Cenk Dost Verdi: Devlet sanatı elinde tutamaz

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Duvar Gazetesi çalışanı Nuray Büyükdağ’ın Cen Dost Verdi ile yaptığı röportajı okuyucularımızla paylaşıyoruz]Cenk Dost Verdi, sosyal medya paylaşımları nedeniyle hapis cezası alarak, daha sonra denetimli serbestlikle bırakıldı. “Sanat, baskılandıkça gelişir” diyen Verdi ile cezaevi sürecini, tiyatronun muhalifliğini ve yaşadıklarını konuştuk.

Sansürler, yasaklamalar, KHK’yle işten çıkarmalar, içeri atılan gazeteciler, sanatçılar, akademisyenler, siyasiler… Kurulduğundan beri hep çok hassas olan devletin uslu olmayanlara karşı kendini koruma yöntemleri… Politikayla ilişkileri eskiden beri birçok tartışmaya konu olan sanat ve sanatçılara gelirsek her dönem değişen iktidarlar tarafından baskılanmış, eserleri yok edilmiş veya sansürlenmiş. Her çağda devletle sorunlu bir ilişki kuran tiyatro da bundan nasibini almaya devam ediyor. Tiyatronun eleştiri gücü, muhalif yönü ve etkisi devletin tiyatroyu denetim altında tutma isteğini günümüzde de diri tutuyor.

Sanat özgürlüğünü, biraz da sanatçıya yüklediği sorumluluğa borçlu şiarıyla, baskıcı iktidarların sanat ve sanatçı karşısında telaşlarını, yaşanan baskıları, nasıl bir dayanışma ağının oluşturulması gerektiğini ve önemini sosyal medyadaki paylaşımları nedeniyle cezaevinde yatan ve denetimli serbestlikle bırakılan tiyatro sanatçısı Cenk Dost Verdi ile konuştuk.

Neden cezaevine girdin?

Hakkımda yapılan bir sanal ihbar sonrasında canlı bomba değilsem de sosyal medyada ”terör” örgütü propagandası yaptığım iddiası ile tutuklandım. Tabii burada iktidarın asıl niyeti bizler üzerinden bir gözdağı verme hayaliydi. Özellikle sanat alanında tiyatroculara nedense fazlaca rağbet var galiba. Ben de tiyatro sanatının özü itibariyle bana verdiği muhalif tavırla hırsıza hırsız, katile de katil dediğim ve demeye de devam ettiğim için hapishaneye atıldım.

Sanırım Joko’nun Doğum Günü oyununu oynarken ceza aldığını öğrendin. Seyirci ve ekip ile paylaştın mı?

Geçen yıl 2017-2018 sezonunun son oyunun ikinci yarısında, perde arasında öğrendim. Avukatım Çağdaş Hukukçular Derneği’nden Çiğdem Akbulut gelip haber verdi. Daha sonra ekiple paylaştık. Dolayısıyla oyunun ikinci yarısına o bilgiyle çıktık. Oyuncu olarak böylesi bir bilgiyle oynamaya devam etmek hepimizde enteresan bir mücadele biçimi yarattı sahnede… Oyun bitimi yönetmen Ersin Umut Güler ile bunu seyirci ile de paylaşmanın doğru olacağına karar verdik. Tiyatroya gelerek vaktini, zamanını, parasını ayıran kitle; sanatçı olarak benim, bizim için çok kıymetli. Joko’nun Doğum Günü politik bir oyun. Gelen kitle de nasıl bir oyuna geldiğini biliyordu. Bu nedenle tepkiler çok daha yoğun yaşandı. O anki kaynaşma da dertleşme de çok derindi. Göz göze geldiğim insanların öfkelenip duygulanarak ağladığını gördüm. Faşizmle ilgili slogan atanlar oldu. Bilinçli bir duygusal dayanışma yaşandı. Direncimin en haklı perçinlerinden biriydi o an.

‘TİYATRO DAHA CESUR VE SİVRİDİR’

Sosyal medya paylaşımları nedeniyle senin gibi gözaltına alınan, ceza alan birçok sanatçı oldu. İktidarların sanatçıyla ve sanatla sorunu nedir?

