Fuldem Özkan
Tiyatro Peron’un Gergedanlar, Tartuffe, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz gibi doğrudan sistem eleştirisi yapan, yozlaşmış düzeni ve onun bir biçimde parçası olan insanı irdeleyen bir başka prodüksiyonla 2025 sezonunda prömiyer yapıyor. Benzer sorunları merkeze alan Neredeyse Eşittir, repertuvar tutarlılığına önem veren Tiyatro Peron için doğru bir seçim olmuş. Çağdaş oyun yazarlarından Jonas Hassen Khemiri’nin Kardeşlerimi Arıyorum adlı oyunundaki performansıyla dikkat çeken Uğur Uzunel’in yönettiği Neredeyse Eşittir, yazarın Türkiye’de İstila ile birlikte bilinen ve en çok sahnelenen yapıtlarından biri.
Kalabalık kadrosuyla dikkat çeken oyunda rol alan oyuncular Ahmet Dindar, Berfin Sayarsoy, Berke Acar, Bora Kokuluçiçek, Buket Fidanboy, Göksu Oluklu, Gülce Çelebioğlu, Kaan Uğur, Nursena Dönmez,
Ogün Şahin ve Seray Kanık başarılı performanslarıyla öne çıkıyor. Daha önce farklı projelerde izlediğim genç oyuncuların oyuna ve prodüksiyona olan adanmışlıkları görülmeye değer.
Neredeyse Eşittir çağın en önemli meselelerinden biri olan değer ve eşitlik kavramlarını merkeze alan, kapitalizm ile yenilikçi bir bakışla yüzleşen ilgi çekici bir oyun. Bunu paranın insan ilişkilerini, toplumsal statüleri ve bireyin kendiyle olan ilişkisini belirleyişine getirdiği sıra dışı eleştiriyle sağlıyor. Oyun, insanı metalaştıran bu kirli düzenin gölgesinde yaşayanların birbirinden kopuk gibi görünen hikâyelerini sahneye taşıyor. Bu kopukluk, kara mizah yoluyla yozlaşmış düzene doğrudan işaret eden asice bir isyan. Buna tıpkı kapitalizm gibi göz boyayan bir dizi kafa karıştırıcı tanımlama eklenince, vurucu bir etki bırakıyor seyircisinde. Van Hauten Teoremi ve Lorenzo Kanunu’nu örneklerle anlatarak sistemin insan hayatı ve ruh sağlığı üzerinde yarattığı kaosa, olasılık problemi hesabıyla doğrudan gönderme yapıyor. Üstelik çaresizce kadro bekleyen bir ekonomist akademisyen tarafından:
“Düşüyorum, dengemi kaybediyorum, en uca geliyorum, düşüyorum ve sonra zaman duruyor ve amfide uyanıyorum. Yalnızım. Ya da yalnız olduğumu sanıyorum. Sonra izleyicilere bakıyorum ve fark ediyorum ki orada oturan bir sürü insan var, sürüsüyle insan ve bana bakıyorlar, ben de onlara bakıyorum ve…”
Gösteride oyuncuların bu yolla sıkça seyirciye yönelerek onlara içine doğduğu toplumu ve kendi yaşamını irdeleten bir hesaplaşma alanı açması kayda değer.
Yeni mezun bir öğrenci, bir girişimci, kasiyer ve ekonomist akademisyenin ekseninde ilerleyen hikâye, Uğur Uzunel’in başarılı rejisiyle sert, alaycı ve hızlı; tıpkı sistemin dayattığı klişeleşmiş hayatlar gibi. Seyirciler arasında dolaşan dilenci (Berke Acar) hem acınası hem komik hem de zamanla kahramana dönüşecek kadar açıkgöz; dolayısıyla tanıdık… Bu rolde grotesk bir yorumla iddialı bir performans sergiliyor. Ya da küçük bir çiftlik evi alıp organik yaşamanın hayalini kuran dürüst kasiyerin (Seray Kanık) sistemin dayattığı adaletsizlik karşısındaki akıl almaz değişimi de bir klişe olarak örnekleniyor. Akademisyenin (Kaan Uğur) dayatmacı sistemi değiştirmek için çıktığı yolda ezbere bilgiyi ileten vasıfsız bir inşaat işçisine dönüşmesi de bu hezeyanın bir ürünü hâline geliyor. Okulu ikincilikle bitiren yeni mezun öğrenci (Bora Kokuluçiçek) idealist olduğu için örselenip bir makette ancak başkasının çıkarına uygun diye iş bulabiliyor. Olaylarla ilgisiz görünen genç bir kadının geçirdiği araba kazasından sonra yanı başında komadan çıkmasını bekleyen kişinin çantasını çalan hırsız oluşu da. Böyle bir hikâyede din adamının aynı zamanda emlakçı oluşu ve kıydığı nikâhın hisse pazarlığına dönüşmesi de günümüzün din – ticaret ilişkisini düşündürüyor. Bu nitelikli karmaşada işleyen dişlililer varsılların değirmenine su taşıyor. Çünkü Neredeyse Eşittir, neredeyse yaşanan hayatların kesitleriyle çevrelenmiş sert bir isyan aynı zamanda. Uğur Uzunel oyunun tasarımcısı Kader Caner ile birlikte mekânı verimli kullanarak oyunun çok sesli ve parçalı yapısını seyirciye etkili biçimde anlatmanın yolunu bulmuş. Buldukları çözümleme, merak unsurunu ve ilgiyi odaktan ayırmadığı gibi oyunun isteri olan tempoya da doğrudan hizmet ediyor.
