Brecht Shakespeare'i Nasıl Yorumlamıştı?

Fırat Güllü

Bu metin, Mimesis Tiyatro/Çeviri-Araştırma Dergisi’nin 9. sayısında (2002) yayınlanmıştır.

Tiyatro Boğaziçi, 2000-2001 dönemini uzun soluklu bir araştırma çalışmasıyla değerlendirmeyi planladı. Yürünecek  yolun olabildiğince zorlu olması tercih edildiğinden William Shakespeare’in Hamlet’ini temel alan, ileride prodüksiyona da evriltilmesi düşünülebilecek bir dramaturji-araştırma çalışması yürütüldü. Bu çalışma metin analizi, oyunculuk çalışması, çeviri-araştırma ve seminer faaliyetleri gibi çeşitli ayaklardan oluşmaktaydı. Mimesis’in bu sayısında yer alan “Brecht Shakespeare’i nasıl yorumlamıştı?” başlıklı dosyayı oluşturan malzeme bu çalışmanın ürünlerinden birisi olarak ortaya çıktı.

Aslında başlangıçta amaçlanan Brechtyen dramaturji ilkelerinin çağdaş bir Shakespeare yorumuna ulaşmak için nasıl kullanabileceği üzerine bir araştırma yapmaktı. Ama sonuçta, ulaşılan kaynakların da yönlendirmesiyle ortaya çıkan, bu amacın ötesine geçen; Brecht’in sanat hayatı boyunca Shakespeare’e nasıl yaklaştığını, Shakespeare konusundaki düşüncelerinin nasıl bir evrim geçirdiğini, hayatının son yıllarında Shakespeare’i nasıl değerlendirdiğini ana hatlarıyla ortaya koyan bir çalışma oldu. Bu çalışmanın ürünleri yıl içerisinde önce bölümler halinde Tiyatro Boğaziçi’ne, daha sonra iki günlük bir etkinlik çerçevesinde İstanbul Alternatif  Tiyatrolar Platformu’na sunuldu.

***

İki önemli tiyatro adamı olarak Brecht ve Shakespeare arasında çok derinlikli bir araştırmaya gitmeye gerek duymadan, ilk bakışta bile görülebilecek birçok kesişim noktası vardır: Her ikisi de sadece yazar olarak değil çok yönlü tiyatro adamları olarak çalışmışlardır; her ikisi de kendi çağlarının iyi birer tanığı, oyunlarıyla tarih yazan sanatçılar olmuşlar, bulundukları dönem içerisinde tavırlarını politik bir tiyatrodan yana koymuşlardır; her ikisi de sarayların ya da şatafatlı salonların içerisinde sıkışıp kalmış elit bir tiyatro yerine yüzünü halka dönen, halk tiyatrosundan açıkça yararlanan bir anlayışı sahiplenmişlerdir, vs…

Bu iki tiyatro adamı arasında ilk bakışta bile bu kadar çok benzerlik sayabilmemize rağmen, tiyatro literatüründe bu konuda karşılaştırmalı çalışma yapan insanların sayısı bir elin parmakları kadardır desek yanılmış olmayız. Böyle bir işe girişme konusunda araştırmacılara tereddüt yaşatan nedenlerin başında Brecht’in Shakespeare hakkındaki görüşlerinden hiçbir zaman tam olarak emin olunamaması yatmaktadır: Brecht gerçekten de Shakespeare’i ideolojik nedenlerden dolayı tümüyle red mi etmişti; yoksa onu her tiyatrocunun uğrak noktası olması gereken bir kilometre taşı olarak mı görüyordu?

Aslına bakılırsa, her konuda olduğu gibi Shakespeare ve onun yapıtları konusunda da Brecht farklı dönemlerde farklı görüşler ileri sürmüştür. Sanat hayatının ilk yıllarında  Shakespeare için övgü dolu sözler kullanan genç Brecht, Marksizm’le tanıştıktan ve kendi tiyatrosunu anti-burjuva olarak tanımladıktan sonra  Shakespeare’e karşı daha mesafeli bir tutum takınmıştır. Shakespeare’in oyunlarında onu rahatsız eden, “oyun kahramanları”nın fazlasıyla ön plana çıkması ve eleştiriye tabii tutulmamasıdır. Ama zamanla şunu fark eder ki, bir Shakespeare oyununun çok farklı biçimlerde okunması ve bu anlamda çok farklı biçimlerde yorumlanması mümkündür. Shakespeare’i bugünün ihtiyaçları doğrultusunda sahneye koyarken onu tarihselleştirerek okumayı bilmek gerekir. Böyle yapıldığında Shakespeare’in oyunlarında sunulan potansiyel bir eleştirel malzemenin farkına varmak ve bunu ön plana çıkartarak Shakespeare’e ters düşmeden muhalif bir yorum sergilemek de mümkün olabilecektir. Bu noktada bir sanat eserinin her zaman alternatif biçimlerde sergilenebileceğine olan inancını kaybetmeyen Brecht Shakespeare’den çok, Shakespeare’in günümüzdeki egemen algılanışına meydan okumaktadır.

