23. İstanbul Tiyatro Festivali

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Erdoğan Mitrani’nin Şalom‘da yayınlanan yazısının bir bölümünü okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

Dünyanın en önemli dans topluluklarından biri olan Ultima Vez’in, Wim Vandekeybus’un yönettiği, filmini ve koreografisini üstlendiği, Dünya Prömiyerini 2018’de Brüksel’de yapmış olan ‘TrapTown’, üç gösteriyle 23. İstanbul Tiyatro Festivali’ndeydi.

1963 doğumlu Belçikalı koreograf, tiyatro, sinema ve video yönetmeni Wim Vandekeybus, 1986’da kurduğu Ultima Vez topluluğunda 30 yılı aşkındır, ana unsurları fiziksellik, tutku, önsezi, içgüdü ve dürtüler olan, ancak gerilim ve çatışmalarıyla her biri farklı ve ayrıksı olan eserler yaratmış.

‘TrapTown’da, günümüz kentlerinde, tarihsel, ırksal ve etnik kökenlerin, hatta inançların ve konuşulan dillerin birbirinden farklılaştırdığı bireylerin, güce dayalı ve eşitlikten yoksun ilişkiler içerisinde bir arada yaşamaya mecbur kalmasını, distopik bir dünyada, tiyatro, film, dans, metin ve müzikle anlatıyor.

Wim Vandekeybus, bizimkinden çok farklı, ama hiç de yabancısı olmadığımız paralel bir evrende mitik bir distopya oluştururken, bildik mitolojilerden uyarlama yapacağına, metni yazan Pieter De Buysser’in günümüz toplumunda mevcut gerginlikleri hissedilebilir hale getirdiği, mitolojik boyutu da olan özgün meselinden yola çıkmış:

Dört bin yıllık ortak geçmişleri olan Odinese ve Mythrician kabileleri, Askeville kentinde yaşamaktadır. Askeville, çıkışı olmayan dev bir labirent, bir TuzakŞehir’dir. Labirentin dışarısında hiçbir şey yoktur ve kentten başka bir seçeneği olmayan Askeville’liler birlikte yaşamaya mahkûmdurlar. Süt ve bal üzerinden yaşanan çatışma sonucunda Odineseler hâkimiyeti ele geçirerek Mythricianları baskı altına almış ve köleleştirmişlerdir. Birlikte, bağımsızlık ve özgürlük arzusunun körüklediği bir mücadele içinde yaşarlar. Askeville, Mythricianlara yönelik tarihi adaletsizliğin bilincinde olan Odinese bir vali tarafından yönetilmektedir. Annesi Mythrician olan oğlu Marduk, ezilenlerden yanadır ve Mythricianların özgürleşmesi için babasına kafa tutmaktadır. Babayla oğulun, fantastik bir boyutu da vardır. Marduk, belki de bir peri ya da tanrıça olan Themis’e âşıktır; babası olağanüstü anlarda bir kartala dönüşmektedir. Mythricianlar Marduk’a yabancı gibi davranırken Odineseler onu bir vatan haini olarak görürler. Marduk’un ölümü kaçınılmazdır, sonsuz gel git döngüsünde başkalarının yolunu açacak olan bir ölüm…

İyiler-kötüler, ezilenler-ezenler mücadelesinin aslında bir fasit daire olduğu, savaşı kazanan ezilenlerin ezene, ya da iyilerin kötülere, dönüşerek aynı kısır döngüyü tekrar başlatacağı, hatta ve hatta finaldeki kıyamet olgusunun bile yeni bir varoluşa, onun da yeni bir kıyamete yol açacağı savıyla ‘TrapTown’ müthiş karamsar bir metin.

Vandekeybus ‘TrapTown’u, müziği, sinemayı, tiyatroyu, oyunculuğu, şarkı söylemeyi ve dansı başarıyla harmanlayan mültidisipliner bir müzikli dans tiyatrosu olarak sahneliyor.

Oyunu sahnelemeden önce, mimar ikili Gijs Van Vaerenbergh’in bir madenci kenti olan Genk’te restore edilerek interaktif bir keşif gezisi olanağı sunan eski maden ocağı C-Mine’ın onuncu yıldönümü için yarattıkları, hâlâ yerinde duran labirentte film çekimleri yapmış, ikiliye de ‘TrapTown’un sahne tasarımını yapmasını teklif etmiş. Böylece, farklı yüksekliklerde çeşitli platformlardan oluşan, üzerine film imgelerinin yansıtıldığı, sahnedeki dansçıların filmdeki karakterlerle etkileşime girmesine de olanak tanıyan bir fon oluşturulurken, film sayesinde Askeville’in bitmez tükenmez karanlık koridorları da var olabilmiş. Platformların, filmin ve sahnenin tek bir organik mekân olduğunu iyice belirlemek için, Prag’ın film prodüksiyonlarını sahne hareketleriyle birleştiren ünlü Laterna Magica Dans Tiyatrosu’nunkine benzer şekilde, Marduk’un sahneden filme, filmden sahneye başarıyla girip çıktığı, canlı karakterlerin filmdekilerle rahatlıkla diyalog kurdukları bir yöntem geliştirmiş.

Müzikleri Trixie Whitley ve Phoenican Drive hazırlamış. Filmde Themis’i de canlandıran Trixie Whitley, Marduk – Themis aşkına odaklanan şarkılar söylerken, Phoenican Drive, tüm dansların alt yapısını oluşturacak şekilde, kimi zaman Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Balkan esintileri de içeren müthiş hareketli bir müzik yapmış.

