“Bir Deli Bir Kuyuya Taş Atarsa…”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Söyleşi – İstanbul’da yaşayan bir dans severseniz, işiniz çok kolay değildir. Derya deniz bir üretim ortamı yoktur karşınızda. İzleyebileceğiniz üretimler, bir elin parmaklarını geçmeyecek topluluğun ya da birkaç bağımsız dansçınındır. Tabii, festival oldukça İstanbul’da oluşan en fazla bir ay süren periyodik  hareketlilikleri de unutmamak gerekir. Bu durumun neden böyle olduğu, sanatçıların sıkıntıları ve talepleri üzerine kapsamlı bir araştırma yapılsa keşke. Çeşitliliğin az olduğu bir ortamda yapılan her işe daha çok sorumluluk düşüyor; düşünsel anlamda ve estetik açısından yeni tartışmalar açmak, yeni öneriler geliştirmek için. Tüm bunları düşünürken,  gerçekten çok başarılı bir performans izledim. Gerek konsept, gerek performans gerek  özgünlük açısından oldukça kıymetli bir işten, “Kontrol”den bahsediyorum.  Bittiğinde, temsilden oldukça etkilenmiştim. Aklımdaki sorularla ilerlerken, bunları sormamı sağlayan kişiyle konuşmanın ve bu sohbeti kamusallaştırmanın iyi bir fikir olabileceğini düşündüm. “Kontrol” ün koreografı ve yorumcusu Aslı Öztürk’le gerçekleştirdiğimiz bu kısa sohbeti keyifle okumanızı dilerim.

Başlarken, biraz kendinden bahsetmek ister misin? Neler yapıyorsun, neler yaptın?

Her şeye İstanbul Üniversitesi’nde klasik bale ile başladım. 6 yılın sonunda, artık bale yapmak beni mutlu etmiyordu ve  bale bölümündeki lise eğitimimi tamamladığım yıllarda dışarıda yaptığımız bir işte Handan Ergiydiren ile karşılaştım ve onun sayesinde de modern dansla tanışmış oldum. Ve hemen ardından yüksek lisansımı yapmak üzere MSGSÜ Modern Dans bölümüne girdim. Sonra her şey değişti. Esasında, her zaman hareket etmeyi çok seviyordum ama kalıpların arasında sıkışıp kalmak iyi hissettirmiyordu. Ve zaten iyi bir tekniğim olmasına rağmen çok müsait bir fiziğim de yoktu balerin olmak için. Özellikle romantik şeylerde çok acı çekiyordum. Ama hâlâ hareket etmeye dair çok büyük bir isteğim vardı. Mimar Sinan kendimi bulduğum ve ne yapmak istediğime karar verdiğim yer oldu. Orayı bulmak benim için büyük şans; sonra Le Centre National de Danse Contemporaine – Angers’a gittim ve orada bir sene geçirdim. Oralarda neler oluyor diye görmek için iyi bir deneyim oldu. Geri geldiğimde Mihranlar tarafından Çıplak Ayaklar zaten kurulmuştu, onlarla çalışmaya başladım. En son 2005’te de artistik direktörlüğünü William Forsyhte, Frederic Flamand, Wayne McGregor ve Angelin Preljocaj ‘ın yaptığı D.A.N.C.E  Project’e gittim. O da iki senelik bir çıraklık programıydı. Bu proje sayesinde de büyük topluluklar nasıl yürüyor, koreograflar nasıl iş yapıyoru deneyimleyebilme fırsatı yakalamış oldum. Hepsi birer tane kreasyon yaptı bizim için ve turne yaptık, o da neler olduğunu görmek için çok iyi bir deneyim oldu. Sonra geri döndüm ve o sıralarda Çıplak Ayaklar’la bağlantımı hiç koparmadım. Şimdi de mekân var.