Tiyatro üzerinden açıklamaya çalışırsam çok daha doğru olur. Bu çok söylenir; tiyatro kökeni gereği muhaliftir. Mevcut siyasi ortamda sanatın her dalı için bence bu geçerli olmalı. Ama tiyatro bir şekilde hep daha cesur ve sivridir. Bunun nedeni devletin, iktidarın en büyük aygıtına müdahale edebiliyor olması. Yani televizyona, televizyon kültürüne karşı en önemli alternatiflerden biridir tiyatro. Çok büyük bir deşifrasyon silahı. Devlet sanatı elinde tutamaz. O yüzden de korkar, yasaklar. Sanat tahakküm kaldırmaz, sızar, baskılandıkça gelişir. Haliyle eğer iktidarca tehditseniz aslında doğru yoldasınız. Bizleri besleyen bu kadim kavganın sürmesidir.

Tiyatronun eleştiri gücü, muhalif yönü ve etkisi devletlerin tiyatroyu denetim altında tutma isteklerini her çağda diri tutuyor aslında.

Söylediğim gibi tiyatronun devleti en çok korkutan yönü ifşa edişi ve ediş biçimi. Tiyatro “o an”, “oradalık” hissiyatı ile her oyunda yeniden ve canlı var ediyor eleştirisini. Devlet de bunun farkında, bu nedenle yasak ve sansüre başvuruyor. Bu korkuyla kendi tiyatrosunu da televizyonlaştırmaya çalışıyor. Çünkü o küçücük fıtratı, aklı ancak buna muktedir. Devlet elinden kaçan tüm sanat pratikleriyle ilgili sürekli tetikte bekliyor. Sinemada da durum böyle. Çünkü televizyondan sonra en etkili araçlar bunlar. Bakur belgeseliyle ilgili yasaklamalar, yargılamalar bunun örneklerinden biri.

Son yıllarda tiyatroya rağbet oldukça arttı. Bir sebebi de muhaliflerin bu yozlaşma karşısında kendilerine alan arayışından kaynaklanıyor olabilir mi?

Evet, dolu salonlarda oynuyoruz. Yozlaşmış televizyon kültürüne karşı oldukça büyük bir kitle tiyatro ile, bizlerle direniyor. İnsanlar aynı anda aynı şeye tanık olup, sahnede yaratılanın, anlatılanın etkisiyle duygulanmaya, anlamaya kıymet veriyor. Ve orada yalnız başına olmadığını hissediyor. Ve bence özellikle son 10 yıldır seyirci tiyatroda edilgenlikten vazgeçip daha etken bir misyon biçiyor kendine. Bu bizleri inanılmaz geliştiren, kolektif alışverişi görünür kılan bir geçiş. Böyle böyle artıyoruz, mutluyum.

‘BİZİM DAYANIŞMAMIZ BİRLİKTE ÜRETMEKTEN GEÇER’

Tiyatrocular, sanatçılar seninle birlikte bu duruma karşı bir dayanışma süreci geliştirdiler mi? Onların tepkisi nasıl oldu?

Kişisel olarak güçlü bir dayanışma süreci geçirdim. Kişisel dayanışma mektupları telefonları aldım sürekli. Cezaevi sürecinde maddi manevi destek olan çok fazla sayıda insan oldu. Fakat politik bir dayanışma yaratılamadı. Bugün, ben çıkar çıkmaz yine aynı şekilde yargılanan ceza alan iki arkadaşım var: KHK ile kapatılan Yenikapı Tiyatrosu oyuncularından Nazlı Masatçı ve Bursa Uludağ Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerinden Gizem Yerik. Bizim dayanışmamız birlikte üretmekten geçer. Yaşanılanlarla ilgili sözümüz olmalı. Birlikte bir söz söylemeliyiz. Benim dayanışmadan anladığım bu. Dayanışmaların politikleşmesi ve üretime dönüşmesi lazım. Bunun peşindeyiz.

