Söyleşi: “Çıkmaz Sokak”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Söyleşi: Melek Kentmen

Şahabettin Süleyman’ın tiyatro tarihimizde hiç sahnelenmeyen Çıkmaz Sokak adlı oyunu Gökhan Erarslan rejisiyle Şişli Tiyatrosu’nda prömiyerini yaptı. Ben de bu şahane ekip ve Gökhan Erarslan ile harika bir röportaj gerçekleştirdim. 

 

Çıkmaz Sokak oyununa nasıl karar verdiniz?

Mustafa Kalkan: Bu tekst altı ya da yedi sene evveldi benim elime geçtiğinde. O zaman birkaç oyuncu arkadaş ve yönetmenle görüştük ama teksti okuyunca yapmak istemediler. Biraz Osmanlıca dil vardı. Onu çevirmek ya da dramaturji yapmak zor geldi belki de… Biraz da konusundan dolayı yapmak istememiş olabilirler. Açıkçası çok da irdelemedim. Sonrasında araya başka işler girdiği için bu teksti rafa kaldırmak durumunda kaldım. Fakat Çıkmaz Sokak aklımın bir köşesinde hep duruyor. Geçtiğimiz mayıs ayında Hafize ve Sevim ile otururken Çıkmaz Sokak’ı yapalım mı dedik ve ayağa kalktık. Gökhan Erarslan ile de bir önceki sezon tanışmıştım. Onun yaptığı işleri de bildiğim için teksti Gökhan hocaya sunduk, ama içimde gene bir tereddüt var, kabul edeceğinden emin değilim. “Yaparım, ama erkekleri de kadın yapacağım,” dedi. “Tamam” dedim. Tabii sekiz kadın olunca orada biraz durduk. Çünkü yaklaşık beş sene evvel dokuz kadınlı bir iş daha yapmıştım. Aslında kadın olması anlamında söylemiyorum, kalabalık kadroyla çalışmak zordur. Zamanı uydurmak zordur. Biz öyle bir cesaret başladık, yaz dönemiydi ve kimsenin bir işi de yoktu. Oyunu yapacağımızı duyanlar olunca da biraz tereddütle baktılar bize… Bu oyun çıkar mı ya da çıkarsa ne kadar oynar gibi bir düşünce içerisine girdiler, ama şu anda iyi gidiyoruz. Hayatın gerçeklerini anlatan bir iş yaptığımızı düşünüyorum. Gizli saklı değil, kimseyi kötülemeden yaptığımız işten açıkçası memnunum. 

Teker teker hepinize sormak istiyorum. Roller dağıtıldıktan sonra ki düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?

Şeyda Merve Kölük: Oyuncunun aslında rol ayırmaması gerektiğini düşünüyorum. Bize uymayan, bizi yansıtmayan, bizden bağımsız bir karakterde gelebilir. Aslında iyi ki de geliyor böyle roller. O bağımsız, bize benzemeyen karakteri çıkartırken ortaya, o yaptığımız çaba içerisinde bir çok şey öğreniyoruz. Bir oyuncu kendinden başka bir karakteri oynayabiliyorsa zaten oyuncudur. Bu karakter illa bize benzemek zorunda değil. Bizden biri olmak zorunda değil. İlk metni okuduğum zaman gülümsedim. Çünkü cesur şeylerden çok hoşlanan biriyim. Ve evet bu da çok cesur bir oyundu ve cesur bir oyunda da güzel bir karaktere hayat vermek beni çok mutlu etti. 

Hafize Başak: Bu arada ilk başta roller henüz belli değildi biz provalara başladığımızda. Mustafa ile bu projeye karar verdikten sonra Gökhan Hoca aramıza katıldı. Küçük toplantılar yapıldı ve ilk oyunu okuduk. Daha doğrusu önce tarihini okuduk. Gökhan Hocam çok güzel bir araştırma yapmıştı. O dönemdeki kadın seviciliği hakkındaki meseleleri okuduk ve erkek seviciliğine de değindik. Ve tekstin okuması bittikten sonra sahneler verildi, sahneleri okumaya başladık. Sonrasında o sahnelerden yola çıkılarak rollere karar verildi. Henüz hiçbirimiz hangi karaktere hayat vereceğini bilmiyordu. Bir ayımız sanırım bu şekilde geçti. Gökhan Hocamın çok da güzel bir cast yaptığına inanıyorum. 