Evet, mekânla da ilgili konuşmak istiyorum. Ama önce “Kontrol”le ilgili tebrik ederim, bayağı etkileyici ve başarılı bir performans olduğunu düşünüyorum.  Performansı izledikten sonra eve gelip “Kontrol” üzerine bir şeyler yazmak istedim ancak konsept ve performans açısından etkilendiğim, merak ettiğim şeyler olduğunu fark ettim. Seninle bu sohbeti yapmayı da ondan istedim. Merak noktalarıma gelecek olursak; “Kontrol”ün üretim sürecinden bahsedebilir misin? Fikir nasıl oluştu, süreç nasıl gelişti?

Kontrol tamamen bir süreç işi ve süreçte kendi kendini oluşturdu. Aslında tesadüfen başlayan bir serüven bu. İlk başta ben bir düet yapıyordum. Bir erkek ve bir kadın ilişkisi üzerine…  Ve ben orada işin başlangıcı için şöyle bir şey hayal ettim: Kadın ve erkek, yukarıdan, çıplak; bir sisteme asılıyken sahneye inseler ve eser öyle başlasa ve çok şans eseri, Vertigo Uçuş Efektleri topluluğunun bizim çok yakın arkadaşlarımız olması sebebi ile fikrimi Cihan’a söyledim; iki kişiyi yukarıdan indirmenin mümkün olup olmadığını sordum. Mümkün olduğunu söyledi ve bu sistemi kurdu. İlk sisteme çıktığımda bir, çok heyecanlandım. İkinci olarak, anlayamadığım şekilde sistemle çok yakın olduğumu hissettim. Sanki çok uzun zamandır ben trapez tiyatrosu (aerial theatre ) yapıyormuşum gibi hissettim ve malzeme çıkarmaya başladım. Ama erkekler için o sistemi kullanmak fiziksel olarak daha zor; kemer çok daha fazla ağrı yapıyor. Çalışacağım kişi de o sıralarda Belçika’ya gitmek durumunda kalınca ben tek başıma kaldım ve Cihan’dan rica ettim, benimle stüdyoda vakit geçirir misin, diye. Tamam, dedi. Haftada bir iki derken, iş ciddileşmeye başladı ve ben o sistemden çıkıp yerde bir şey yapmanın çok mânâsız olacağını düşünmeye başladım ve bu bir solo işe dönüştü. Kendimle alâkalı da aklımda bir sürü soru vardı. Tüm sorularımın cevaplarını bulabildiğim bir serüven başlamış oldu ve bu, tamamen bir ekip işi. Cihan’ın emeği çok büyük; çünkü çok uzun süre çalıştık.

Ne kadar sürdü?

