23. İstanbul Tiyatro Festivali’nde Su Perisi İo

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Erdoğan Mitrani’nin Şalom’da yayınlanan yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

23. İstanbul Tiyatro Festivali’nin açılışı 13 Kasım gecesi, UNIQ Hall performans merkezinin 1150 kişilik tamamen dolu büyük salonunda, Studio Oyuncuları ile İstanbul Tiyatro Festivali ortak yapımı ‘İo’ ile yapıldı.

1959’da doğmuş olan yazar, oyuncu, yönetmen, ışık tasarımcısı, eğitmen Şahika Tekand, 1990’da eşi Esat Tekand‘la birlikte adını Studio Oyuncuları koyduğu toplulukta, bugüne dek kendi yazdığı yedi oyun dâhil olmak üzere, oynadığı ve yönettiği çok sayıda oyun ve performans sahnelemiş.

Şahika Tekand, Türk Tiyatrosunun yaşayan efsanesi. Gösteri sanatlarında, özellikle de oyunculuk sanatında ‘çağdaş olan’ın araştırılması ve uygulanması ilkesiyle yola çıkan Studio Oyuncuları, yurtiçi ve yurtdışında pek çok uluslararası festivale davet edilmiş, Avrupa’nın en dikkat çeken tiyatrolarının arasına girmiş. 20 yıllık çalışma sonucunda geliştirdiği ve Performatif Sahneleme ve Oyunculuk Yöntemi adını verdiği sistemle yetiştirmiş olduğu ve yetiştirmeye devam ettiği öğrencilerle tiyatromuza yapmış olduğu hizmetiyse hiçbir ödülün karşılaması mümkün değil. Sahnelediği her oyun, tiyatronun doruklarına ulaşmış mucizevi birer çalışmadır. Son mucizesi de, yazdığı, yönettiği, ışık tasarımını yaptığı ve İo rolünü üstlendiği son tragedyası ‘İo’.

Şahika Tekand’ın mitolojiyi farklı bir bakışla okuyarak Olympos ve Zeus’la hesaplaştığı oyunun sahne ve kostüm tasarımını Esat Tekand, dramaturjiyi Verda Habif üstlenmiş.

Yönetmen yardımcıları Verda Habif ve Nilgün Kurtar.

Nehir Tanrı Inakhos’un kızı su perisi İo, Zeus kendisine âşık olunca Hera tarafından cezalandırılmış, karısının öfkesini dindiremeyen Zeus’un, onu yaşadığı Argos şehrinden sürdürerek, bütün dünyayı dolaşmak zorunda bırakmış olduğu mitolojik bir karakter. Şahika Tekand’ın bugüne kadar üzerine bir tragedya işlenmemiş bu kişiden ve mitolojik verilerden yola çıkarak yazdığı tamamen özgün metin, İo’ya tanrıların reva gördüğü zorlu yaşama değil, hayatının sonunda, hiç değilse kendi topraklarında ölebilmek için şehrine geri dönüşüne odaklanır.

Argos’a döndüğünde şehrinin insanları (Koro) ile karşılaşan İo (Şahika Tekand), hikâyesinin tamamen yanlış bilindiğini, insanların gerçeği bilmek yerine, kendilerine anlatılanlarla yetinerek huzurlu bir hayata kavuşacaklarına inandıklarını görür. Onlara kendisi ile ilgili doğruları anlatmak ve ölmeden önce adının önüne eklenmiş sıfatları temizlemek ister. Ancak, kendisi suçlu olduğu halde hem suçu hem cezayı Io’ya yüklemiş olan Zeus, insanların İo’ya inanmasının otoritesini sarsarak kurduğu korku imparatorluğunu tehlikeye düşüreceğinin bilincindedir. İnsanlığın unuttuğu geçmişi hatırlamasına ve sorgulamasına engel olmak için, İo’yu susturmak amacıyla kanatlı güçlerini, gücün temsilcisi yarı tanrı Kratos (Deniz Karaoğlu) ile şiddetin simgesi acımasız kız kardeşi Bia’yı (Gizem Bilgen) yollar. İo kendisini iffetsizlik ve baştan çıkarıcılıkla suçlayarak korkutmaya çalışan Kratos’a direnerek artık Zeus’un korkması gerektiğini haykırır. Tartışma alevlenmeye başlayınca Zeus tanrıların en hızlısı ve en kurnazı Hermes’i (Gökhan Küçük) gönderir. Hınzır politikacı Hermes, İo’nun umudunu kırmak için onun son kozu olan, Zeus’un bir gün hesap vereceği kehanetini yapmış olan Prometheus’u (Yiğit Özşener) getirir. İnsanlara ateşi ve dolayısıyla aydınlanmayı, özgürlüğü verdiği için cezalandırılan Prometheus artık yenilgiyi kabul etmiştir. Bu Tanrılara kafa tutmuş Titanı tanrılar değil, insanlığın, bilinmeyenden, özgürlükten, değişimden korkması, hatırlamayı unutması yenmiştir…