***

Brecht’in bir Shakespeare oyunu sergilemeye yönelik maceraları çok erken dönemlerinde başlar. İlk olarak henüz yirmi beş yaşındayken Münih oda tiyatrosu tarafından Macbeth’i adapte etmekle görevlendirildi. Ancak, belki gözü kesmediğinden, belki de o dönemdeki tercihlerinin farklılığından, Shakespeare yerine Marlowe’a yöneldi ve II. Edward’ı adapte etti (1923). Bu Brecht’in klasikler üzerine yaptığı bilinen ilk çalışmadır. Sonraki dönemde Erich Engels’in, sınıf savaşı merkezli bir temele oturttuğu ünlü Coriolanus prodüksiyonu, Brecht’i ciddi anlamda etkileyen bir çalışma oldu (1925). 1927 ve 1931’de sırasıyla Macbeth ve Hamlet’i radyoya adapte etti.

Ancak Brecht’in Shakespeare’le yaşadığı ilk önemli hesaplaşma 1931’den sonra gerçekleşti. Bu yıl içerisinde Brecht, Shakespeare’in en devrimci oyunu olarak gördüğü Kısasa Kısas üstünde çalışmaya başladı. Bu basit bir adaptasyon çalışması olarak tasarlanmamaktaydı, daha çok bir Shakespaere oyununu o günün şartları ışığında yeniden okumak ve tabii ki Marksizm’in süzgecinden geçirerek yeniden yazmak amaçlanmaktaydı. Brecht bu çalışmayı bir tür laboratuvar çalışması olarak anlamlandırmaktaydı. Sonuçta ortaya Yuvarlak Kafalılar ve Sivri Kafalılar çıktı. Brecht oyunu defalarca değiştirdi ama ortaya çıkan ürün onu hiçbir zaman tatmin etmedi. O hayattayken sadece bir kez oynandı. Brecht projenin başarısızlığını Shakespeare’in sağladığı malzemenin yetersizliğine bağladı ve uzun bir süre için Shakespeare’i rafa kaldırmayı tercih etti.

Brecht’in yeniden Shakespeare’i hatırladığı yıl 1939’du. Ama bu sefer bir oyununu sahnelemek ya da adapte etmek gibi niyetlerle değil, daha çok sıkıştığı anlarda yardım almak için Shakespeare’e başvurdu. O sıralarda bir tiyatro okulunda dersler veren Helena Weigel’e çalışma materyali sağlamak amacıyla Shakespeare’in Romeo ve Jülyet, Macbeth ve Hamlet’ine birer ara oyun yazdı. Bu ara oyunların yazılışındaki temel amaç Shakespeare’in yarattığı “kahraman”lara ilişkin diyalektik bir yaklaşım sergilemek ve oyunculara “kahraman”ın kahramanlığını sorgulayan bir üslup geliştirmeleri konusunda yardımcı olmaktı. Daha sonra, 1941’de Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi’ni yazarken yeniden Shakespeare’e döndü ve Julius Ceaser, Macbeth ve III. Richard gibi oyunlarından doğrudan ya da dolaylı yollarla yararlandı.

Sürgün yıllarından sonra Demokratik Almanya’ya döndüğünde, Brecht yeni bir oyun yazmak yerine bir klasik üzerinden çalışmayı tercih etmekteydi. Belki de 1925’te izlediği ve etkilendiği Erich Engels prodüksiyonunu hatırladığından, çalışma materyali olarak Shakespeare’in Coriolanus’unu seçti. Yuvarlak Kafalılar ve Sivri Kafalılar’da yapamadığını bu kez başarmak istiyordu. Son yıllarını grupla birlikte bu oyunun dramaturjisi çalışmalarına ayırmıştı, hatta oyunu öngörülen dramaturjik değişiklikler doğrultusunda yeniden yazdı. Ancak oyun o hayattayken oynanmadı. Onun ölümünden sonra dramaturji kadrosunda bulunanlarca büyük oranda Brecht’e sadık kalınarak sergilendi. Böylece onun sağlığında çok istediği bir şey, bir Shakespeare oyununu uygun bir rejiyle sahneleme işi o görmese bile hayata geçirilmiş oldu.