İlk dönem yedi ay sürdü. Biz ilk birkaç ay Cihan ile yalnız çalıştık. Sonra bulduğumuz malzemeleri Ömer Öztüyen’e izlettim. Ömer Gevende’de viyola çalıyor ve zaten yaptığı müziğe çok saygı ve hayranlık duyduğum bir arkadaşım… O da bizim yaptığımız şeyden etkilenince, kendisine işin müziklerini yapar mısın, diye sordum. Yaparım, dedi. Ve en önemlisi ne Cihan ne de Ömer hiçbir beklentileri olmadan benimle çalışmaya başladılar… Biliyorsun, bizim işte dışarıdan aldığımız maddi bir destek yok. Bu insanların bana inanıp o kadar uzun süre çalışmaları benim için çok önemliydi çünkü onlar olmasaydı iş olmayacaktı. Gölge ve video fikri çok sonradan geldi aslında. Biz ilk başta salt hareket araştırıyorduk; sistemin içerisinde ne yapabilirim ve bu sistem bana fiziksel olarak ne yapmama imkân tanıyor onları araştırıyorduk. Bir sürü trapez tiyatrosu var aslında ama, bu sistem Cihan’ın kendi yarattığı bir versiyon. Normalde bir ray sisteminin varolduğu ve mekanda daha fazla hareket imkanın olduğu daha komplike sistemlerde var ama bizimki en basit ve hareketsizi. Sadece öne arkaya gidebildiğim ve çaprazlara doğru hareket etmeyi bile çok sonradan bulduğum bir şey. Zaman geçirmeye başladıkça bulduğumuz malzemeler birçok şey çağrıştırmaya başladı. Bir kere ben bağlıyım. Sadece onun sınırlarında hareket edebiliyorum, tıpkı hayat gibi esasında. Bir sisteme bağlıyız ama ne olduğunu çok fazla bilemiyoruz. Aslında biliyoruz; hayatlarımızın kontrolü kendi elimizde zannediyoruz ama esasında çoğu zaman da bilmediğimiz bir şeyler tarafından yönlendirilirken hayat akıp gidiyor ve sürekli şekilleniyor, kontrol ediliyor. Sen ne kadar her şeye hakim olduğunu düşünsen de, her şey senin ötende fikri beni çok etkiledi. Cihan’ ın yaptığı fiziksel şey ne kadar kuvvetli ve onu izlemek de ayrı bir keyif olsa da eserde onun beni nasıl kontrol ettiğini görmüyoruz, çünkü gördüğümüz takdirde başka türlü bir okuması oluyor parçanın. Sistemi kontrol eden erkek ve sisteme bağlı olan kadın. Ben bunu ne kadar kırmak istesem de o kadın-erkek ilişkisi öyle okunacağı için ve benim için esas önemli olanın neyin tarafından kontrol edildiğimi bilememe halim olması üzerinden Cihan’ı  kapatmaya karar verdik.  İşin çıkma sürecinde kendimle alâkalı ne yaşıyorum, ne hissettiriyor ve iş nasıl başka bir yere taşınabilirim diye düşünürken gölge ve gölgemin benden bağımsız hareket etmesi fikri geldi aklıma. Kendi gölgemin belirdiği bölüm, benim için ikinci bölüm. Şu anda da,  tesadüfen, mekânımız küçük olduğu için projeksiyonun kadrajı daraldı ve bu bölümde benim tamamen karanlığa girdiğim yada yükseldikçe yukarıda tamamen boyandığım anlar oluştu ve çok daha içsel bir şeye dönüştü bölüm. Bu işte süreç çok önemliydi dememin asıl nedeni de bu aslında. Her şey hem benimle alâkalı hem benden bağımsız. İşin konsepti hem tarafımdan, hem de benim dışımda kendi kendini oluşturdu. Bilinç altımız, çoğu zaman ne olduğunu, nereden geldiğini bilemediğimiz bir çok bilgi ile doludur; üçüncü bölümde benden bağımsız hareket eden gölgem, benim için bilinç altımda yarattığım yada çok önceden beri sahip olduğum tüm bilginin bir yansımasıymış gibi aslında. Bir şekilde bu sistemden nasıl çıkabileceğimin bilgisine sahip olan gölgem ve  onunla yaşadığım çatışmaydı aklımdakinin özeti. Orada da Cem Gengönül diye bir arkadaş yardımcı oldu video yapmak için, hiç de fena olmadı. Ve iş böyle bir yere geldi.

Toplam ne kadar sürüyor?

İlk başladığımızda 40 dakikaydı. 1. bölüm, 2. bölüm ve 3. bölüm diye gidiyordu. Şimdi 2. bölümün 3. bölümle bağlantısı hiç kopmuyor ve eserin süresi 30 dakikaya indi. Çok doğru, kompakt bir 30 dakika oldu. 1. bölüm hem benim nerede olduğumu anladığım hem de seyircinin neye bağlı olduğumu anladığı bir durum; 2. bölümde  gölgenin devreye girmesinden sonra zaten giderek yükseliyor ve gölgem ile ayrıldığımız finale doğru devam ediyor. Şunu söylemeliyim ki  Ömer’in müziğinin etkisi de çok büyük . İlk defa canlı müzikle çalışabildiğim iş bu. Bulduğunuz bir şeyi mevcut bir müzik bir parçasına oturtmak ya da bulduğunuz müzik parçasına göre hareket üretmek ile bir müzisyenin sizin yaptığınız şeyi  görerek ona göre ses üretiyor olması gerçekten çok farklı. Ömer’in bana bakarak müziği yönlendiriyor olması, bana hareketlerin süreleri ile oynayabilmek için inanılmaz bir özgürlük alanı sağlıyor.  Nasıl hissediyorsam, neyse o anda gelen şey, onun süresini değiştirebilme şansına sahibim ve o da tüm o anlara eşlik ediyor. Ömer’in eser de kullandığı müziklerin altyapıları belli ama üzerine çaldığı şeyler hep doğaçlama ve bu da çok heyecanlı. Bazen onun çıkardığı bir ses yada tercih ettiği sessizlik anları bambaşka bir atmosfer yaratabiliyor. En güzel tarafı sanırım sürekli CD den gelen bir parçanın bir süre sonra eseri icra edenler üzerinde yarattığı sıkıntıyı yaşamıyoruz. Çünkü her temsil esasında yeni bir melodi duyuyor oluyoruz.

