Yazarın "Gülüşün Güller Açsın" Kitabı İçin Yazdığı Önsöz

Ömer Faruk Kurhan
Bu metin, Mimesis Tiyatro/Çeviri-Araştırma Dergisi’nin 15. sayısında (Ocak 2009) yayınlanmıştır.

Gülüşün Güller Açsın, birkaç günde, yoğun bir çalışmayla, bilgisayar başına kapanarak yazılmış bir oyun. Birbirine dolaştıkça yayılıp hayatı zehir eden küçük iktidar oyunlarının aptalca, kirli ve acımasız dünyasına küçük bir iç yolculuk yaptım. Bu yolculuğun yapılmasında, bizzat tanık olduğum ya da tavır aldığım somut deneyimler oldukça etkili olmuştur. Biraz da, büyük aydınlıklara açılma adına küçük karanlıklarda nasıl boğulunur, onu anlatmak istedim. İstedim ki, oyunun kadın kahramanı Hande’nin yine gülüşünde güller açsın; her şey olup bittikten sonra, adı Handegül olsun.
Bu oyun gerçekte bir tiyatro oyunu değil; bir öykü-oyun. Bir tiyatrocunun sahneleme kaygısı olmaksızın yazdığı edebi bir deneme. Bir boyutuyla, oyun metinlerinin doğrudan edebiyattan bağımsız sanatsal bir disipline –sahnelemeye– hizmet ettiğini ya da etmesi gerektiğini düşünen yaklaşıma bir karşı çıkışın ürünü. Bugüne kadar sahnelemeyi ve sahne ile geri beslemeyi temel alan metinler üreten bir tiyatrocu olarak bu tavrım yadırganabilir. Fakat, oyun okumalarının giderek uygulamacılarla sınırlı bir okur çevresine sıkışmaya başlaması ve tiyatronun edebiyat disiplini ile olan derin bağının aşınmasından her zaman rahatsızlık duyduğumu söyleyebilirim. Sahnelemeyi önceleyen ya da sahneleme sürecinde biçimlenen metinlerin edebi değere sahip olması ve genel okur kitlesini de hedeflemesi canlandırılması gereken bir eğilimdir diye düşünüyorum. Bu anlamda, BGST tiyatrocularının oyun metinlerini kitap olarak yayımlaması, prodüksiyon masraflarının bir bileşeni haline getirmesi ve dağıtımını gerçekleştirmesi, cesur olduğu kadar yenilikçi bir girişimdir.
Sahneleme öncesinde oluşan bir metnin sahneleme sürecinde ne gibi değişimlere uğrayacağı, tek başına yazarın yanıtlayabileceği bir soru değildir. Oyunculuk, sahne tasarımı, ışık tasarımı, reji, müzik, elektronik görsel ve işitsel tasarım, vs. metni değişime zorlayabilir ve büyük olasılıkla zorlayacaktır. Bu konuda, bir yazar tutuculuğu geliştirmek yerine, sahnelemenin özgür bırakıldığı, ama yazarla geri beslemenin korunduğu bir çalışma yöntemi önermek en doğrusu gibi görünüyor.
Gülüşün Güller Açsın’ı sahneleyen BGST’li tiyatrocuların zaten tanıdığım ve geçmişte uzun yıllar birlikte çalıştığım kişiler olması, geri beslemeye dönük bir güven sorununu ortadan kaldıran önemli bir faktördü. Fakat, bu güvenden hareketle oyunu sahneleyen tiyatrocularla kurduğum iletişimin neredeyse sıfıra yakın bir seviyede sürmesi, daha ziyade benden kaynaklanan bir sorundur. Bugüne kadar tiyatro alanında reji ağırlıklı bir faaliyet göstermiş olmam, sahneleme sürecine sadece yazar değil rejisör kimliğiyle de müdahale etme riskini taşıyordu. Bu riski tamamen ortadan kaldırmanın yolu iletişimi asgari düzeye çekmekten geçiyordu. Dolayısıyla, sahneleme sürecine birkaç dramaturjik sohbet dışında herhangi bir katkımın olmadığını söyleyebilirim.
Sahneleme sürecinde oyun metninin neredeyse hiçbir değişime uğramaması, öykü-oyunun sahneleme açısından elverişli bir metin olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte, sahne metni ile edebi metin arasındaki ayrımın göz ardı edilmemesi gerekiyor. Sahne yapıtı kolektivist bir eğilim içinde oluşur. Metin yazımı, reji, oyunculuk, vs. faaliyetler katılımcı ve kararlaştırıcı çerçeve esnekleştiği ölçüde kolektivizm daha fazla görünür olmaya başlar. Sahnede, belli bir kişinin yazdığı metin hiç değişime uğramamış olsa bile, gösteri bağlamında etkiler üretir. Daha önce belirttiğim gibi, öykü-oyunun hedefi metni yalnızca tiyatrocuların sahnede değil, genel olarak okurların kafalarında sahneleyebilmesidir.
Son olarak, Gülüşün Güller Açsın’ı yazarken Uluç Esen, Sevilay Saral ve Cüneyt Yalaz tarafından yazılıp sahnelenen Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın’a gönderme yaptığımı belirtmek isterim. Orta sınıf solculuğunun eleştirisi ve insani ilişkilerin bir aşk üçgeni bağlamına da sahip olması bakımından, iki oyun arasında benzer noktalar vardır. Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın 12 Eylül sonrası orta sınıf solculuğunun çözülmesine odaklanır; Gülüşün Güller Açsın ise, bu sürecin ardından yeni kuşaklarda meydana gelen çürümeyi anlatır. Kısacası, iki oyun arasında bir çeşit devamlılık ilişkisi vardır. Bununla birlikte, bir takım önemli ayrımlardan da söz etmek mümkündür; örneğin, Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın toplumsal bağlamı belgesel anlatımı da içerecek şekilde zengin ve vurgulu bir şekilde kurarken, Gülüşün Güller Açsın psikolojik bağlamı öne çıkarır ve toplumsal gerçekliğin ayırdına varılması zorlukla, öznelci kurgunun sürdürülemezliği açığa çıktığında gerçekleşir. Gülüşün Güller Açsın’ın Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın’a gönderme yapması basit bir seçim değildir; hem kurucu roller üstlendiğim hem de içinde yetiştiğim bir tiyatro geleneğine işaret eder.