Oyunun başlarında lanetlerden korkan, sinmiş ve susturulmuş insanlık, her türlü değişimi reddederken, İo’nun ölüm-kalım mücadelesini izledikçe, sadece tanıklıkla yetinmemek, kara vermek zorunda olduğunu fark eder. Ancak insanlığın bilinçlenmesi tam bir uyanış ya da bir isyan değildir. Sadece İo, oyunu bitmemiş bir cümle, bir AMA… ile, sonucu ortada bırakarak sonlandırdığında, koro titrek bir nefes alıp derin bir iç geçirir…

Festival başlamadan önce, bir ön etkinlik olarak, programda yer alan bazı oyunları incelemek ve yeni konuşma alanları açmak için bir dizi bir dizi söyleşi gerçekleştirilmişti. “Tragedyalar biter mi, insanın ontolojisi değişir mi?” başlığıyla Şahika Tekand ile Kerem Karaboğa’nın söyleşisinde Tekand, onun için tragedyanın sadece bir biçem olduğunu belirtmişti. Gerçekten, baskı ile özgürlüğün sonu gelmez savaşını, güç ve iktidar tutkusunu, bugün de hükmünü sürdüren ataerkil dünya düzenini, hafızasını ve sorgulama yetisini gittikçe daha çok terk eden bugünün insanının tragedyasını seyirci karşısına getiren ‘İo’, her türlü yerleşik inanç ve geleneği sorgulayan, putkırıcı ve kışkırtıcı tavrıyla, biçemi ne olursa olsun son derece çağcıl bir metin.

Geldik sahnelemeye. Öncelikle Esat Tekand’ın yeryüzünü ve Olimpos’u aynı mekânda var eden gizemli çift katlı Sahne Tasarımı olağanüstü. İo’ya su perisinin yeşilini, yöneticilere ruhları gibi karanlık siyahı, kararsız insanlığa da karanlık bir sıradanlığı yakıştıran Kostüm Tasarımı da öyle.

Şahika Tekand, kendisini de dahil olduğu dört bireysel oyuncudan müthiş başarılı bir toplu performans elde ediyor. Dört dedim, çünkü Kratos ile Bia’nın Hareket Düzenini de üstlenen Gizem Bilgen’in canlandırdığı Bia, sadece beden diline dayanan konuşmasız bir rol.

Şahika’nın “İo’da koro kullanımı” bir tez konusu olabilir. Önce adlarını yazalım: Koro Lideri Nilgün Kurtar, Koro: Anıl Doğan AlbayrakHuriye AliefendioğluSelinay DumanAren FındıkMehmet Bahattin Genç,  Verda HabifAltay İcimsoyBilal Yiğit İnalBetül İnginSeda KandemirBuket Koyuncu, Nilgün KurtarGökhan Özcan, Can Özmen, Cihat Parıltı Bulut B. SezerBurcu Bacanak ŞahinOnur Tanyeri, Gizem TileylioğluNazlı Deniz MercanBurak Zafer. Adı üstünde “koro” bu; tabii ki kusursuz bir ses birliktelikleri olacak. Ya o bedensel uyumları! Baştaki mesafeli ve ifadesiz yüzlerin, donuk, hareketsiz bedenlerin giderek, anlatılanlarla etkilenişleriyle ısınmaları, devinimlerin ilgileriyle orantılı olarak artışı, oyunun sonuna doğru konuşan, heyecanlanan, olayların bir parçası olan, beraber nefes alan tek bir varlığa dönüşmelerini izlemek için ‘İo’, bir kez daha seyredilmeyi hak ediyor.

Studio Oyuncuları’nın bütün oyunlarında çok önemli olan ışık tasarımı ‘İo’da neredeyse başrolde. Kimi zaman cümlelere hatta sözcüklere can veren, kimi zaman kesip parçalayan, bir göz kırpması gibi yanıp sönerek Esat Tekand’ın karanlık dekorunun gizemini saklayan bu benzersiz ışık tasarımı (Işık Masası Oyuncusu: Melike Durukan), hareketin müziğini konuşma örgüsü ve dilin müziğiyle bütünleştirerek esere görsel olduğu kadar müzikal bir nitelik de kazandırıyor.

Tekand’ın 2017’de Studio Oyuncuları’nın minik sahnesinde yeniden sahnelediğinde, mekânı ve oyuncuları birer müzik aletine, konuşmaları birer besteye dönüştürerek Beckett’in ‘Oyun’unu “a capella” bir senfonik şiir olarak sahnelemiş olduğunu yazmıştım.

Sanki bu kez Tekand, ‘İo’yu, dekoru, kostümleri, olağanüstü solistleri ve senfonik korosu ile görkemli bir lirik ‘grand opera’ olarak yönetiyor.

İo, defalarca izlenecek, her izlenmede yeni keşiflere açık, görkemli bir görsel işitsel şölen, sanatta “kusursuz”a erişebilmeyi başarmış az sayıda başyapıttan biri. Henüz mevsimin başlarında bile olsak, iddia ediyorum ki, yılın, belki de yılların tiyatro olayı. Olur a; bu yıl sadece bir kez tiyatroya gidecekseniz sadece İo’yu izleyin derim! Sakın kaçırmayın!

Şalom

Paylaş.

Yanıtla