Bu noktada bir şey sormak istiyorum; bir dansçı olarak hareket-müzik ilişkisine dair nasıl işler yaptın, bu iş senin için nasıl bir yerde duruyor ve sana ne hissettiriyor?

Hep müzikal olarak, bana boş alan bırakacak şeylerle çalıştım. Genellikle bugüne kadar hep melodik değil de daha çok sound ağırlıklı, biraz daha atmosfer yaratan elektronik şeyler tercih ettim. Ancak ilk kez Ömer ile çalışma şansı bulunca anladım ki aslında ne kadar doğru parçayı seçtiğini düşünsen de bir eserde CD’den duyulan şey ile birisinin canlı müzik yapıyor olması çok farklı ve çok daha anlamlıymış. Şu anda da Çıplak Ayaklar ve Gevende ortak bir iş yapıyoruz, 5 müzisyen ve 4 dansçı yani tüm grup olarak. Bu kez herşey daha da heyecanlı olacağa benziyor.

İstanbul’da temsiller olacak mı daha?

Kontrol ve diğer işlerimiz, Stüdyo’da düzenli olarak sezon sonuna kadar her ay oynayacak.

Artık bir mekânınızın olması nasıl bir duygu? Danstan kazanılan para zaten azken, mekân kirasına, tanıtıma da para ayırmak gerekebiliyor. Kendi mekânında oynamak nasıl hissettiriyor?

Müthiş hissettiriyor. Çünkü tüm prova süreci o mekânda geçti, o yükseklikte çalıştık. Talimhane Tiyatrosu’na gittiğimizde stüdyoda 4,5 metreyle çalışmışken, orada 7 metrelik bir tavan vardı; tüm hızım değişti. Prodüksiyon olarak da zor bir iş, bizim işimiz olmayan çok fazla detayla da ilgilenmek zorunda kaldık. Çok kısıtlı zamanda çok büyük bir şey yaptık ve bunun karşılığında çok az bir şey kazanabildik. O yüzden mekânda oynamak bizim için müthiş. Hem tanıdığım, bildiğim, alıştığım yer hem de evim gibi orası. Orada  paylaşabiliyor olmak çok heyecanlı; işi iyi ki mekana oturtabildik diye çok seviniyorum.

Tepkiler nasıl?

İnsanlar genellikle heyecanlanıyorlar. Hep pozitif şeyler duyuyorum, etkilendiklerine dair…  Çok da bilmiyorum. Ama yakın çevremizle, Gevende olsun, Oyun Deposu olsun, her zaman fikir alışverişinde bulunuyorum. Dışarıdan duyduğum şeyler de, parçanın kendi gelişimi için her zaman dinlediğim şeyler. Kulaklarımı tıkamıyorum, faydası oluyor. Her zaman ne düşündürdüğünü, ne hisssettirdiğini duyup, onun bir adım ötesine götürmeye çalışıyorum. Her yaptığımız temsil birbirinden farklıydı. Garaj’da başkaydı, Talimhane Tiyatrosu’nda başkaydı, şimdi stüdyoda bambaşka oldu.

Gelişime hâlâ açık mı, yoksa belli skorları var ve bu, artık kendini tamamlamış bir iş mi?