Dansçı, şarkıcı oyuncuları Maria KolegovaTanja Marı́n Friðjónsdóttir, Kristina AlleyneSade AlleyneKit KingFlavio D’andrea, Alexandros AnastasiadisMufutau Yusuf, bitmez tükenmez enerjileriyle müthiş etkileyici bir iş çıkarıyorlar.

 ‘TrapTown’ hem içerik, hem görsel olarak çok ilginç, çok başarılı, izleyiciyi derinden etkileyen bir çalışma. Ultima Vez İstanbul Tiyatro Festivali’ni seven, Festivalin de sevdiği bir topluluk. Bir daha geldiklerinde sakın kaçırmayın.

Bir Golden Mask Rusya Sahne Sanatları Festivali & İstanbul Tiyatro Festivali işbirliği:  Ballet Moscow / “Her Yol Kuzeye Çıkar”

Ballet Moscow özgün sanatsal vizyonunun merkezine çağdaş dansı ve baleyi koyan yenilikçi bir dans topluluğu. Son yıllarda Rus dans topluluklarıyla çok sayıda ilginç çalışma yapmış olan Belçikalı koreograf Karine Pontie, ‘Her Yol Kuzeye Çıkar’ı Moskova Balesi’nin yedi erkek dansçısıyla sahneliyor.

Karine Ponties’in ‘kuzey’i tahta kutularla, masalara ya da dolaplara dönüştürülebilen modüler ahşap elemanlardan oluşmuş hiçliğin ortasında bir mekân. Sahnede birbirini dürten, ittiren, birbirinin etrafında dönen yedi dansçı. Bütün yollar bu soyut ‘kuzey’e çıktığında, grup hareketleriyle solo figürleri durmaksızın peş peşe ve iç içe sıralayarak, bedenlerin fiziksel etkileşimleriyle bir ahenk, bir uyum arayan her bir dansçı, hem diğerlerine dayanarak hem onlara sırt çevirerek sanki özgür olabileceği bir yerin peşinde…

Gerçekten de olağanüstü bir performans. Moskova Balesi’nin dansçılarının kusursuz birlikteliklerini, benzersiz enerjilerini anlatmak mümkün değil. Görmek gerek.

Ancak ‘Her Yol Kuzeye Çıkar’ın, ‘TrapTown’un hemen ardından sahnelenmesi izleyicileri ikiye ayırdı. Eşimle benim de aralarında olduğumuz, ‘TrapTown’un karamsar ötesi derinliğini büyüleyici bulan kimi seyirci, müthiş dansçılarına ve kusursuz görselliğine karşın ‘Her Yol Kuzeye Çıkar’ı fazla soyut, fazla yüzeysel buldu. Tam tersini düşünen, bir o kadar da seyirci vardı tabii ki. Ne gam! En büyük teşekkür, böyle bir karşılaştırmayı yapacak üst düzey iki gösteriyi bize getiren Festivale…

FEYDRA TONNERRE PRODUCTION “Prendre Dates Tarihe Not Düşmek”

“Ocak 2015’te Paris’teydi. Ne hale geldiğimizi, şaşkınlığımızın ruhumuzu nasıl kararttığını nasıl unutabiliriz? İnanmaksızın, korkmuş, son derece üzgün bir şekilde birbirimize bakıyorduk. Genellikle kişisel yaslar ya da üzüntülerdir, bizi altüst eden. Ancak aynısını hisseden milyonlarca kişi olunca, hiç tartışmadan, içgüdüsel olarak bunun ‘tarih’ olduğunu biliyoruz”

İnsanlar gibi bazen toplumlar da kırılır, eğilir bükülür, bölünür ve hatta parçalanır. Her toplumu farklı derecede etkileyen toplumsal olaylar, bazen bir yıkıntıdan yeniden ve başka bir şekilde doğuma da olanak sağlar. 2015’te yayınlanan ve tarihçi Patrick Boucheron ile yazar Mathieu Riboulet’nin,  Paris’te 7 -14 Ocak günlerinde, Fransa’nın satirik mizah dergisi  Charlie Hebdo’ya 12 ölü ve 20 yaralı ile sonuçlanan saldırıyla başlayan, bir kadın polisin öldürülmesi, bir Yahudi ‘kaşer’ marketin basılarak, dördü kurtarma çatışmasında ölen 16 kişinin rehin alınması olaylarını, o günlerdeki hissiyatlarını paylaşarak, gerçekleri kaydetmek, tarihe bir kayıt düşmek amacıyla yazdıkları ‘Prendre Dates’ bu toplumsal kriz anlarına, bu anların öncesine ve sonrasına eğilen bir kitap.

Bu kitaptan yola çıkan yönetmen Delphine Ciavaldini, tarihin ve tiyatronun diyalog halinde olduğu ‘Tarihe Not Düşmek’i sahneye koydu.

Boş bir sahne, arka fonda bir masa ya da bank. Yerde çok sayıda kâğıt. Boucheron ile Riboulet’yi canlandıran iki oyuncu (Marc Citti & Sege Renko) hem anlatıcıları, hem başkandan teröristlere tüm sivil toplumu irdeleyerek, haber vermek, yorumlamak ya da yargılamak amacıyla değil, güncel olarak yaşananların kaydının nasıl tutulacağını, bu kaydın gerçek ve güncel ilişkisinin sınırlarının ne olduğunu tartışırlar.

Devamı için tıklayınız.

Şalom

Paylaş.

Yanıtla