“Radikalleşmeyi Bize Dayatıyorlar”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Sercan MERİÇ’in Sözcü Gazetesi’nde yayınlanan Craft Tiyatro’nun son oyunu Kalp’in yönetmeni İbrahim Çiçek ve Dr. Emma Brookner rolünü canlandıran Nilperi Şahinkaya ile yaptığı söyleşisinin bir kısmını paylaşıyoruz.]

Craft Tiyatro’nun son oyunu Kalp, sahnelendiği ilk günden bu yana büyük bir beğeni topladı. Oyunun yönetmenliğini İbrahim Çiçek üstleniyor. ABD’li Larry Kramer’in yazdığı “The Normal Heart” oyununu Hira Tekindor çevirdi. Oyun, 1980’li yıllarda HIV virüsünün yayılmasının ardından başta aktivist Ned Weeks olmak üzere, eşcinsellerin ve Dr. Emma Brookner’ın verdiği mücadeleyi anlatıyor.

Prömiyerden sonra konuşmanda “Bu oyuna cesur bir oyun demeyin, sevmek öyle bir şey değil” demiştin. Nasıl bir şey senin için sevmek?
İbrahim Çiçek: Sinemada, tiyatroda, resimde veya heykelde, sanatçının yaptığı eylemin anarşisi, mücadelesi ve mücadelenin de beraberinde getirdiği his cesaret olarak tanımlanıyor. Ama sevmek üzerine olan bir şeyi cesaret diye tanımladığımız zaman sevmenin kendisindeki bütün sıcak hissi yok etmiş oluyoruz. Sevmek cesaret istemez ki! Sevmek, içgüdüsel bir şeydir. Bir duygu refleksidir. Sevmek için mücadele etmek zorunda kalmak, cesaret isteyebilir evet. Aslında ideal dünyada bunun için cesur olmak gerekmiyor. Benim söylemek istediğim şey buydu.

Tiyatrolarda, filmlerde neden karakterleri kahramanlaştırma eğilimi duyuyoruz sence?
Nilperi Şahinkaya: Bence kahramanlara ihtiyaç duyuyoruz, evet… Bu ölüm korkusundan geliyor muhtemelen. Bir şekilde kendimizi korumak ya da korkumuzu yenmek için onlara tutunuyoruz.
İ.Ç.: İnsanların dine, lidere, devletlerin bir başa ihtiyacı buradan geliyor. Bir şeyin peşinden gitme ihtiyacı güdüsel aslında. Bu sebepten de bir kahraman arıyoruz. Oyunda mücadele eden iki insanın anti kahraman olduğunun altını çizdik özellikle. Biz ne doktoru ne de Ned’i sevmek zorunda değiliz. Çok da sevmiyoruz aslında. Sadece hak veriyoruz. Genel olarak maalesef insan içgüdüsü bir şeye sığınmaya çok müsait ve kahraman aramamızın sebebi de bu…
N. Ş.: Anti kahramanlar da çok cezbediyor. Çünkü onların yıkık tarafları ve karanlık tarafları da aslında “O bir kahraman ama o da aslında zayıf, öfkeli” dedirtiyor.

‘İDEALİZE EDİLMİŞ BİR ŞEYİ İZLEMEKTEN ÇOK SIKILDIM’

Nilperi, senin oynadığın karakter Dr. Emma Brookner’da da bunu çok net görüyoruz değil mi? Hem fiziksel engeli var hem dışlanıyor hem de hastalarına kimi eylemleri yasaklıyor…
N. Ş.: Kesinlikle… Aynı zamanda sivri dili, öfkeli hali, çaresizliği… Oralardan seyirci çok bağlantı kuruyor.
İ. Ç.: Bir de ben izleyici olarak idealize edilmiş bir şeyi izlemekten çok sıkıldım. Kendin gibi bir şey izlemek istiyorsun. Bir doktorun yetersiz olmasıyla, senin iş hayatındaki yetersizliğin aynı şey. O zaman da direkt ilişkiyi öyle kurabiliyoruz. “Bir doktor var, her şeyi çözer” değil… Bu oyunda gördüğümüz gibi çözmeye çalışır aslında. Sinemada da bu böyle. Çok güzel adam, çok güzel kadın… Hayat öyle değil ki… Normal insanlarız ve normal olanı izlemek istiyoruz.

İlk gösteriden sonra duygularınız çok yoğundu. O an ne hissettiniz?
N. Ş.: “Oldu bu iş diye” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Tabii şimdi yönetmenimin yanında öyle demeyeyim (Gülüyor). Hâlâ bir sürü not okuyor her oyundan sonra. Hep daha iyisini bulmaya çalışıyoruz. Seyirciye pek oynamadığımız ve aylarca prova yaptığımız için, işin içine girince, iyi mi gidiyor, kötü mü gidiyor diye düşünüyorsun. İbrahim zaten çok perfeksiyonisttir. Hiçbir zaman “Çok iyisiniz” demez. O yüzden “Ne yapıyoruz biz” diye düşündük. Konu da çok hassas, Türk toplumu için özellikle… Sonra, seyircinin ne kadar sarsıldığını gördükçe çok mutlu olduk.
İ. Ç.: Bir şeyin içine giriyorsun, dört ay boyunca bir odada oyun çalışıyorsun. Sen o süreçte aslında belki de çok yanlış veya çok doğru bir şey yapıyorsun. Bir süre sonra da çalışmanın içerisinde o gerçeklik kayboluyor.

Yazının devamı için tıklayınız.

Sözcü

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.