Toy İstanbul’da Yeni Atılımlar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Erdoğan Mitrani’nin Şalom’da yayınlanan yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

DOT, Kanyon’a geçtiğinden beri atıl kalan Maçka Gmall’daki mekânda, adını tiyatro, oyunculuk ve yazarlık kelimelerinin baş harflerinden alan Toy, sahne sanatlarıyla ilgili bütün disiplinleri işlemek amacıyla Kasım 2016’da “perde” demişti. Oyunculuk ve yazarlık atölyelerinin paralelinde farklı toplulukları misafir ederek başlayan Toy geçen sezon sonlarına doğru, önemli oyunların turne yapmasına önayak olmak için İzmir’de bir sahne oluşturdu. Artık Toy İstanbul ve Toy İzmir adlarını kullanan oluşum sanatsal yönden de önemli bir atılım yaparak oyun seçimi ve genel sanat yönetmenliği için, yazar yönetmen Sami Berat Marçalı ile anlaştı. Toy artık, atölyelere ve misafir oyunlara ek olarak, çoğu Marçalı’nın ikincikat’tan ayrıldıktan sonra kurduğu b planı ile ortak yapımı kendi prodüksiyonlarını da sahneliyor..

‘Yalnızlar Kulübü’nün ardından, yeni sahnelenmeye başlayan ‘Benimle Gelir Misin’ bu sezonun ikinci b planı & TOY ortak prodüksiyonu. 

Ebru Nihan Celkan’dan Umut’un yeni yolculuğu

“Seni seviyorum…”

<

p style=”text-align: justify;”>Buradayım…Köklerimiz ne kadar derinde? Ev mi, yuva mı? Zaman her yerde aynı mı? Mücadele mi, aşk mı?…

‘Benimle Gelir misin?’ yazar Ebru Nihan Celkan’ın, Berlin Maxim Gorki Tiyatrosu, Berlin Edebiyat Kolokyumu, Çağdaş Oyun Yazarları Enstitüsü ve Robert Bosch Vakfının ‘Parça Parça Savaş’ adını taşıyan projesi için yazdığı bir oyun. Bu projenin bir adımı olarak oyun seyirci karşısına ilk kez Stuttgart Tiyatro Festivali’nde çıkmış, ertesinde Berlin’de bir okuması yapılmış, Ekim 2018’de Maxim Gorki’de oynanmış. Türkiye’de ilk kez Sami Berat Marçalı tarafından Toy İstanbul’da sahneleniyor.

Umut ve Janina, 2013’te İstanbul’da, Gezi Parkı olayları sırasında tanışır ve birbirlerine, bin yıldır tanıyormuşçasına âşık olurlar. Ebru Nihan Celkan, ‘Benimle Gelir misin’de zamana ve mekâna direnen, beş yıl boyunca giderek yorulan bu aşk hikâyesinin gelgitlerini, kronolojiyi kırarak, kâh İstanbul’da, kâh Berlin’de anlatır. Fonda iki farklı kentin, iki farklı ülkenin gerçekleri, Umut’un ve Türkiye’de yaşayan büyük bir azınlığın maruz bırakıldığı koşullar, iki şehrin bedenlerde ve belleklerde yetiştirdiği duygular vardır. Janina, Umut’un Berlin’e, yanına taşınmasını teklif ettiğinde Umut, radikal bir karar vermek zorunda kalır…

Celkanbir söyleşisinde karakterine Umut ismini verdiğinden bu yana, cinsiyeti, yaşı, sınıfı, etnik kökeni, dili, derdi, mücadelesi, her şeyi birbirinden farklı 14 Umut yazdığını,  ‘Umut’un statik bir iyi dilekler tamlaması değil, hareket arzusu, aksiyonu devam ettirme coşkusu olduğunu, ‘Umut’un değişerek, dönüşerek, kendini yeninden inşa ederek oyuna devam ettiğini belirtmiş.

‘Benimle Gelir misin’de Umut’un 30’lu yaşlarının başından ortalarına doğru yolculuğu boyunca, bir kadına, umuda, memleketine olan aşkını izliyoruz.

Ebru Nihan Celkan, tanıştığımız ilk günden beri kimyalarımız uyuşan, başta tiyatro birçok konuda düşüncelerimiz ve heyecanlarımız uyumlu bir dost. Çoğu oyunu bende, bir eksik bırakılmışlık, bir söylenmemişlik duygusu uyandırıyor. Öykü ve karakter oluşturması çok sağlam bir yazar olduğundan, bunu bir kusur olarak değil de, çekingenlikle bağlantılı bir tür mesafe koruma olarak algılamışımdır. Bu kez karşımda kontrol mekanizmasının devre dışı kaldığı, duygu ve düşüncelerin serbest bırakıldığı, son derece kişisel, açık, samimi, dört dörtlük, müthiş bir metin var.