İnsanın Eşitlik Paradoksu
Neredeyse Eşittir’in esasen sorguladığı “insan eşit olabilir mi?” düşüncesi bir paradoks. Çünkü insan, sosyal adaletin olmadığı, mutluluğunun satın alınabilen değerlerle ölçüldüğü sistemin içinde çözülemeyen bir bulmacanın parçası aslında. Oyunun yazarı Khemiri insan eşitliğine dair yönelttiği soruyu salt ekonomik düzlemde bırakmıyor; adaletsizliği sindirmiş bireylerin değerini belirleyen paranın nereden alındığına ve nereye harcandığına göre konumlandırıyor. Uzunel, alt sınıf insanın ne pahasına olursa olsun yükselme arzusunu onları iki katlı sahnenin üst katında konumlandırarak gösteriyor; onlar realiteyle bir “itfaiye direğinden inerek” yüzleşiyorlar. Böylece kendi çelişik yanıyla ve ikiyüzlülüğüyle sorgulatıyor seyircisini. Nihayetinde “Korkacak bir şey yok, zaman sonsuzdur. Düştüm ama zemin yok, zaman da yok,” düşüncesi hâkim bozuk düzende. O nedenle oyunun en başında “kanatlanarak düşeni” en tepeye koyuyor. Çünkü oyunda karakterler, farklı yollarla eşitlik arayışına giriyorlar: Kimi sisteme uyum sağlamaya çalışıyor, kimi dışarıda kalmayı seçiyor, kimi de sistemi yıkmayı hayal ediyor. Ve en nihayetinde, çürümüş düzenin uygun gördüğü biçimde mutluluk da “ekonomik” oluyor: Ucuz köpüklü şarap, yani “neredeyse” şampanya.
Oyunun en çarpıcı yanlarından biriyse, izleyiciyi pasif bir alıcı olmaktan çıkarması. Seyircinin katılımını istediği gibi sağlayamasa da “beğenmezseniz paranız iade” sözüyle yapılan ince hesaplar gibi sahne anları, seyirciyle mesafelenmek açısından önemli. Yazarın seyirciye yönelerek dördüncü duvarı yıkmak yerine kasten örüyor oluşu, kapitalizmin yarattığı sahte samimiyet adına çoklu anlam üretiyor. Bu yaklaşım hem oyunun temasını güçlendiriyor hem de izleyiciyi rahatsız edici bir şekilde sorumluluğa çağırıyor. Tiyatro salonu, bir anda pazar yerine, banka kasasına ya da sorgu odasına dönüşüyor. Uzunel bu açıdan da ilham verici bir tarz benimsemiş; alt tabaka insanının sıradanlığına keskin biçimde atıfta bulunarak. Çünkü aldanmayı seçen “küçük insan” kendi talihiyle kazı kazan oynuyor zevkle. Ve her defasında kaybedeceğini bile bile yapıyor bunu. O kadar samimiyetsiz ki, hiç olmadığı birine dönüşüyor zamanla, içinde bulunduğu sistemin uydurduğu pazarlama stratejilerini benimsiyor, o büyük resimde sonunda kendi de şeyleşiyor. Doğal olarak yoksul bir işçi, durduk yere ekonomist akademisyene sadaka veriyor sözde “iyilik” adına.
Kader Caner’in oyunda tercih ettiği yalın dekor ve kostüm anlayışı, sınıf farklılıklarını başarıyla ortaya koyabildiği için hikâyeyle uyumlanıyor. Utku Güçoğlu’nun tasarladığı müzikler Doğan Üsütnyavuz’un koreografisiyle örtüşüyor ve bu da metnin asi tarafını öne çıkarmayı sağlıyor. Serhat Barış’ın yaptığı ışık tasarımının ise kimi zaman sert, kimi zaman loş geçişlerle sağlanması, ekonomik düzenin soğuk yüzünü görselleştiriyor.
Bazı ağdalı sahnelerin oyunu durağanlaştırma, didaktik olma tehlikesini oyunun temposu, dolayısıyla oyuncuların başarısı önlüyor. Oyuncuların gösteri boyunca hız kesmeyen performansları, karakterlerle kurdukları bağ, buldukları ayrıntılar takdir edilesi. Sonuç olarak ortaya izlenesi bir oyun çıkıyor.
Tiyatro Peron’un sahnelediği Neredeyse Eşittir, seyirciyi adalet, fırsat eşitliği ve insan onuru gibi kavramları sorgulamaya çağırırken soruyor: Umut var mı? Oyun, izleyicisine iyi ve çeşitli bir tartışma zemini sunuyor. Neredeyse Eşittir, bu sezonun ses getirecek oyunlarından biri olacağa benzer.
# Jonas Hassen Khemiri #Uğur Uzunel #Tiyatro Peron # Neredeyse Eşittir #Kapitalizm #Sistem #Adalet #Eşitlik