Bence bir iş kendisini tamamlamıyor zaten. O rahatlığa varamıyorsun. İş bitmiş oluyor ama aslında bitmiyor. Bence hâlâ gidecek yeri var. 3. bölümün video’sunu tekrardan çekmek isterdim, öyle bir imkân olursa yapabilirim. Ama bence bitmiş değil henüz.

Ben performansı izlerken postmodern bir kukla performansı izliyormuş gibi hissetmiştim. Konsept olarak birinin perde arkasından iplerle birini oynatıyor olması, bir yandan gölge mantığının olması… Perde arkasında bir kontrol var ama, perde önünde “canlı kukla” görüyorum. Bazı hareket döngülerin var ve bunlar tekrar ettikçe bazı hikâyeler yazıyor seyirci ve bir yandan, yanı başında müzik var. Stüdyonun da çok samimi bir atmosfer yarattığını düşünüyorum.  İşi yaratırken kukla, trapez ya da herhangi başka bir şeyle ilgili okuyup araştırma yaptın mı, yoksa tamamen içinden gelip de mi oluştu?

Aslında bu tamamen içsel bir hikâye. Sadece şöyle bir şey var; baştan beri kafamda üç bölüm vardı. Hareketin kompozisyon olarak kendi kendini tekrar etmesi, kafamdaki tekerrür fikri ile ilgili… Her bölümde bir üst seviyeye çıkıyoruz, hâlâ bir şekilde aynı şeyler oluyor ama başka bir farkındalıkta ve başka bir düzeyde gibi benim kafamda oluşturduğum bir hikâye var.

Ama zaten, çok net şunu söylemek istiyorum, gibi bir amacın yok sanırım.

Hiç öyle bir şey demiyorum, sadece ne yaşattığına bakıyorum. Ben hareketin içini doldurmak için o anda ne olduğunu biliyorum. Bedenimin mi farkına varıyorum, sistemin mi farkına varıyorum, ben mi sistemi kontrol ediyorum, şimdi sistem mi beni kontrol ediyor gibi detayların çok farkındayım ve biliyorum. O anların içini doldurmak böylelikle benim için daha kolay. Ama şöyle şeyler de çok hoşuma gidiyor: İlk Garaj’ da gösteri yaptığımızda seyircilerden birisi geldi. Küçüklüğünde gölgelerle alâkalı yaşadığı ciddi bir korku durumu varmış. Ve o döneme gidip onunla yüzleştiği için inanılmaz rahatlamış. Bu, benim anlatmak istediğimden tamamen farklı ve onun kişisel olarak yaşadığı başka bir şey. Ama, bu kadar etkilenip ona orasından dokunduğu için ben çok mutluyum. O noktada, acaba benim demek istediğimi anlıyorlar mı, gibi bir kaygım yok; zaten herkes kendi hikâyesini çıkartıyorsa ne güzel.

Sistemle çalışırken… Ben o tecrübeyi merak ediyorum. Seviyeleri bu kadar farklı kullanıp bir şeyin gücüyle ya da ona tamamen karşı koyarak kullanmak çok farklı bir deneyimdir diye düşünüyorum. İzlerken özendiriyor. Senin için nasıl bir deneyimdir, hiç kaza oldu mu?

 Zamanla birbirine güvenmekle ilgili. Ben de ilk çıktığımda sisteme delice güvenmiyordum. Zaman geçirdikçe Cihan’ın duruma çok hakim olması güven yarattı bende. Sadece bir tane kaza geçirdik. Video çekimini yaparken dönmem gereken takla sayısını yanlış saydım ve kafamı yere vurdum, o ciddi bir şoktu. Bir süre o bölümü yaparken tedirgindim ve içimden sürekli  1, 2, 3 diye sayarak geçirdiğim bir dönem oldu.

O sistemi manipüle etmek oldukça zor olmalı. Sistemi kullanan insanın hareket deneyimini de çok merak ediyorum. Performans sırasında hiç görmüyorsun ama, belli bir merak oluşuyor.