***

“Brecht Shakespeare’i nasıl yorumlamıştı?” başlıklı bu dosya temel olarak üç bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde Brecht’in sanat hayatı boyunca yürüttüğü çalışmalar ile Shakespeare’in eserleri arasındaki paralellikleri ve etkilenimleri ortaya koymaya çalışan üç makale yer alıyor: Ruby Cohn’un Brecht Shakespeare’i Değiştiriyor, Margot Heinemann’ın Brecht Shakespeare’i Nasıl Okudu? ve Jonathan Dollimore’un Brecht: Farklı Bir Gerçeklik başlıklı makaleleri Brecht-Shakespeare ilişkisine yönelik genel bir çerçeve oluşturmayı amaçlıyor.

İkinci bölümü oluşturan metinlerin ortak özelliği Brecht’in kaleminden çıkmış olmaları. Birinci metin Brecht’in daha önce Türkçe’de Hurda Alımı adıyla yayınlanan Messingkauf Dialogues adlı eserinin  Shakespeare’in Tiyatrosu başlıklı bölümü. Bir oyuncu, bir dramaturg ve bir felsefeci arasında geçen kurgusal diyaloglardan meydana gelen bu metinde Brecht’in kendisinin gerek Elizabethyen dönemden gerekse Shakespeare’den övgü dolu sözlerle bahsettiğini görebiliriz. Diğer iki metin Brecht’in genç oyuncuların eğitiminde kullanılmak üzere yazdığı Romeo ve Jülyet ile Macbeth oyunlarına yönelik iki arasahne. Bu sahneler oyuncuların bir Shakespeare oyununda rollerine nasıl mesafeli yaklaşabileceklerini gösteren birer alıştırma ve aynı zamanda Shakespeare’deki “kahraman” olgusuna yönelik birer meydan okuma olmaları nedeniyle ilk metni farklı açılardan desteklemekteler.

Üçüncü bölüm Brecht’in liderliğinde yürütülmüş bir model çalışma olarak Coriolanus oyunuyla ilgili geniş bir malzemeyi içeriyor. Brecht’in bir grup genç tiyatrocuyla birlikte yürüttüğü, Coriolanus’un açılış sahnesinin dramaturji tartışmalarını özetleyen ilk metin Tiyatroda Diyalektik başlığını taşıyor. Bir reçete sunmayı amaçlamamakla beraber, bu metin Brecht’yen çalışma anlayışının somut bir örneğini sunması açısından önemli. Bu tartışmalardan yola çıkılarak Shakespeeare’in ilk sahnesinin nasıl değiştirildiğinin görülebilmesi için, Brecht’in Coriolan’ının ilk sahnesi de dosya içerisinde yayınlanıyor. Yukarıda da söylendiği gibi Brecht’in versiyonu o hayattayken sergilenme fırsatını bulamamış, Berliner Ensemble tarafından onun ölümü sonrasında sahneye konulmuştu. Bu prodüksiyonla ilgili genel bir izlenim oluşabilmesi için bu bölüme iki metin daha dahil edildi: Berliner Ensemble ile Söyleşi ve Ruby Cohn’un Modern Shakespeare Offshots adlı kitabında yer alan ilgili bölüm. Dosya’da yer alan son metin bir başka ünlü bir Alman yazara ait: Günter Grass’ın Brecht’in Coriolan’ı üzerine yazdığı ve Shakespeare’in dört yüzüncü doğum yılında sunduğu bir konuşmanın metni. Bu metnin, Grass’ın Brecht’e yönelttiği çeşitli eleştirilerin Coriolanus tartışmasının farklı bir boyutunu oluşturması nedeniyle, dosyaya dahil edilmesi düşünüldü. Dosyanın özellikle bu son bölümünde yayınlanan metinlerin, çeşitli tiyatro gruplarının yürütebileceği –Tiyatro Boğaziçi’ninkine benzer- bir atölye çalışmasına altyapı oluşturması, temel amaçlardan birisidir.