Yuva/Home

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet Bozkır

“Gidecek hiçbir yerimiz yok bizim.”

Biri ikinci işindeki mesaisini bitirip evine gitmek üzere olan bir taksi şoförü, ikisi hiç bilmedikleri bir ülkede, bilmedikleri bir şehirde gördükleri ilk taksiye atlayan iki yabancı. Diğeri bu üç insanın varlığından habersizce sokakta yürüyen bir adam. Sami Berat Marçalı’nın yazdığı Yuva/Home bu dört insanı sınırlı bir alanda bir araya getiriyor ve bu tesadüfi karşılaşmayı sağlayan her birinin orada olma nedenleri üzerinden yuva kavramının ne anlama geldiğini sorguluyor.

Sami Berat Marçalı oyunun yazılış hikâyesinin New York’taki La Guardia Performans Sanatlar Merkezi’nin başlattığı Balkanlar-Amerika arası sanatçı değişim programından davet almasıyla ortaya çıktığını anlatmış bir röportajında, LPAC Genel Sanat Yönetmeni Yardımcısı Handan Özbilgin Bromley’in göçmenlik üzerine bir şey istediğini söylemesiyle de Yuva/Home yazarın kafasında şekillenmeye başlamış.

Savaştan kaçıp Amerika’ya sığınmaya çalışırken daha yolun en başında tökezlemiş iki kardeş, iki kardeş gibi savaştan kaçmasa da hem ülkesindeki koşullardan kaçan hem de hayallerinin peşinden koşan ama geldiği nokta itibariyle gündüz başka, akşam başka işte çalışıp hayallerindeki adamla alakası olmayan birine dönüşen bir taksi şoförü, diğer üçüne oranla sanki oralıymış ve daha steril bir hayat hikayesi gibi varmış gibi duran ama hiç de öyle olmadığını anladığımız bir drag quen.

Oyun kişileri farklı coğrafyalardan gelen, farklı hayat hikâyeleri olan kişiler olsa da kendine bir yer edinme kaygısının ve yaşama güdüsünün temelde herkesi nasıl da aynı noktaya getirdiğini çok yalın bir dille anlatıyor metin. Meksika’da ailesiyle birlikte yaşarken cinsel yönelimi sebebiyle evini ve yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalıp New York’a gelen Chicho ile ülkelerindeki savaştan canlarını zor kurtararak New York’a gelen Seda ve Barış’ın hikâyesi bambaşka gibi gelse de kulak verdiğimizde aslında temelde aynı olduğunu anlıyoruz. Birinin ülkesinde taş taş üstünde kalmamış, evleri başlarına yıkılmış, her yerde bombalar patlarken kendini zor kurtarıp kaçmış ve geriye dönüp baktığında oraya “ülkem” bile diyemez hale gelmişken diğerinin doğup büyüdüğü şehir, ev,aile aynen durmasına rağmen oraya “ evim” , onlara “ ailem” diyemez hale gelmesinin temelde aynı duygudan kaynaklandığını görüyoruz. Sami Berat Marçalı’nın metni,  hangi koşullarda seviyoruz, ne kadar seviyoruz, karşılıksız mı seviyoruz, nereye kadar seviyoruz sorusunu sorduruyor, bazen bir insan için bazen de bir ülke için. Karakterlerin hikâyelerini kendi ağızlarından dinlerken iyilik kavramını, iyi olma halini bir daha düşünüyoruz, kendimizi ya da başka birisini iyi diye nitelendirirken dayanağımız ne, kıstasımız ne? Yine yüz yıllardır tüm toplumlar tarafından kabul görmeyen bir davranış olarak kabul edilen, hem din hem toplum hem hukuk kuralları tarafından günah, ayıp,yasak,suç sayılan hırsızlık kavramına bir daha dönüp bakmanızı salık veriyor metin, hem de öyle hiç de altını çizmeden hangi koşullarda çalmıyorsunuz diye soruyor seyirciye. Sami Berat Marçalı’nın metnini başarılı kılan en temel şey merkezinde göçmenlik olmasına rağmen başka birçok hususu da bünyesinde barındırması, merkezindeki konudan sapmadan ama şuna da değineyim, bunu da söyleyeyim derken asıl meseleden uzaklaşmadan katmanlı bir şekilde derdini anlatması. Son derece ciddi ve can sıkıcı meseleleri ele almasına rağmen seyircinin ilgisini hep canlı tutacak ve aralarda yüzünü güldürüp nefes alacak anlar yaratan bir dil oluşturması da yazarın bir diğer başarısı.

Sami Berat Marçalı oyunun yazarlığının yanı sıra yönetmenliğini de üstlenmiş. Çoğu zaman yazarların metinlerini sahnelenmek üzere başka isimlere teslim etmesinden yanayım, metne biraz mesafe alabilmek, yaratım aşamasında yazar ve oyuncu arasına bir bakış açısı daha ekleyebilmek için. Yuva/Home için bu görüşte olmadığımı belirtmeliyim. Marçalı, yazar olarak metinde altını çizmeden gösterdiklerini, bağırmadan söylediklerini aynı yalınlıkla yönetmen olarak sahneye aktarmış. Yazar ve yönetmen olarak Sami Berat Marçalı’nın derdini seyirciye böylesine etkili şekilde aktarabilmesinde oyuncuların katkısı çok büyük. Birbirini hiç tanımayan dört kişinin birbirlerini tanımamalarının yanı sıra iletişim kurmalarında bambaşka zorlukları da var. Birbirlerinin dillerini bilmemeleri ve karakterlerden birinin konuşamıyor olması. Bir taksinin içinde baş başa kalan Seda ve Tazim, biri sadece Türkçe biliyor diğeri sadece İngilizce. Bir sokakta karşı karşıya gelen ve yola beraber devam eden Chicho ve Barış, biri sadece İngilizce biliyor, diğeri konuşamıyor. Dil konusundaki sorunlar nedeniyle oyuncular sahnelerini karşılıklı oynasalar da bir anlamda tek başınalar, bu noktada dört oyuncuyu da ayrı ayrı tebrik ediyorum. İletişimsizlikten doğan bir iletişimle oyuncuların birbirleriyle paslaşmaları seyre ayrı bir keyif katmış. Öyle ki hiç İngilizce bilmeseniz ya da oyunda üst yazı kullanılmasa dahi karakterler birbirlerini nasıl anlar hale geliyorsa seyirci olarak da kimin ne anlattığını kısa sürede anlar hale gelmek mümkün. Yuva/Home bu yönüyle hem çok dilli hem de dilsiz bir metin.