Sanatçıların, tiyatrocuların bir araya gelip buna karşı tepkilerini göstermeleri gerekmez miydi?

Evet ama benim üzerimden değil. Yaşanan olaylar üzerinden tepki koymaları gerekirdi. Yaşanan adaletsizlik, hukuksuzluk, insanlık dışı, insan haklarına aykırı muamele yüzünden eyleme geçmeliydiler. Bir tiyatrocu olduğum için değil. Meselenin daha öncesi var. “Siz bir tiyatrocu ya da bir insanı, cansız bedeni yedi gün sokakta kalan bir anneyi savunduğu için mi cezaevine atıyorsunuz, katilleri açıklanmayan küçücük bir çocuğun faillerini sorguladığı için mi içeri atıyorsunuz, siz bir tiyatrocuyu KHK’yla işlerinden atılan insanların yanında olduğu için mi içeri atıyorsunuz” denebilmeliydi. Bu ilk dinamiği kaçırırsanız diğerleri zaten çok samimi olmayacaktır. Yukarıdaki nedenleri herkesin problem etmesi ve hesabını sorması gerekiyor. Yoksa tanık olduğumuz gibi her şey çok çabuk unutuluyor. Ve tekrar tekrar yaşanmaya devam ediyor. Panzerler tarafından ezilen çocukların faillerine, polislere verilen cezalar ortada… Rabia Naz’ın katilleri bulunmuyor, cinayet olduğu kanıtlanamıyor daha… Yüksel’de direnişi sırasında gözaltına alınan kadının bir polis tarafından taciz edilmesi… Çorlu tren faciası için basın açıklaması yapan insanların uğradıkları polis saldırısı… Önemli olan devam eden bu olaylara tepki göstermek. Buradan bir dayanışma ve duyarlılık geliştirmek gerekiyor.

Cezaevi süreci nasıl geçti peki? Tiyatroyu cezaevine taşıyabildin mi?

Öncelikle insanın okumaya ve spor yapmaya çok vakti oluyor orada. Devrimci pratik gereği hayatınızı planlıyor ve ona göre yaşıyorsunuz. Verim artıyor. Ve bir oyuncu olarak sürecin kendisi kadar özellikle tiyatro dışı okumalar da çok verimli oldu bana. 27 Mart Dünya Tiyatrolar gününde sohbet etkinliğinde okuma tiyatrosu yapmak istedim. Ama oynama açlığı ağır bastığından oynamaya karar verdim. Üniversiteden beri ara ara okumayı çok sevdiğim varoluşsal bir metin olan Pirandello’nun Ağzı Çiçekli Adam’ını oynadım. O şartlarda gardiyanlarca da izlenen o deneyim unutulmazdı.

Nasıl karşıladılar cezaevi tutukluları, gardiyanlar?

Oyunu oynamak için sandalyelerle bir sahne düzeni alır almaz gardiyanlar içeri girdi. Önce ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Slogan atılmadığı ve özellikle de teksti anlayamadıkları için politik olmadığını düşündüler sanırım. Geri çıktılar. Oradaki arkadaşlardan çok değerli eleştiriler ve geri dönüşler oldu. Aklıma geldikçe yazıyorum bir köşeye.

Bu aralar gündemin nedir? Cezaevi sürecinden sonra tiyatro yapışında bir farklılık olacak mı? Cezaevi süreci metin seçmede önceliğini, yönelimini değiştirdi mi?

Çok değişiklik yok elbette. Zaman içinde tiyatronun muhalif tarafı beni politik olarak bilinçlendirdi zaten. Bu kaçınılmazdı. Düşman seninle ilgileniyorsa doğru yerdesin. Dolayısıyla tiyatro bana doğru bir şey yapmış. Simdi de doğru bildiklerimin peşinden giderek yoluma devam etmeye çalışıyorum. Zaten Yolcu Tiyatroyla yakaladığımız güzel kolektif bir ivme var. Derdi olan metinleri tercih ediyoruz ve böyle de devam edecek.

DUVAR

Paylaş.

Yanıtla