Deniz İnanç: Benim için çok keyifli bir süreçti. Bir kadın olarak bir erkeği oynamak benim ilk deneyimim. Ve her oyunda daha fazla, daha farklı şeyler bulmaya başlıyorum. Yani prova süreci de dahil olmak üzere yola çıktığım andan itibaren bambaşka şeyler keşfetmeye başladım. Her oyuncunun bence deneyimlemesi gerekiyor. Bildiğiniz, gördüğünüz ve benim canlandırdığım Şekip karakteri kılıbık, abisinin gölgesinde yaşayan, karısına aşık fakat bunun yanında kraldan çok kralcı olan bir adam. Cast olarak baktığımızda da boyum uzun olduğu için o ezikliği daha farklı bir yerden vermeye çalıştım. Umarım bu seyirciye de geçiyordur. Daha bu yolda çok yeniyiz. Sezon sonuna kadar ortaya nasıl bir Şekip çıkacak ben de bilmiyorum. Bekleyip, göreceğiz. Açıkçası neye evrileceğini bilmediğim için kendi adıma heyecanlanıyorum. Ayrıca bu projede olduğum içinde teşekkür ediyorum. 

Özge Deniz Asyalıoğlu: Ben bu oyunu okurken aslında biraz endişelendim. İnanılmaz Osmanlıca bir dil vardı. Çok zordu. Yani dil dönmeyen bir şey vardı. Bu ilk metin çok uzundu. Sonrasında Gökhan Hoca bunu inanılmaz estetik hale getirdi. Her şeyi değiştirdi. Tabii ki karakterler henüz belli değildi, ama ben okumaktan o kadar büyük bir keyif aldım ki…Bütün karakterlerin içinde inanılmaz bir iç reaksiyon var. Açıkçası rol dağılımında da bana kimin düşeceğini merakla bekledim. Benim için bütün karakterler inanılmaz güzel. Ve hocamızın dağıttığı karakterler hepimizin üzerine tam oturdu. Kendim için şunu diyebilirim; inanılmaz iç reaksiyonu olan bir karakter denk geldi bana… Mukbile… Aslında birinci ve ikinci perde de iki farklı Mukbile görüyoruz.  İlk perde de hâlâ Refika’ya aşkını göstermeye çalışan ve hâlâ onu kazanmaya çalışan bir karakter, ikinci perde de ise artık vazgeçmiş ve çok kararlı bir şekilde onu sona götürecek bir karar almış. Ve kocası olan Şekip’i gerçekten de sevmiyor. Yani Mukbile’nin gözü Refika’dan başkasını görmüyor. 

Şeyda Merve Kölük: Aslında ben Refika’ya çok üzülüyorum. Baktığınız zaman Mukbile ile olan diyaloğumuzda ben aslında istemediğimi ve bu ilişkinin bitmesi gerektiğini söylüyorum. Ama Mukbile orada bunu algılayamıyor. Normal ilişkilere baktığımızda, ayrılmak istediğimizde ayrılabiliriz ya da ayrılabilmeliyiz. Normali budur ama o sahneden sonra gerçek sevgiye şüphe ettiren bir şey oluyor. Bence Refika, Mukbile’yi hâlâ seviyor. Ve Refika güçlü bir karakter. Güçlü karakterli kadınlar herkese her şeyini anlatmaz. Refika bu kadına her şeyini anlattıysa eğer onunla büyük bir aşk yaşamıştır. 