Ben bunun ikileminde çok fazla kaldım ve bir sürü insan da “Aslı, Cihan’ın hareketleri çok enteresan ve onu görmek zorundayız” dedi. Ama benim içimde içselleştirdiğim bir gidiş hali ve kurgu var. Ve hem bir erkek, hem bir kadın, hem de arkada da bir gölge benim için çok fazla… Çok isterdim Cihan ve benim aramadaki ilişkiye dair bir şey yapsaydım. Ama süreç öyle gelişmedi. Bir gün gelip izleyebilirsin provayı. O hiç dans eğitimi almamış ancak kasları inanılmaz kuvvetli bir adam. Ben o kadar kontrollü hareket etmeye çalışırken, onun her şeyi esasen kontrolsüz, daha doğrusu daha doğal ve özensiz diyebiliriz. Terini silişi, ağırlığı kaldırışı vs bambaşka bir hikâye. Tamamen kontrast bir durum var.  İlerde sadece bir video işi yapmak istiyoruz, belki dış mekanda olabilir. Öyle bir video olursa mutlaka Cihan’ın da bir görünürlüğü olacaktır.

O sistemi biraz anlatabilir misin?

İki tane tel ve makara sistemi var. O iki telin bir ucu beni taşıdığı kum torbasına, diğer uçlarda benim kemerime bağlanıyor. Ben 48 kiloyum, kum torbasının ağırlığı da benim yarım 24 kilo. Cihan kum torbasını çektikçe ben yukarı çıkıyorum.

Video’yla ilgili çalıştığın kişinin mi bir önerisi oldu, yoksa senin kafanda bir tasarım var mıydı?

Benim kafamdaydı herşey aslında, koreografik olarak nasıl bir ilişki kuracağımı biliyordum 3. bölümde. İsteğim, gölgemin benden bağımsız hareket etmesiydi.

İşi hazırlarken disiplinlerarası bir proje geliştirmekle ilgili ne düşünüyorsun?  Dansın dışında birçok şeyi tasarlamak durumunda kalıyorsun; teatral bir öğe eklemek, müzik eklemek, video eklemek, bunlar zaman ve işgücü gerektiriyor.

Başta endişelerim vardı, olacak mı olmayacak mı diye. İlk yapmaya başladığımızda çok zorlanıyorduk. Arka projeksiyon kullanıyoruz, 14 metre derinliğe ihtiyacımız var gibi teknik sorunlarımız vardı. Yeni yeni şimdi mekânda çözdük tüm bu sorunları. Işık tasarımımızı Cem Yılmazer yaptı ve daha ilk kez işi Garajİstanbul’a yerleştirmeye çalışırken yaşadığımız sorunlar üstüne dedi ki: “Bir deli bir kuyuya taş atıyor biz de çıkarmak için uğraşıyoruz.” Çok güldüğüm bir şeydi. Sonuçta ben bir şeyi hayal ediyorum ve benden bağımsız hareket eden bir gölge yapabilir misin gerçekten diye bu insanlarla konuşuyorum . Beraber deneyip görüyoruz. Mekanda oynamaya karar verdiğimizde Mihran ve Ulaş günlerce işi teknik olarak studyoya adapte etmek için uğraştılar ve sonunda da başardılar. Sonuçta kolay olmuyor ama bir şekilde oluyor. Ben her zaman yeni şeyler kullanma fikrine  açığım. D.A.N.C.E de interdisipliner bir programdı. Orada da yeni teknoloji ile ilgili birçok atölyeye katılmıştım. Hem görsel hem sesle alâkalı bir sürü bilmediğim ve benim için yeni programdan faydalanarak doğaçlamalar yapmıştık. Bir dansçı olarak tüm bunların sınırlarının nereye kadar gidebileceğine dair çok bir fikrim yok ama bir boyut daha ileri götürebilecek her şeyi  kullanmayı denemeyi her zaman çok istiyorum.

Sistemle ilgili olarak hareketleri tasarlıyor muydun, yoksa doğaçlarken mi çıkıyordu?

