Bir Yanda Diyojen Diğer Yanda AVM

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Öykü Özfırat’ın Birgün Gazetesi’nde yayınlanan Tiyatro 1112 Garaj grubu ile yaptığı söyleşisini paylaşıyoruz.]

Ankaralı tiyatro grubu Tiyatro 1112 Garaj, ‘Uymazcı’ isimli oyunlarıyla Sinoplu Diyojen’i çeşitli yöntemlerle günümüze uyarlayıp anlatıyorlar. ‘Uymazcı’, 6 Nisan saat 20:00’de Yılmaz Güney Sahnesi’nde izleyenlerle buluşacak. Grubun diğer oyunu ise Mine Söğüt’ten uyarlanan. ‘Beş Sevim Apartmanı ve Rüya Tabirleri’. Oyuncular Aylin Saraç, Cengiz Sezgin ve Hakan Salınmış ile konuştuk.

• Neden Diyojen oynuyorsunuz?

Aylin Saraç: Diyojen gerçekten özlemini duyduğumuz, kaybettiğimiz ya da insani olan bütün her şeyi bize zorla, çeke çeke suratımıza vura vura hatırlatan filozoflardan biri. İnsanların bu kadar teknolojiyle yok olduğu, birbirini unuttuğu bireyselleşmenin bu kadar üste çıktığı bir dönemde, bizim de çok sevdiğimiz bir metin olunca neden olmasın dedik. Ekip arkadaşlarımla inanarak oynadığımız bir oyun. O yüzden Diyojen.

Hakan Salınmış: Diyojen’in bugün milyonlarca insanın farkına varmadığı, hayal edemediği şeyleri 2430 yıl önce söylemiş olmasından etkilendik. Bu nasıl bir öngörüdür ki bugüne kadar taşınmış ve bize bir şeyler söylemiş. Bugün insanlara bunu anlatmaya çalışıyoruz. Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz, bunu Diyojen 2430 yıl önce söylemiş. Yapacak bir şey yok ama insan hep aynı insan.

• Oyunda bir yanda Diyojen varken diğer yanda AVM görüyoruz. Diyojen bugün için ne söylüyor?

A.S: SOyunu seyreden birinin hayatında AVM’nin ne kadar yer tuttuğunu söylemesi yeterli. Gelip seyredip, herkes kendi kararını vermeli. Çünkü Diyojen’in sözleri çok net. Seyreden ne kadarını alıyor onu duymak isteriz seyirciden.

• İnteraktif bir oyun. Tasarımıyla ilgili konuşalım.

H.S: Bu oyunun teatral tekniklerle seyirciye anlatılması zor iş. Çünkü 2400 yıl öncesine geri dönüyoruz sonra günümüze geliyoruz. Bunu bir sinema ya da bilgisayar teknolojisiyle ekranda yapsak çok daha kolay olur. Ama burada anlatmak için düşündük, kafa yorduk. Sonuçta böyle biraz daha git gelleri olan bir anlatım oldu. Geçmişteki karşılıklarını ve bugünki karşılıklarını üst üste koymaya çalışıyoruz. Onlar zorladı ama böyle interaktif tarafları var.

Cengiz Sezgin: Yazar Yunus Emre Bozdoğan, aynı zamanda yönetmen de… O kadar güzel anlatmış ki. Biz oynarken aynı zamanda mutluluk duyuyoruz, haz duyuyoruz. Evet tokat gibi sözler.

A.S: Rejiyi yazarken hangi teknikleri kullanıp nerede seyirciyle bağ kuracağını büyük ihtimalle yazarken karar vermişti. Çok keyifli bir reji dönemi de geçirdik.

C.S: Oyun bittiğinde seyirci kendini sorgulayarak gidiyorsa yerini bulmuş demektir. Oyundan sonra çıkarken, merdivenlerden inerken kendini sorgulaması lazım.

A.S: Bu oyun bir de dünya prömiyeri yaptı. Hiç oynanmamış bir oyun.

C.S: Diyojen Sinop’ta doğmuş. Sinop’tan Atina’ya gitmiş. Bunun değerini henüz bilemiyoruz. Diyojen’i tarihte okuyamadık. Bize anlatmadılar.

A.S: Sinoplu olduğunu bile o kadar az insan biliyor ki. Bizim toprağımızdan bir filozof geçmiş. Ne kadar kıymetli bir şey. Bir de biz oyunu Sinop’ta oynadık.

C.S: İsteğimiz oyunumuzun tüm Türkiye’deki insanlara ulaşması. Siyasetin, insan ilişkilerinin bu kadar kirlenmişliğinin içinde bir şeyleri birazcık daha sıcak tutan diri tutan bir şey. Tiyatro sahnesinde bunu diri tutmaya çalışıyoruz. Çünkü artık kirlenmişliğin son noktasındayız. Biz de tiyatro sanatçısı olarak bir tokat atalım dedik. Artık kendimize gelmek zorundayız.

• İnanılmaz bir tüketim kültürünün içerisindeyiz. Sanat da bundan etkileniyor. Tiyatrocu olarak bundan nasıl etkileniyorsunuz?

A.S: Herkes gibi hissediyoruz.

H.S: Tiyatroda biz sahne üzerine yüksek konsantrasyonlu bir iş yapıyoruz. Bu oyunda özellikle belirttiğimiz bir şey var, telefon sesi. Ama insanların telefonla ilişkisi bütün her şeye rağmen hiç kesilmiyor. Konsantre bir iş yapıyorsunuz ama burada biri aniden telefonunu açıyor. Sahne üzerinde ölüyorsunuz. Bu söylediklerimiz ne kadar işe yarayacak emin değilim.

C.S: Başta zaten telefon sesi çalarak onu anlatıyoruz. İnsanlar eskiden telefon yoktu, telefon sesi, ezan sesi kilise çanı yoktu. Bunu anlatmaya çalıştık, ama bunun üzerine yine telefonlar çalıyor.

A.S: İnsanlar bilmiyor. O pür sessiz, rüzgârın sesinin olduğu ağaçların hışırtısını duyabildiğin… Var mı öyle bir yer, yok. Biz de bırakamadık çocuklarımıza öyle bir yer ama öyle bir yerin umudu var hepimizde. Hakikaten o aşağıda akan derenin şırıltısını hep beraber duymak lazım.

H.S: Onun için hep beraber zıplarsak bir anlamı var.

Birgün

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.