıdım. Seçim hep benimdi. Tiyatro, benim annemdi…”

SOKAK KIZI İRMA

1960’ta Sururi, İngiliz tiyatro yazarı John van Druten’in Christopher Isherwood’un ‘I Am a Camera / Ben Bir Fotoğraf Makinesiyim’ adlı oyunla Dormen Tiyatrosuna geçer. Haldun Dormen, Yale Üniversitesinde edindiği modern tiyatro anlayışına, tuluat tiyatrosundan gelip rahatlıkla uyum sağlayan, gencecik bir Metin Serezli ile müthiş bir ikili oluşturan oyuncunun yeteneğine, potansiyeline güvenerek, 1961’de ona Türkiye’de ilk kez batılı anlamda sahneleyeceği Alexandre Breffort’un ‘İrma la Douce / Sokak Kızı İrma’ müzikalinin başrolünü verir. Müzikalin Atlas Sinemasındaki prömiyeri o yılların en büyük tiyatro olayıdır.

Şimdiki Atlas Pasajı ve çarşısını tiyatronun parteri olarak düşünün. Halen giriş koridorundan geriye doğru uzanan sekiz sıra ve arka localarla koridorun diğer tarafında dairesel olarak dizilen ön locaların oluşturduğu bölüm de Atlas’ın balkonu. Ekranın arkasında, cep sinemalarının bulunduğu mekâna kulisleri, sahneyi ve dekoru oturtun. Canlı müzik için orkestra mı gerekecek? Bu haliyle, ikinci balkon hesaba katılmadan 1000 kişi alan salonda parterin üç ön sırasını kaldırdık mı işte size orkestra çukuru.

‘Sokak Kızı İrma’ o 1000 kişilik mekânda sezon boyunca kapalı gişe oynandı. Haldun Dormen’in benzersiz sahne trafiği, Metin Serezli ve Altan Erbulak’lı kadrosu müthişti ama, olağanüstü oyunculuğu, dansları, Marguerite Monnot’nun şarkılarını kusursuz Türkçesi ve o nefis sesiyle yorumlayışıyla oyunun asıl yıldızı Gülriz Sururi idi.

Dramdan, güldürüye ve müzikali oyuna dek her çeşit eserde oynayabilen Gülriz Sururi, uzun kariyeri boyunca müzikalden hiç kopmayacak, farklı yıllarda defalarca sahnelenen ‘Sokak Kızı İrma’ dışında,‘Cabaret’, ‘Hair’, ‘Keşanlı Ali Destanı’, ‘Kaldırım Serçesi’‘Direklerarası’, kendi yazdığı ‘Söyleyeceklerim Var’ oyunlarında benzersiz oyuncu, dansçı ve şarkıcı yönlerini tekrar ortaya koyacaktı.

ENGİN CEZZAR İLE TANIŞMA

O sıralarda Şehir Tiyatroları’nda bir başka mucize gerçekleşmekte, yönetime yeni gelen Muhsin Ertuğrul, tüm zamanların ikinci en uzun oynanan ‘Hamlet’ini birkaç sezon boyunca kışın Dram Tiyatrosu’nun Elsinore Şatosuna dönüştürülmüş döner sahnesinde, yazın da Rumeli Hisarı’nda sahnelemekteydi. Son temsiline dek kapalı gişe oynanan oyunun başrolünü, Yale ve Actors Studio’da tiyatro eğitimi almış 24 yaşında bir oyuncu, hâlâ Hamlet’i canlandıran en genç sanatçı unvanının sahibi Engin Cezzar üstlenmekteydi.

Defalarca izlediğim bu Hamlet’i haftalarca önceden yer bulduğum dördüncü sıranın sağ orta başında izlerken bir ara gözüm sıramın sol orta başında oturan, büyülenmişçesine izleyen, bölüm aralarında heyecanla alkışlayan kadına takıldı. Gülriz Sururi’ydi o kadın.

Hayranlık tanışıklığa, tanışıklık aşka dönüşecek, 1962’de evlenen ikilinin birlikteliği, Engin Cezzar’ın çapkınlıkları yüzünden 1997’de boşanmayla sonuçlansa da birbirlerinden hiç kopamayan çift 1999’da tekrar evlenecekti.

Gülriz ve Engin 1962’de Küçük Sahne‘de kurdukları Gülriz Sururi – Engin Cezzar Tiyatrosu’nda, 1960 – 1970’li yıllarda Türk tiyatrosunda yerli oyunların oynanmasına öncülük ettiler. Türkiye’de ilk kez  Nâzım Hikmet‘in ‘Ferhat ile Şirinini sahneleyen topluluk bunun ardından Yaşar Kemal‘in aynı adlı romanından uyarlanan Tenekeyi, Haldun Taner‘in epik tiyatro örneği olarak yazdığı ‘Keşanlı Ali Destanını sahneye koydu. Türk tiyatrosunun temel taşlarından birisi arasına giren, ünlü oyuncular tarafından defalarca kapalı gişe oynanan bu oyunun 1964’deki ilk sahnelenişinde Şerif Abla’yı Semiha Berksoy canlandırıyordu.

