Çocukların Estetik Eğitimine İki Güzel Katkı: “Pintamusica” ve “Kolobok”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

 Tülay Yıldız Akgül

24. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali 14-19 Ekim 2019 da büyük bir katılımla gerçekleşti. Yerli ve yabancı grupların oyunlarını izlemek, birçok insanla tanışmak ve onların tiyatroya bakışlarını dinlemek, atölyelere katılmak, kentin değişik yerlerinde birçok salon ve alanın büyük bir seyirci akınına uğramasına şahit olmak hem keyif hem de umut vericiydi. Artık 90’lı yıllardan bu yana kesintisiz gerçekleştirilebilen yapısıyla, birçok kuşaktan çocuğun büyümesinde, algılarının gelişmesinde, dünyayı görme ve hissetmelerinin oluşmasında payı olduğunu söyleyebileceğimiz nitelikli bir festivalle karşı karşıyayız. Bir takdir- değerlendirme-eleştiri yazısının festival sürekliliğine katkı yapacağı düşüncesiyle, öncelikle Bursa Kültür ve Turizm Vakfı çalışanlarına teşekkür ederek, burada izlenimlerimi yazmak isterim.

Tam 13 oyun izleme fırsatı yakaladığım bu bir hafta içinde pek çok oyunun aslında yazılmaya değer olduğunu söyleyerek başlayabilirim. Arjantin,  “El ve El”; İspanya, “Pintamusica”; İstanbul Moda Sahnesi, “Anlaştık mı?”; Rusya, “Kolobok”; İran,  “Derakhshang”; Danimarka, “Hayat Güzeldir”; Alanya Belediye Tiyatrosu, “Kalbimin Sevgili Gözü” ve Bulgaristan, “Prenses ve Bezelye Tanesi” adlı oyunlar bu yıl “unutulmazlarım” arasında yer aldılar. Estetik duygularımızın gelişmesinde önemli bir rolü olan müzik, resim, dekor, dans, kukla gibi sanatları da içinde barındıran tiyatro bu oyunlarla çocuklarımızı şimdiden bizimkinden daha gelişmiş bir dünyaya taşınması işine aracılık ettiler.

Dil dediğimiz anlatım ve ifade aracı, söz konusu olan tiyatro olduğunda kuşkusuz yalnızca sözcüklerden oluşmaz; jestler, mimikler, dans, duygusal ifadeler, ışık, müzik, dekor, resim ve daha pek çok şey sahne dilinin önemli araçları olarak sahnede yerini alır. Oyunlardaki bu araçları da kullanarak oyuncular kendi enerjileriyle salonu dolduran çocukların enerjilerini yakalayıp birbiriyle aynı dalga boyuna getirdiğinde, tiyatro insanlara hem içten hem de dıştan etki eden bir büyüye dönüşmeye başlar.

Festivalde izlediğim, beğendiğim oyunlar gerçekten çocuk tiyatrosunun hakkını veren, çocuk gözüyle olaylara yaklaşan, iyi reji, işlevsel dekor, iyi oyunculuk ve seçtikleri konuya yakışır bir sahneleme anlayışıyla ele alınmışlardı. Bu oyunların hepsini ele almak bu yazının sınırları içinde olanaklı olmasa da, içimizde oynama duygusunu harekete geçiren, her an her yerde her malzemeyle oynanabileceğinin altını çizen, çok etkilendiğim iki oyundan özellikle söz etmek istiyorum: İspanya’nın “Pintamusica”, ve Rusya’nın “Kolobok” isimli oyunları.

Bilindiği gibi çocuklar farklı duyguları keşfetmeye başladığında bu duygularını oyun oynayarak ortaya çıkarırlar. Tiyatro sanatı da bunun en yoğun olarak yaşandığı ve yaşatıldığı bir yerdir. Bu nedenle oyun oynama duygusunun özgürleştirici etkisini sahneden seyir yerine ulaştıran oyunlar bizi içine alır. İşte bu noktada içimizde ki pozitif alanları ortaya çıkaran ve aslında bu etkilenmeyle beraber öğrenmenin de kendiliğinden geliştiğini gösteren bu iki oyunun bir özelliği de yaş aralığının sıfır ve üstü olarak belirlenmiş olması, yani bebeklere de tiyatro sunulabileceği iddiasını taşımasıydı. Bu yaş aralığında özellikle 0-2 yaş çocuklarının bir oyunu izleyebilme mantığının nasıl kurulabildiği, nesnelere, olaylara, kavramlara, seslere nasıl tepkiler verebileceklerine dikkat etmeye çalıştım. Yalınlık ve ilginçliği bir araya getiren yapı yakalandığında 2 yaş altı ve üstündeki tüm seyircilerin de oyunun içine yavaş yavaş girdiğini görmek şaşırtıcıydı. Oyunculukla birlikte oyun kurma mantığı belli bir ritimle ancak kesinlikle telaştan uzak bir şekilde geliştiriliyordu. Oyuncularda da izleyicisini eğlendirme telaşı yerine onlara güven veren bir gerçeklik hissi fark ediliyordu. Sahne objeleriyle ilişkilerinde ve hareketlerindeki odaklanma yoluyla yakaladıkları içtenlik en genç seyircisini bile hemen aksiyonun içine alıyordu. Bunun için büyük şeyler anlatmak, büyük hareketler yapmak gerekmediği görülüyordu. Gerek İspanya gerek Rusya’nın oyuncuları bir şeyi anlatma derdinden önce sadece oyun oynamanın keyfini sahnede yaşadıkları için minik izleyicilerin dikkatli bakışları ve katılımlarını kendilerine ortak ediyorlardı. Bu arada büyük izleyicilerin de aynı anda iki oyun izlemenin hazzını yaşamaları değişik başka bir seyirci düzlemi olarak beliriyordu. Büyükler hem miniklerin tepkisini izliyor hem de oyundan kopmadan oyunu takip edebiliyorlardı. Bu yalınlık içinde oyun içinde oyun denilebilecek katmanlar bile oluşabiliyordu.