Peki, oyunu sizler nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özge Deniz Asyalıoğlu: Yasak aşk olarak değil de, oyunu tamamen cinsiyetsiz bir yerden izlerse seyircilerimiz daha objektif bakabilirler. Sonuçta herkesin yaşadığı bir aşk hikâyesi…

Hafize Başak: Kişisel hak ve özgürlüklerimizi konuşturduğumuz bir oyun bu. İstibdat ve özgürlük meselesine değinmekle birlikte hâlâ kendi benliğimizi, kişiliğimizi ortaya koyup yaşayamıyoruz. 1908 döneminde yazılmış bir metin ve Şahabettin Süleyman’ın aslında anlatmak istediği bir hikâye var… Özgürlük meselesi…

Özge Deniz Asyalıoğlu: Şahabettin Süleyman bu oyunu yazdıktan sonra Fransızca öğretmenliği görevinden alınmış.

Gökhan Hocam size bu oyun teklif edildiğinde ne düşündünüz?

Gökhan Erarslan: Ben metni tiyatro tarihi derslerinden biliyordum zaten. Tabii ki çok uzun zaman önce okumuştum, oyunu hatırlıyorum, ama açıkçası çok derinlemesine anımsayamadım. Mustafa abi bana oyunu teklif ettiğinde; “Oyunu ben bir okuyayım,” dedim. Oyunu okudum ve sahnelenmesinin çok zor olduğunu fark ettim. Fakat içimden bir ses yap diyor. Oyun üç perde ve oldukça karmaşık. Dili çok ağır. Konunun işlenişi itibariyle bugünden bakarsak eğer biraz sıkıntılı yanları da var. Oyunun daha önce hiç sahnelenmemiş olması, döneminde yasaklanması ve yazarının çok fazla gün yüzüne çıkarmak istemeyip ama yüzeysel de olsa bir şekilde politik bir yaklaşımla bazı yerlerde bir şeylere dokunduruyor olması beni çok cezbetti. Sonradan dedim ki; “Ben bu oyunu yaparım ama kendi arzu ettiğim şekilde yapmayı tercih ederim.” Nedir bu? Bu oyunu bir açık biçim, epik’e yakın ve politik bir tiyatro tavrıyla sahnelemeyi isterim. Yapmak istediğim şeyleri anlattım ve Mustafa abi de, “Yönetmen sensin, yapacak olan sensin, nasıl istiyorsan öyle yap” dedi. Yaklaşık bir ay metni masa başında, yapmak istediğim, arzu ettiğim tiyatro formuna dönüştürmek için üstünde çalıştım. Ve ortaya şu an oynadığımız metin çıktı, ama süreç içerisinde de çok şeyi değiştirdik. Yeni şeyler ekledim, çıkardım. Ve istediğim sonucu aldım. Sahne üzerinde de…  O yüzden gayet mutluyum. Dediğim gibi benim ilk arzu ettiğim şey yine kendi tiyatro çizgimde olan bir oyun sahneye taşımaktı. İnsanların beni bildiği, “Etik Nedir?, Orijinal Günahlar, Paşa Paşa Tiyatro,” gibi politik çizgisi çok bariz olan oyunların bir benzeri yine burada olsun istedim ve biraz daha o düzleme doğru çekmeye çalıştım. Tabii ki süreç olarak da arkadaşları çok zorladığıma inanıyorum. Her şeyden önce sahnede ne yapmak istediğimi hem anlamaları hem de ikna olmaları gerekiyordu. Bunun için biraz da zamana ihtiyacım vardı. Fakat şu an gördüğüm resim harika. Ve dediğim gibi sahnede çok iyiler daha da iyi olacaklarına inanıyorum. 

Gökhan Erarslan ile çalışmak nasıl?

Şeyda Merve Kölük: Kendisiyle daha önce hiç çalışmamıştım, ama tanıyordum. Eskiden tiyatro tarihi hocamdı. İstediğini tam anlamıyla alana kadar prova aldık. Yaklaşık altı ay kadar. Hemen okuma provasından sonra sahneye aldı ve sahne sahne görmek istedi. Başka bir tarzı var. Ben kariyer olarak tiyatroyu biraz daha geri planda bırakıp kamera önünde ilerlemeye çalışan biriydim. Bu oyunla ve Gökhan Hoca ile tekrar tiyatroya geri döndüm ve içinde bulunduğum oyuna gerçekten çok saygı duyuyorum. Karakterime aşığım. Oynamak gibi değil, içinde var olmak gibi… Refika’da altı aydır benim hissettiğim yerden başladı ve benimle büyüdü. İçimde yaşayan bir kadın oldu. Her şey için öncelikle çok teşekkür ederim. Ekip arkadaşlarım da güçlü bir oyunun içinde olduklarını farkındalar. Bu iş şu an değilse bile daha sonra çok ses getirecek.