Yirmili yaşlarındayken de bir tiyatro dehası olduğuna inandığım Sami Berat Marçalı, oyunu müthiş heyecan verici bir yorumla sahneye koyuyor. Dekor tasarımını Marta Montevecchi’nin, ışık tasarımını Alev Topal’ın, orijinal müziği Ah! Kosmos’un, kostüm tasarımını Duygu Yetiş’in, video tasarımını Tunç Erenkuş ve Sami Berat Marçalı’nın üstlendiği metni, izleyicinin olağanüstü bir tempoyla yönetiyor. Gazi direnişini, biraz ışık oyunu, bir iki öksürükle, duman efekti bile kullanmaksızın öyle bir veriyor ki, genzimiz artık unutur gibi olduğumuz o gaz kokusunu anımsamaya başlıyor. Marçalı, oyunun kilit sahnelerinden birini tamamen karalıkta, sadece iki kadının konuşmasıyla vermekten de çekinmiyor.

İki muhteşem oyuncusundan olağanüstü verim alarak benzersiz birer karakter oluşturuyor. Başak Kıvılcım Ertanoğlu, Janina’nın mesafeli Almanlığıyla, duygusal derinliğini, acı çekme potansiyelini aynı kişide büyük başarıyla harmanlıyor.

<

p style=”text-align: justify;”>Elif Ürse ise gerçekten de Umut! Müthiş etkileyici oyunculuğu bir yana, finalde Onur Yürüyüşünü sahnede bir başına var edişi tüyler ürpertici güzellikte. 
‘Benimle Gelir misin?’ kanımca Ebru Nihan Celkan’ın yazar olarak olgunluk dönemini müjdeleyen çok güzel bir metin. Hak ettiği kadar doğru ve güzel bir yorumla sahneleniyor. Sezonun olmazsa olmazlarından.

8 Şubat Toy İzmir, 12, 16, 26 Şubat Toy İstanbul ve sezon boyunca Toy Sahnelerinde.

GalataPerform’da ‘Yüz yılın evi’

<

p style=”text-align: justify;”>“İşte buradan başlıyorum, her şeyin bittiği yerden,yeniden başlıyorum, bir kepçe darbesiyle önce konuştuğu dili unutacak ev, sonra yavaş yavaş bilincini yitirirken anlamsız seslere dönüşmüş harfler dökülecek koridorlardan,unutacak konuşmayı, okumayı ve yazmayı,ta ki biri bir gün merak edip de araştırmaya başladığında başlayacak yeniden   konuşmaya, o gün anlatacak tüm olan biteni,ama şimdi yıkım zamanı.”

‘Yüz Yılın Evi’, ulus kavramı üzerine ‘Savaş veya Barış: Tarihin Kesişmeleri 1918-2018 Festivali’ kapsamında geliştirilen, Türkiye’den GalataPerform’un da dahil olduğu, çokuluslu bir projede yer alan bir çalışma.

Metin ve konseptini yazar-yönetmen-oyuncu Yeşim Özsoy’un yazar-akademisyen-dramaturg Ferdi Çetin ile birlikte oluşturduğu GalataPerform yapımı ‘Yüz Yılın Evi’, Özsoy’un anneannesinin öyküsü üzerinden kendi aile geçmişine, gerçeği ve kurguyu iç içe harmanlayarak baktığı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e tarihsel geçmişimizi, eski bir konak ve yıkımı üzerinden değerlendiren bir oyundur. 

Üst üste binmiş hikâye ve zamanların bir araya geldiği İbrahim Ethem Efendi Konağı’nın kişisel tarihsel yolculuğunda, konakta yaşayan Anneanne, eşyalar, anlatılan kişiler, mekânlar, hayvanlar, şeylerin hepsi, kendi sesinden kendilerini müzik-video-hikâye anlatımıyla ifade ederler. Oyun, onların hikâyeleri yoluyla ulus kavramlarının, tek tarih, tek millet, tek din kısacası teklik ve orijin kavramının sorgulandığı bir konak ve detaylarıyla seyirciyi baş başa bırakır.

Osmanlı’yı yaşamış, Cumhuriyet’le değişimi görüp 1959’da yok olmuş bir konağın ve Yeşim

Özsoy’un 1919’da o konakta doğan ve bugün hâlâ olan bitene tanıklık eden anneannesinin gözlerinden bugüne ve geçmişe bakmamızı sağlayan ‘Yüz Yılın Evi’, 1918-2018 arasında hikâyeler yoluyla kurulan bağı tanıklığa çağırıyor seyirciyi…

Eğitmen, oyuncu, yazar Yeşim Özsoy, toplumsal tarihsel boyutun çok kişisel bir öykü üzerinden irdelendiği müthiş parlak bir metin oluşturmuş. Yönetmen olarak, geleneksel gösteri sanatlarımızı günümüzün imbiğinden geçirerek büyük başarıyla kullanıyor. Tek başına sahne aldığı oyunda çağcıl bir meddah gibi kişilere, nesnelere, eşyalara, mekânlara (ve de tabii ki o benzersiz “dozer”e) can veriyor.

Devamı için tıklayınız.

Şalom

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.