Pintamusica oyunu, sürrealist ressam Joan Miro’nun “Kadın, Kuşlar ve Gece” adlı resminden yola çıkarak üç müzisyen oyuncunun dört renk kullanarak mevsimleri sahnede canlandırması üzerineydi. Oyunda müziğin, resmin, renklerin ve ışığın birlikteliğinde yaratılan armoni, duyuları harekete geçiriyor, müziğin ritmiyle arka perde de Miro’nun resmi, mevsimlerin rengiyle, oyuncuların şarkısıyla yeniden çiziliyordu.

Yalın ve bir o kadar da yumuşak bir oyun olan Pintamusica, çok küçük yaş grubunda olan çocukların duygu ve duyu dünyasına girmenin temel yolunun onlarla beraber bir oyunu kurmaktan geçtiğini gösteren, çocukların estetik eğitimi üzerine örnek gösterilebilecek bir oyundur.

Tiyatro, emek, duygu ve bilinçle yapıldığında, değişik ışıkların altında olsun olmasın renklerin duygusunu hissettiren, müziğin, resmin ve hareketin evrensel dili aracılığıyla birbirimizin dilini, (sözlerini anlamasak bile) şarkıların ortak duygusunu ve aramızdaki mesafelerin yalnızca yapay sınır çizgileri olduğunu gösteren bir sanattır. Tiyatro, her dilde her renkte seyirciyle ilişki kurmaya yeterli bir araçtır.

“Pintamusica”, basit ve yavaş (acele etmeyen) bir anlatım dili olarak sıfır yaşından itibaren herkesi cezbederek oyuna katılmayı sağlarken, bir şey anlatmak ya da bir şey göstermek çabasıyla değil bir duyguyu paylaşmak becerisiyle izleyicisini etkilemiştir.

“Kolobok” da aynı etkiyle izlenen bir oyundu. “Pintamusica”da var olan sahne sakinliğinin aksine “Kolobok” oyununda çok hareket ve hareketlerin tekrarından oluşan kaçmaca-kovalamaca bu kez her yaş izleyiciyi aynı anda sahne büyüsünün içine alabilmiştir. “Kolobok” bir Rus halk hikayesidir.  Hikayede yasaklanan her şeyin, aslında herkes için nasıl bir çekicilik kazandığı, çocuğun yasakları kırdığı takdirde oradan nasıl bir oyun çıkarabileceğinin de altını çiziyordu.

Oyundaki “Kolobok” bir kurabiyedir. Kurabiyenin peşine düşen üç kadın oyuncu her türlü yasağı kırarak onu ele geçirmeye çalışır. Dekorun bir çizgi film evi gibi tasarlanmış olması çocukların ilgisini (büyüklerin de) hemen üzerine çekmiş ve evin her tarafının bir oyun bahçesine dönüşmesini sağlamıştır. Mekân oyun duygusunu tetikleyen önemli bir unsurdur. Mekân belirlenince oyun oynama güdüsü hemen giderek büyüyen bir duyguya dönüşüyor. “Kolobok” oyununun sonunda oyuncular oyunu bitirmek yerine çocuklarla sahnede resim çizmeyi, onlarla beraber oyunun içinde kaybolmayı, merak edilen dekorun içinde onları gezdirmeyi tercih ederek oyunu çocuklarla beraber bitirmiştir.

Her iki tiyatro grubunun çok küçük yaşı da hedef alarak oyun hazırlama mantıklarının, onların duygularını tanımak ve anlamak, hangi duygunun neden ve nasıl geliştiğini görmeleri ya da hissetmeleri, kendi duygularıyla birlikte başkalarının duygularının da farkına varmalarına hizmet ettiğini gördüm.

Bebekliğinde (bu oyunlar bebekleri de hedeflemekte) mutluluk, rahatlama, hüzün, kızgınlık, sevinç, öfke, korku gibi duyguları denemelerine kaygı ile yaklaşılmayan, engellenmeyen çocukların 1 ya da 2 yaşından itibaren daha karmaşık duyguları anlamlandırmaya başladıkları hatta bunları kendilerince isimlendirdikleri bilinir. “Pintamusica” ve “Kolobok” oyunları bu yaş gurubu çocukların bu duyguların çoğunu oyun oynama yoluyla bizzat deneyimletiyor. Her iki oyunda da sözün yokluğu duygunun aktarımının engellemesi bir yana çıkarılan seslerin, nidaların, ünlemlerin, şarkıların, müziğin, resmin dilini yaş farkı tanımayan evrensel bir düzeye taşıyor. Burada bir kez daha gördük ki “oyun oynamak duygusu”, her yaş grubundan, her kültürel-sosyal-sınıfsal çevreden her insanın gelişmek ve potansiyellerini yaratıcı bir varoluşa çevirebileceği en evrensel duygusudur.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Tülay Yıldız

Yanıtla