Seda karakterini canlandıran Özlem Zeynep Dinsel artık kurtuluş noktası diye gördüğü New York’a kadar sırtladığı yüklerin şehre ayak basmasıyla daha da ağırlaşmasıyla bütün gücünü yitiren, bastırdığı her duyguyu açığa çıkaran, bir yandan da halen işleri yoluna sokma çabasıyla gayret gösteren gitgelli ruh halini çok iyi yansıtmış. Tazim’i canlandıran Saim Karakale oyunun başladığı noktadan bittiği ana kadar karakterin üzerindeki kabukları kaldırıyor, kimisi kuruyup iyileşmiş kimisi kanayan yaralarını ortaya koyuyor. Keskin ve sert Tazim’den kırgın ve şefkatli Tazim’e yavaş yavaş geçiş yaparak karakteri gerçek kılıyor. Chicho karakterinde Erol Ozan Ayhan tüm klişelerin çok uzağında bir yorumla vurdumduymaz, alaycı, duygusal, yorgun ruh hallerini aynı bedende birinden diğerine hızlıca geçişler yaparak aktarıyor, kimi zaman söylemine ve beden diline zıt bakışlarıyla seyirciye en çok dokunan, en çok acıtan karakter oluyor. Hiç görmediğimiz erkek arkadaşıyla yaptığı telefon konuşmasında ve klasik bir oyundan bir tirat oynadığı sahnelerde pek de kimseye göstermediği, belki de kimsenin görmek istemediği Chicho’nun aslında kim olduğunu etkileyici bir şekilde seyirciye gösteriyor.

Bora Akkaş’ın canlandırdığı Barış karakterinin benzerlerine sinema filmlerinde ya da televizyon dizilerinde rastlamak mümkün iken tiyatro sahnesinde böyle bir karakterin yer alması son derece istisnai bir durum. Sami Berat Marçalı’nın yazdığı karakter sahne üzerinde oyuncu açısından büyük bir risk barındırıyor. Konuşamıyor olması sebebiyle karakterin derdini mimiklerinden, beden dilinden ve belli anlarda çıkardığı seslerden anlıyoruz. Oyuncunun bunlara biraz fazla yüklenmesi halinde karakterin tipe dönüşmesi de, otizmin ve yaşadığı diğer travmaların etkisiyle iletişimi çok kısıtlı olan karakterde minimal bir oyunculuk sergileyeyim derken onu görünmez hale getirmesi de mümkün. Oyunun yazarı ve yönetmeni olan Sami Berat Marçalı ile Bora Akkaş iyi bir işbirliği yapmışlar ve dört başı mamur bir karakter yaratmışlar. Tek bir repliği olmaksızın beden dili ve mimikleriyle bir karakteri yaratıp onu gerçek kılıp seyirciyi etkisi altına alabilmek her oyuncunun harcı değil, Bora Akkaş’ı hem şanslı hem de cesur bir oyuncu olarak nitelemek mümkün.

Oyunla ilgili eleştirilere baktığımda bir kısım seyirci ve eleştirmenin finali zayıf bulduklarını hatta oyunun bir finalinin olmadığını söylediklerini gördüm. Ben bu yöndeki eleştirilere katılmıyorum. Söyleyeceğini incelikle söyleyen, doğrudan soru sormayıp soru işareti yaratmayı tercih eden Sami Berat Marçalı’nın oyunun sonunda karakterleri belli bir noktaya getirmesi ya da yaşananlar, konuşulanlar üzerinden onları bir kanaate vardırması beklenemezdi, böylesi bir tutum metnin tümüyle çelişir, oyuna bir final getirmek yerine metnin söylediği her şeyi silip süpürürdü. Yazar metni göstermekten çok hissettirmeye, anlatmaktan çok düşündürmeye dayalı kurgulamış, o nedenle hissetmekten ve düşünmekten çekinmeyen seyirciler için metin birçok zenginlik barındırıyor.

Geçtiğimiz sezon sahnelenmeye başlanan Yuva/Home’u ben ikinci sezonunda yakalayabildim, oyunu gördükten sonra bu kadar geç kalmışlığın hayıflığıyla ikinci seyrimi çok da ara vermeden gerçekleştirdim. Halen sahnelenmeye devam ederken benim gibi gecikmiş seyirciler için Yuva/Home hem metni hem sahnelenişi hem de her biri birbirinden başarılı oyunculuklarıyla görülmesi tavsiye edilecek oyunlar arasında. Oyunu seyredip kendimize sormakta fayda var, bizim gidecek bir yerimiz var mı?

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet Bozkır

Yanıtla