Bir kısmında hayal edip, acaba böyle bir şey nasıl olur, deyip denediğim şeyler de oldu. Tesadüfen, mekânda Cihan’la zaman geçirirken, acaba çaprazlara giderken ne olur, deyip doğaçlama yaptığımız haller de oldu. Ama sistem çok tehlikeli olduğu için, misal akıcı ve uzun süreli bir doğaçlama yapamadık hiçbir zaman. Her an her şey olabilir. Ama ufak tefek anların kendi kendini yarattığı spontane gelişen anlar da oldu elbette. Şöyle bir şey denesek diyorsun, sen bir şey hayal ediyorsun ama sistem sana bambaşka bir şey söylüyor. O da heyecanlı oluyor ve onu alıyorsun gibi.

Başka şehirlere gidecek misiniz?

“Kontrol” bu anlamda çok bahtsız bir iş. Gerçi şu an artık daha rahatlamış durumdayız, çünkü ilk temsil  yaptığımızda bir arka projeksiyon kullanıyorduk ve arka projeksiyonla ön projeksiyonun mesafesinin eşit olması gerekiyordu. Ve sonuç olarak biz bunu ancak minimum 14 metre derinliği olan bir alanda oynayabiliyoruz gibi korkunç bir tablo çıktığında karşımıza, biz bu eserle hiçbir yere gidemeyeceğiz diye düşündüm. Ama  şu anda mekân çok daha küçük ve oraya uyarlayabilmeyi başardık. Artık arka projeksiyon da yok ve dolayısıyla artık turne konusunda şu an daha umutluyum. Ama elbette hala gideceğimiz yerin sistemi asacak belli bir donanım ve yüksekliğe sahip olması şart.

Kaç kere oynadı?

O da esasında henüz çok değil. Yedi aylık prova dönemi sonrası bir temsil, sonra çok uzun süre hiç temsil yapamadık. Şu anda aslında, biz 1,5 senedir işin üstüne çalışıyoruz ve yaptığımız temsil sayısı 7. Neyse ki artık studyo da  düzenli olarak temsil yapabiliyoruz, çünkü bence bir parçayı asıl geliştiren şey provadan ziyade yapılan gösteriler.

İleriye dönük projelerin var mı? “Kontrol” disiplinler arası bir performans olması, canlı performans olarak çok etkileyici olması açısından dans ortamına yapılan güzel bir öneri. İstanbul’daki dans ortamında az sayıda insan, grup iş çıkarıyor; farklı eğilimleri aynı anda görebileceğimiz, beslenebileceğimiz bir dans ortamı olduğunu düşünmüyorum. Bu anlamda “Kontrol” beni bayağı heyecanlandırdı. Bu yüzden ileriye dönük planlarını merak ediyorum. Bununla beraber bir toplulukla çalışıyorsun ama bir yandan da solo projeler çıkartıyorsunuz. Bu durum senin için nasıl bir yerde duruyor?

Çıplak Ayaklar olabileceğim en doğru yer. Onlarla birlikte olduğum için çok mutluyum. Bizim her zaman bir özgürlük alanımız var. Herkes sanatsal olarak kendini nasıl ifade etmek istiyorsa, o alanda ona imkân buluyor. Ne olursa olsun bu benim solo işim ama Çıplak Ayaklar adı altında sunduğum bir iş. Biz bunu seviyoruz çünkü, bu bir şekilde bizim çeşitliliğimizi gösteriyor. Hem de bu çeşitliliğe rağmen aynı çatının altında birlikte iş üretmeye devam ettiğimizi gösteriyor, bu yüzden gayet keyifli. Ortak projeler de yapıyoruz, bahsettiğim gibi şimdi Gevende’yle de  bir grup işi olacak. Olduğum yerden, kolektif olma halinden gayet mutluyum, iyi hissediyorum kendimi. Mesela Akşam “Sen Balık Değilsin ki” var, orada ışığı ben yapıyorum, seste Duygu duruyor.  “Aptal, Sıradan Suçlu”da ışığı Duygu yapıyor ben gişede duruyorum;  kısacası herkes her işi yapıyor ve herkes bütün duruma hakim. Bu çok önemli; çünkü bizim bir artistik direktörümüz ya da aramızda olan mevcut bir hiyerarşi yok. Herkesin gerçekten eşit miktarda alanı var ve bu çok değerli. O yüzden de herkes hâlâ o çatının altında büyük bir huzurla devam edebiliyor. Stüdyo da ev gibi oldu. İlk gösteri yapmaya başladığımızda, zaten biraz evcilik oynar gibi hissediyorduk; gişeyi nasıl daha güzel yaparız, oraya onu mu koysak buraya bir mum mu koyalım vs. Şimdi herşey bir oyundan çok daha ciddi bir yere doğru gidiyor, inşallah her şey iyi gider ve biz ne kadar ciddileşsekte bir yandan da hep oyun oynuyormuşuz gibi hissetmeye devam ederiz.