Deniz İnanç: Metni özellikle oyuncu olarak değil de, normal bir insan olarak Deniz olarak değerlendirdiğim zaman; her karakterde o kadar güzel cümleler var ki, tabii ki burada Gökhan Hocanın eklediği yerler de var. Ve metin boyunca beni o kadar derinden etkileyen yerler var ki… Hani hep cinsiyetsiz bir yerden bakalım diyoruz ya, gerçekten bu günlük hayatımızda, ikili ilişkilerimizde de, arkadaşlarımızla bile yaşadığımız şeylere dokunuyor bu metin. O yüzden her karakterin o duygulara nasıl hayat verdiğini seyretmek çok keyifli bir şey bir oyuncu için. Bunların dışında ise ben de Gökhan Hoca ile daha önce hiç çalışmamıştım. Benim Orijinal Günahlar da oynayan bir arkadaşım var, onun aracılığı ile tanıştık. İlk başta çok korktum. Ama hepimize çok güzel bir güven işledi. Gözümüzün içine baka baka “Size güveniyorum,” dedi. Bugün burada bir ekip olduysak ortak inançla geldiğimizi düşünüyorum. Ben tekrar tekrar teşekkür ediyorum.

Özge Deniz Asyalıoğlu: Ben Gökhan Hoca ile çalışmayı dört gözle bekliyordum. Nihayet öyle bir şans yakaladım. Çünkü çalışma şeklini ve tarzını çok beğeniyordum. Bütün oyunlarını defalarca izledim. Gerçekten kendisine beni bu oyunda istediği için çok teşekkür ederim. Ben de yüzünü kara çıkartmadığımı düşünüyorum. Bu oyunda benim biraz suyla bir ilişkim var. Aslında biraz zorlandım. Gökhan Hoca karakterleri seçtikten sonra şunu dedi; “Suyla çok haşır neşir olacağız.” Biliyordum oyunlarında su kullandığını ama metafor olarak kullanacağımızı düşünmemiştim. Çok da suyu seven bir insan değilim aslında ve bundan dolayı çok zorlandım. Sonrasında ise suyla gerçekten bir ilişki kurdum. Bazen dokunmaya kıyamıyorum, bazen de kavga etmek istiyorum. İnanılmaz bir deneyim oldu benim için, ama alışmaya çalıştım ve alıştım. Hocama çok teşekkür ederim. 

Hafize Başak: Kocasından boşanmış bir kadını oynuyorum ben de. O dönemde bir kadının boşanması da alışılagelmiş bir şey değil. Baktığımız da aslında radikal bir kadın. Bunun bir altını çizmek istedim. Ve bir dulluk sıfatı var ki baktığımızda da günümüzde de pek değişen bir şey yok. Bence oyunda bunu da konuşturuyoruz. Bir kadının dul kalması ve onun karşısında girdiği durumlar. Hatta okuma provalarında hayat verdiğim Nermin karakterini ben biraz saf bir yerden okuyordum. Fakat yolda Nermin’le bakış açımız değişti ve başka bir Nermin çıkardık ortaya… Süreçten ben de çok memnunum. Gökhan Hocam ile ilk defa çalışıyorum. Orijinal Günahları izledikten sonra ortaya harika bir iş çıkacağından çok emindim. Tam da umduğumuz gibi gidiyoruz şu anda…