Oyunlarını Küçük SahneMuammer Karaca TiyatrosuElhamra SahnesiRenk Tiyatrosu ve Şişli Ümit Tiyatrosunda sahneleyen topluluğun başlıca oyunları arasında

James Baldwin‘in yönettiği ‘Düşenin Dostu’Güngör Dilmen‘in ‘Midas’ı Kulakları’ ile   ‘Canlı Maymun Lokantası’Haldun Taner‘in Gülriz Sururi için yazdığı ‘Zilli Zarife’, Engin Cezzar’ın Eduardo De Filippo’dan uyarlayarak yönettiği ‘Filumena’Edward Albee‘nin ‘Tatlı Para’Bilgesu Erenus‘un ‘Halide’ ve Gogol’dan uyarlanan ‘Palto’ sayılabilir. Gülriz Sururi 1979-1980 mevsiminde Mehmet Akan‘la birlikte, topluluğun o güne dek sahnelediği oyunlardan ‘Uzun İnce Bir Yol’ adlı bir derleme yaparak oynamıştı. ‘Direklerarası’‘Hair’ , ‘Cabaret’‘İttihat ve Terakki’Edith Piaf‘ın yaşam öyküsünden Başar Sabuncu‘nun oyunlaştırdığı Kaldırım Serçesi gibi büyük yapımlar da gerçekleştiren topluluk,1990 yılında mali sorunlar yüzünden perdelerini kapattı.

Bir süre daha oyunculuğa devam eden Gülrüz Sururi, yazdığı ve sahnelediği ‘Söyleyeceklerim Var’ adlı oyunla 1999’da sahnelere veda etti, ancak tiyatrodan kopmadı, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde bir süre oyunculuk dersleri verdi, oyunlar yazdı ve sahneledi. Genç tiyatroların başlattığı rönesansı gün be gün izlemiş; son günlerine kadar haftada üç dört kez tiyatroya gitmişti.

Yazarlığa anılarıyla (Kıldan İnce Kılıçtan KeskinceBir An Gelir, Zefiros) başlayan Gülriz Sururi, ayrıca bir öykü kitabı (Girmediğim Sokaklarda), bir roman (Seni Seviyorum) ve sohbet tadındaki Biz Kadınlar ve Gülriz’in Mutfağından adlı kitapları kaleme aldı.

Ben Gülriz Sururi’yle tiyatrosunu kapattıktan sonra, Bodrum’daki bir müşterek arkadaşımız vasıtasıyla tanıştım. Ondan sonra da, festival açılışlarında, tiyatro prömiyerlerinde her karşılaştığımızda ayaküstü sohbetlerimiz oldu.

Bir – iki yıl önce, onu hâlâ genç görmekten ne kadar memnun olduğumu söylediğimde, artık eskisi kadar genç olmadığını, ama kendine çok iyi baktığını ve oldukça faal olduğunu söylemişti. Son birkaç ayda yaptıklarını dinlerken bile yorulmuş, bütün bunları yaparken geçirdiği ağır hastalık sonrası konuşma yetisini kaybetmiş olan Engin Cezzar’a da çocuğuymuş gibi baktığını bildiğimden, o bitmez tükenmez enerjisine bir kez daha hayran olmuştum. Ömrünün son yıllarında afazi sebebiyle konuşamayan, okuyamayan, sadece anlamsız sesler çıkaran eşiyle bu sesler üzerinden yeni bir dil oluşturarak iletişim kurabilmesi, onunla bu şekilde telefonda bile konuşabilmesi sanki aşk mucizesinin tarifidir.

Yaşamında olduğu gibi ölümüne de dipdiri ve dimdik giden, ebedi gençliğini biraz beden çalışmasına, bol bol yüzmeye ve özellikle sağlıklı ve doğru beslenmeye bağlayan Sururi, olağanüstü güzel yemek pişiren bir “cordon bleu” idi. Geçen yıl DOT’da Tuğrul Tülek birkaç öyküsünü sahnelediğinde çok mutlu olmuştu. Laf lafı açtı ve öykülerden onun pastırmalı levrek tarifine uzandık. Gülümseyerek “Çok lezzetli olur, değil mi?” dedi, “Ama artık pek pişiremiyorum.”

Devamı için tıklayınız.

Şalom

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.