İleriye dair şunu hissediyorum.” Kontrol” hiç bitmiyor, 2009-2011. Daha gidesi var ama bir yandan da artık; yeni bir şeyler de yapmaya ihtiyacım var. Yüksek lisansta olduğum için bir yüksek lisans projesi yapmam gerekiyor. Onunla alâkalı bir şeyler düşünüyorum ama tam ne olacağını çok bilmiyorum. Bir şekilde bunun bir yüksek lisans projesi ve tezi olması gerektiği için daha akademik, daha fiziksel ve harekete dayalı bir şeyler geliyor aklıma ama bir yandan da bambaşka yerlere gidiyor aklım, nasıl gidecek nasıl şekillenecek şimdilik bilemiyorum.

Gevende’yle üzerine çalıştığınız iş ne zaman çıkacak?

İlk defa bir tarih öngörmedik. Zaman belirlemenin sıkıntısını zamanında çok yaşadık. Bu yaratıcılığı inanılmaz kısıtlayan, daraltan ve gideceği yere ulaştıramadan bir şeyleri tamamlamaya iten bir durum. Gevende’ ye çok değer veriyoruz ve o işin de bir şekilde yerini bulacağına inanıyoruz. O yüzden de haksızlık yapmak istemedik ve bir tarih belirlemedik.  Bir seneyse bir sene, iki seneyse iki sene… Şu anda fırsat buldukça bir araya gelip doğaçlama yapıyoruz. Nereye gideceğiyle ilgili fikrimiz henüz çok yok ama en azından bir süre daha bu rahatlıkta kalabilmesi bence önemli. İşin kendisi için çok önemli, öteki türlü biraz sipariş iş olmaya başlıyor.

Gizem Aksu / MİMESİS

KONTROL

Çıplak Ayaklar Kumpanyası /
Vertigo Uçuş Efektleri

Koreografi/Konsept ve Yorumcu: Aslı Öztürk
Sistem Kullanımı: Cihan Kuşçu
Müzik: Ömer Öztüyen – Gevende
Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Video: Cem Gengönül
Metin: Ufuk Uslu
Prodüksiyon: Mihran Tomasyan
Ses tasarım: Hakan Şen
Fotoğraf:Ezgi Kaplan
Afiş: Atıl Atılgan

 

 

Paylaş.

1 Yorum

  1. Untitled Husband Tarih:

    Aslı Ozturk’un bu “ilgi çekici” işini izlemek için sabırsızlanıyorum, yalnız buna çok benzer bir projeyi yıllar önce Proje 4L’de izlediğimi de hatırlıyorum, neredeyse ismi bile aynı, hatta Aslı Hanım’da o projenin içindeydi, bu gösteriden hiç bahsetmemiş olması bana epey enteresan geldi?! Ne de olsa post-modern sanatta “alıntı”nın o kadar da önemi yok mu acaba… Bu iş de sanırım bir nevi “mimesis” gibi görünüyor. Umarım yanılıyorumdur ve bu bir “Poïesis”dir.

    -Adam sorar; Saat kaç?
    -Balık cevap verir; Saat neydi?