Şirvan Kalenderoğlu: Aslında birçok şey söylendi ama ben de toparlayıcı birkaç şey söylemek istiyorum. Gökhan Hoca beni ilk aradı ve “Gel bu yolda birlikte yürüyelim,” dedi. Çok heyecanlandım. Öncelikle Şahabettin Süleyman’ın o dönemde böyle bir metni cesurca yazması taktire değer. Şimdi bahsedilemeyen bir şeyden o dönem bahsediyor olması bile ilgi çekici. Oyunun hem dili ağır hem de bazı meseleler başka yerlere evrildi. Değişmeyen şeyler var ve biz oyunun başında, “Mevsimler değişir, peki insanlar?” diye soruyoruz. Evet değişmeyen şeyler var ve bizde özellikle bunların altını çizmeye çalıştık. Kadın meselesi, özgürlük meselesi, yeninin eskiyle çatışması değişmedi. Bizde oyunda bunların her birine değinmeye çalıştık. Şu an için oyun iyi gidiyor. Oyuncu arkadaşlarımız harikalar yaratıyor. Oyunun içinde de oyuna çok sahip çıktıklarını görüyoruz. Seyircide yavaş yavaş bunu benimsemeye başladı. Biz inanıyoruz ki bundan belki birkaç ay sonra, belki önümüzdeki sezon daha fazla seyirciye ulaşacağız. Süreçten çok mutluyuz…

Oyun alışılagelmişin dışında bir oyun, peki hiç eleştiri aldınız mı?

Hafize Başak: Öncelikle kadınların erkek karakterini canlandırmaları, bu şekilde hayata geçiriliyor olmaları çok beğeniliyor. Onun haricinde istibdat ve özgürlük meselesinin altını biraz daha çizilebilir miydi deniliyor. Ama öyle olduğu zamanda mesele nereye giderdi bilinmez. Bu kadarı bence yeterliydi.

Şeyda Merve Kölük: Oyuna cinsiyetsiz bir yerden yaklaşıldığı için çok güzel övgüler alıyoruz. Erkekleri de kadınların oynaması çok beğeniliyor.

Erkek karakteri olan bir oyunda kadının erkek olması aslında birazda bizim gücümüzü ortaya koymuyor mu?

Hafize Başak: Aslında bu tiyatronun gücü… Eskiden de erkekler kadın rollerine çıkarlarmış.

Gökhan Erarslan: Aslında kadın oyuncuların o dönemde sahnede yer almasının yasak olmasına dair tarihsel bir hesaplaşma var. İkili cinsiyet sınırlamasının ortadan kaldırılmasını, cinsiyetsizlik durumunun verilmesi. Evet bu da sahnede bütün rollerin kadınlar tarafından oynanmasının bir nedeni. Onun haricinde yazarın derdi çok bariz belli. Kadınsal bir sorun var. Ve ben oyunu okurken sahnede bir erkek olsun istemedim. Bunu bir anlatıya dönüştürüyorsam şayet bunu kadınlar anlatmalı ve sahnede bir erkek sesi, bedeni, tavrı görmektense bunu aktaran bir kadın oyuncuyla bunu vermeyi daha doğru ve samimi buldum. Karakterizasyonlara çok fazla karışmadım. Ebette ki söylediğim bir şeyler oldu, şunu yapalım ya da yapmayalım diye, ama çoğunlukla bir şey söylemedim. Kendi iç varlıklarından çıkarsınlar istedim. O karakterler kendi aralarında bir bağ kursun istediğim için ona karışmak istemedim. Çünkü biliyordum ki o da bizim oyuna doğrudan etki edecek önemli bir faktör olacaktı. Dediğim gibi bu durum iyi geldi. Tahmin ettiğim geri dönüşlerin olumlu olmasında en büyük nedende bu oldu. Seyircide o samimiyeti fark ediyor. O meseleyi ele aldığımızı ve bunun nedenini çok rahat bir şekilde anlıyor, algılıyor gibi geliyor bana… O yüzden de seviyorlar. 

Zorlandınız mı erkek bir karakteri canlandırırken?

