(Tuğçe Çelik’in Birgün’de yayımlanan yazısının bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.)
Scottish Ballet topluluğunun dijital çağ için yeniden kurguladığı Coppélia, “yaratıcı kimdir?” sorusunu ışığın, ekranın ve bakışın kesiştiği noktada soruyor. Zorlu PSM’de sergilenen Coppélia, yalnızca sahnedeki dansı değil, seyircinin teknolojiyle kurduğu çelişkili bağı da irdeliyor. Ekranla büyüyen bir kuşağın karşısına, ekranın dans ettiği, izleyenini kuşatan ve odaklanmasını talep eden bir sanat formu olarak çıkıyor.
İskoçya’nın ulusal bale topluluğu Scottish Ballet’nin icra ettiği Coppélia uyarlaması, klasik balenin zarafetini çağımızın dijital kaygılarıyla buluşturuyor. Ödüllü İngiliz koreograflar Jess & Morgs tarafından sahnelenen yapım, insan ile makine arasındaki sınırları modern dans ve balenin diliyle çözerek sahneyi insan sonrası -posthümanist- bir laboratuvara dönüştürüyor. 19. yüzyılın oyuncak Coppélia’sı bu kez yapay zekâ çağının ‘kusursuz insan’ arayışının sembolüne dönüşüyor.
Eserin başkarakteri Dr. Coppélius ise artık bir bilim insanı değil, teknolojiye tapan bir girişimci; tıpkı Elon Musk, Mark Zuckerberg, Sam Altman ve diğerleri gibi. Laboratuvarın yerini de cam duvarlarıyla öne çıkan bir start-up almış. Işık ekranlara çarparken oyunun teknolojinin yaratabileceği felaketleri sezen tek kadın karakteri olan Swanhilda sahneye yerleştirilen makinenin içine giriyor ve bedeni dijital bir yankıya dönüşüyor. Onun bu geçişi insan olmanın çözülüşüne dair sahnelenmiş bir deney aslında. İnsan artık merkezde değil, veri akışının içinde dolanıp duruyor.
BEDEN BİLGİYE DÖNÜŞÜRKEN
Jess & Morgs’un sahne dili, kamerayı bir dans partnerine dönüştürüyor. Hareket, görüntüyle çoğalıyor; nefes bir piksele, ter bir ışık patlamasına dönüşüyor. İzleyici, N. Katherine Hayles’in işaret ettiği gibi, ‘bedenin bilgiye dönüşme anına’ tanıklık ediyor. Böylece dans, yalnızca estetik değil, ontolojik bir soruya dönüşüyor: Gerçek nedir, kim izliyor, kim sahnede?
Bu koreografik yapı ve anlatım dili Donna Haraway’in ‘cyborg’ figürüne de hayat veriyor. Coppélia ne tam insan ne tam makine; sınırın üzerinde yaşayan bir melez. Haraway’in deyişiyle bu melezlik, bir ‘direniş alanı’; insanın üstünlüğü mitine karşı bir beden politikası. Kimlik ise sabit bir form değil, veriyle sürekli yeniden yazılan bir kimlik haritası.
Coppélia, yapay zekâ çağında sanatın doğasına dair de bir soru yöneltiyor: Algoritmalar mükemmel bir koreografi üretebiliyorsa, sanatçı hâlâ yaratıcı mıdır yoksa arayüz müdür? Jess & Morgs’un sahnesinde dansçı, makineyle birlikte üretiyor, izleyici de bu üretimin parçasına dönüşüyor. Bu anlamda eser, insan ile teknoloji arasında yeni bir etik ilişkilenme biçimi öneriyor.
Coppélia klasik balenin romantik masalını ters yüz ediyor. İnsan artık sahnenin efendisi değil; ışık, makine ve beden arasında eşit bir unsur. Scottish Ballet, posthüman dünyanın bu yeni masalında insanı kaybetmiyor, sadece formatını değiştiriyor. Tekno-girişimci, sermayedar Dr. Coppélius ise Swanhilda sayesinde kodların aktığı, algoritmanın hüküm sürdüğü, yüzeyini ekranın oluşturduğu bir dünyaya hapsoluyor.
Devamı için tıklayın.
