Çevrimiçi, Yerçekimsiz Gogol

Pinterest LinkedIn Tumblr +

H. Ayhan Tinin’in Bir Deli’nin Hatıra Defteri’nin dijital gösterimi üzerine yazdığı ve Diken’de yayınlanan değerlendirmesini paylaşıyoruz

Korkuya karşı kazandığımız yer midir aklını yitirmek?

Ayrıca neden korkarız yedinci dereceden bir memur olmaktan?

Az gidip uz gidip küçük adam olmaktan bir adım öteye geçemediğimiz için mi yontarız kurşun kalemleri?

Issız istasyonlar boyunca bir ülkeyi boydan boya geçmek, cezalandırmak mı kendini?

Yoksa hiç kimse olabilmenin erdemine vardığımız yerde mi başlar hayat? Zaten hastalıklı bir çocuktu…

Orta sınıftan olmanın, aristokrat aile çocuklarının yanında kendini olabildiğince küçük görmenin ne demek olduğunu eğitim hayatının sonuna kadar yaşamıştı.

Yaşamakla kalmadı, yazdı da…

Daha o günlerden… Lise günlerinde alabildiğince dalga geçer, canının istediği herkesi şakalarıyla küçük düşürürdü.

En çok alay edilen ve değersiz görülen olmanın intikamını, daha o yaşta böyle almayı öğrenmişti hayattan…

Bir gün içinde sakladığı kelimelerle Rus ve dünya edebiyatının en önemli öykülerini yazacaktı.

Birileri “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” diyecekti.

Erdal Beşikçioğlu’nu sahnede izlemiştim. Ancak çevrimiçi gösterimini gerçekten merak ettiğim bir oyundu ‘Bir delinin hatıra defteri.’

Beşikçioğlu’nun sahne performansı değildi merak ettiğim. Bu güzel tiyatro insanının yaptığı her işe kanından bir damla kattığına defalarca şahit olmuştum.

Yüzyıllık mazisi olan ‘Bir delinin hatıra defteri’ oyunu dijitalde nasıl görünecekti?

Oyunun tadı, kameranın görüş açıları, metnin vurucu dağınıklığı, vinç üzerindeki oyuncu hareketlerinin seyircide yarattığı nefes düzensizliği ekrandan evin içine nasıl sızacaktı?

Dijital biletimi alıp, çevrimiçi gösterim saatini beklemeye başladım! Yeni cümlemiz bu sanırım! Belki en az bir yıl daha… Bu kadar dayanabilir mi tiyatromuz?

Bürokrasi, saraya ait olanlar ve alt sınıflar; küçük bir memurun gözünden Çarlık Rusya’sı, bir aşk öyküsüne sıkışmış gibi görünen insan ruhunun parçalanması, değersizliğin kabul edildiği bir hayat ve yok oluş… Yani o benzersiz metin… Yani ‘Bir delinin hatıra defteri.’ Çevrimiçi gösterimiyle de dijital sınavdan başarıyla geçti.

Bildiğimiz tiyatro değildi.

Başka bir tat ve oluşumdu ama hak ettiği yerdeydi.

Hem dijitaldeki yönetmenin hem de oyunun arkasındaki tüm ekibin ve tabi Erdal Beşikçioğlu’nun büyük katkısı vardı.

Hak ettiği biçimde yapılırsa, tiyatroya hasret geçen günlerimizin susuzluğunu, çevrimiçi işlerle biraz olsun giderme ihtimalimizin olduğunu görmek, bizi mutlu etmeye yetti.

Liseden sonra St. Petersburg’a gitmiş, korka korka memur olmuştu.

Ne zaman ki Puşkin ile tanıştı ve yazmak konusunda onun tarafından cesaretlendirildi; dünya edebiyatı Gogol adıyla sarsıldı. ‘Müfettiş’ bütün eleştirmenlerce göklere çıkartılmıştı. Konusunu Puşkin önermiş, o da yazmıştı.

Yine de çocukluk yıllarından kalma o değersizlik, alay edilme korkusu zihninin bir yerlerinde kıvrılmış uyuyordu. ‘Ölü Canlar’ı yazmak için Paris’e gitti. Devrimin ağlarının ilmek ilmek örüldüğü günlerde müthiş bir sıkıntı içindeydi şehir… Oradan Roma’ya geçti. Birinci cilt yine bomba gibi patladı edebiyat dünyasında… İkinci cildin nüshalarını birkaç kez yaktı. Kim ne kadar beğenirse beğensin, güvenemiyordu yazdıklarına…

Bu korkuyla bütün Rusya’yı içine alan bir seyahate çıktı. Elindeki dosyada ‘Ölü canlar’ ikinci cildinin, bilmem kaçıncı ilk yazımları vardı. Sonra döndü dostlarının evinde kalırken bitirmeye çalıştı.

Gerçekle kurmacanın, deha ile deliliğin birbirine karıştığı şizofrenik günlerdi. Yaşama veda etti o günlerden birinde…

Ölen N. V. Gogol muydu yoksa Poprişçev mi? Bunu yalnızca o kısa boylu dahi biliyor…

Biz de son bir yılda öğrendik ki elektrikle, buharla, makinayla gelen başka bir şeyle yitip gidecektir hayatlarımızdan…

Ama son iki insan kalana dek yeryüzünde; bir oyuncu, bir seyirci… İnsanla var olan tiyatro, her şeye inat sürdürecek hayatını… Yaşasın tiyatro!

Paylaş.

Yanıtla