Deniz İnanç: Bu aslında Gökhan Hoca’nın istediği bir şey değildi. Roller dağıtıldığında da ve sahnede çalışmaya başladığımızda da bana, “Kadın olarak oyna ekstra bir şey istemiyorum,” demişti. Birde ben açıkçası karikatürize etmekten ben çok korktum. Çok riskli bir şeydi çünkü. En ufak bir şey sizi tamamen rezil edebilir. Çok şükür öyle olmadı.

Gökhan Hocam sizi karakterleri neye göre seçtiniz?

Ben o noktada hislerime çok güvenirim. Bir rolü bir oyuncuya verirken hislerimi dinlerim. Neyi yapıp, neyi yapmayacağımı az çok tahmin ederim. Çoğunlukla da tahminim beni yanıltmaz. Dolayısıyla süreç içerisinde özellikle ilk bir ayda çok fazla okuma yaptık. Sahnede çalıştık, onları tanımaya çalıştım. Sahnedeki hiçbir arkadaşımla daha önce çalışmamıştım. Onları tanıdıktan sonra üç aşağı beş yukarı kafamda şekillenmeye başladı cast ve tahmin ettiğim şeyde beni yanıltmadı. Biraz da çok fazla oyun izlemek, oyuncu izlemekle alakalı bir şey. Biliyorsun sezon içerisinde elli, altmış oyun rahat izlerim. Geçmişte çok fazla öğrencim oldu. Bu sebeple de o hislerim sanırım gelişti. Bu konuda biraz kendime güveniyorum. Arkadaşlarımda ise arzu ettiğim şey maksimum seviyede sahnede olmalarıydı. Bazı arkadaşlarıma karakterizasyonla ilgili müdahale etmemeye çalıştım, ama oyunculuklarıyla ilgili duvardan duvara vurmak istediğim arkadaşlarım da oldu. Çünkü potansiyellerinin ne olduğunu biliyorum, hissediyorum ama ortaya çıkartmakla ilgili bir sıkıntımız vardı. Ve beni deli ediyorlardı. Ama çok şükür ki onların hepsi geride kaldı. Onun haricinde evet seyirciden geri dönüşleri iyi buluyorum. Seyirci her şeyden önce anlıyor. Neyi neden yaptığımızı biliyor. Ben karakterlerle birlikte element kullanımını çok severim. Toprak, su, ateş kullanmayı çok severim. Metafor kullanmayı da çok severim. Seyircinin, oyuncu nar yerken aslında onun aşkı imgelediğini anladığından eminim. Mesela Mukbile mektubu yakıyor. Ve biz anlıyoruz ki bu mektup Refika ile yazışmaları… Finalde Refika’yı Mukbile ateşe atacak. Su temel bir kullanımdır ve Mukbile suyla arınmaya çalışıyor. Bir yandan da hâlâ Refika’ya aşık, ondan vazgeçemiyor. Refika suya yaklaşıyor ama dokunmuyor çünkü arınmayla ilgili bir derdi yok. Mesela ben seyircinin bunu anladığını görebiliyorum. Finalde toprak kullanımı ölümü çağrıştırıyor. Biz Refika’nın olası intiharını görmüyoruz ya da sonunu görmüyoruz, ama tahmin ediyoruz veya öyle olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Aslında sonunu seyirciye bırakıyoruz. Orada tamamen epik bir yorumla tamamen seyircinin düşünmesini sağlamaya çalışıyoruz. Biz onu gösterebilirdik ki ilk başlarda göstermeyi düşünüyordum sonradan vazgeçtim. Çünkü seyirci karar vermeli… Doğru mu, yanlış mı? Onun muhakemesini seyirci yapabilmeli, ama dediğim gibi seyirci bütün olan bitenin, sahnede fiziksel ya da  hareketsel ya da sözsel bütün anlatımlarını farkında ve o yüzden de salondan gayet memnun ayrılıyorlar…

Son olarak ekip adına Gökhan Erarslan’ın düşüncelerini alabilir miyim?

Tiyatro severlerin yaptığımız bütün projelerde bizimle beraber olmalarını, bizi desteklemekten ziyade bizimle yan yana yürümelerini diliyorum. Bu zor zamanları inşallah hep birlikte atlatacağız. 

Paylaş.

Yanıtla