Sacit Hadi Akdede
Giriş
Sanat üretimi ya da sanat eseri üretimi nasıl bir üretimdir? Sanat üretimini mesela bir elektrik motoru üretiminden ayıran en önemli fark nedir? Saymaya kalkılsa birçok fark bulunabilir. Acaba hangi kritere göre ayırt edici özellikler aranmalıdır? Bu yazı dizisinde bu sorular çerçevesinde sanat eserleri üretiminin diğer bütün sanat eseri olarak sayılmayan “şeylerin” üretiminden nasıl farklılaştığını araştıracağız. Farklı iktisat okulları ya da ekolleri sadece sanat eseri veya sanat eseri olmayan şeyleri sınıflarken çeşitli kavramlar üretmez, onlar yaşanan hayatı farklı kavramlarla anlamaya, açıklamaya, eğer mümkünse de yön verip değiştirmeye çalışırlar. Bu çeşitli kavramların ortaya çıkma saikleri veya üretilmeleri zaten belki de bir ideolojik güdü ya da amaçla olmaktadır.
Sanat ürünleri meta mıdır sorusu mesela seçtiği kavramın içeriğiyle anlatmak veya açıklamak istediği konulara ilişkin bir ideolojik ipucu da vermektedir. Meta bir kelime olmaktan öte bir kavramdır. Onu mal ve hizmetten ayıran özellikler vardır. Bu yazı dizisinde iki temel iktisat akımının sanat alanında ne söyleyebilecekleri hakkında bazı düşünceler üretmeye çalışacağız. Olgular ya da gözlenen olaylar, aslında iktisat biliminin elindeki kavramsal araçlara göre anlam kazanırlar. Eğer kavramlar yoksa yaşanan olgular amorftur; insan kaosta kaybolur. Nesneler, olgular, olaylar insanlara konuşmaz. Dünyaya şekil veren elimizdeki kendi ürettiğimiz kavramlardır. O kavramlar ve yaşananlar tabii ki karşılıklı etkileşimle dinamik bir şekilde sürüp giderler. İmdi, sözünü ettiğim iki ana iktisat akımı, klasik politik ekonomi ve o akımının sosyaliz/komünizm hakkında da fikir üreten dalı Marksistler ve kapitalizmin en iyi sistem olduğunu örtük bir şekilde savunan ve sürdürülebilir olmasını sağlayacak modeller öneren neo-klasik okul ve onunla hemfikir olan diğer modern iktisat okullarıdır. Keynes çok önemli bir figür olarak mevcuttur. Keynes de kapitalizmin devamını sağlamak ve onun krizlerden kurtulması için zamanının en güzel reçetelerini yazmıştır. Bu bakımdan her ne kadar neo-klasik iktisatçı olarak anılmasa da neo-klasiklerin fayda (utility) eksenli birey temelli analizlerinin farkında olarak makro kavramlar ya da toplulaştırılmış (aggregated) kavramlar üzerinden kapitalizmi kurtaran ya da meşrulaştıran analizler yapmıştır. Bu bakımdan Marksistlerle aynı safta sayılmaz. Ama mesela Post-Keynesyenler Marksistlere birçok konuda yakın dururlar. Keynes’in sanat alanında en önemi vurgusu sanat alanında yapılan kamu harcamaları ve o harcamaların çarpan katsayısının belirlenmesi olurdu. Bunlar çok değerli çalışmalardır. Bununla birlikte bu dizide Marksistlerin ve neo-klasiklerin çok kullandığı kavramlar kullanılarak sanat alanına biraz yakından bakılacaktır. Burada bir noktayı daha vurgulamakta yarar vardır. İktisat okulları var olan durumu anlamaya ve açıklamaya mı çalışmaktadır yoksa olması gereken duruma ilişkin mi analizler yapmaktadır. Var olan durum anlaşılmadan olması gereken durumun ne olduğu zaten bilinemez gibi bir yargıda bulunulabilir. Doğrudur. Bununla birlikte hem var olan durumun ne olduğu hem de var olması gereken durumun ne olacağı çok açık ve net değildir. Bilimsel araştırmanın güzelliği bu bulanıklıkların berraklaştırılması çabasından gelir. Bu hazzı almayanlar bilimsel araştırma sürecini çok anlamsız ve gereksiz bulurlar ve hayatı dolu dolu yaşayıp kendilerini praxis’e bırakırlar. Bu da tabii ki çok saygı duyulacak bir tavırdır. Bu açıklamalarımızın zihinde daha kolay anlaşılması için “şeylerin” fiyatı konusunu örnek verelim. Gözlemlediğimiz dünyada aldığımız ve tükettiğimiz mal ve hizmetlerin fiyatı ve malların göreli fiyatları/değişim oranları onların içinde yerleşmiş emek miktarının mı göstergesidir yoksa o malların fiyatı içlerindeki emek miktarından bağımsız olarak o mallara olan arz ve talebin etkileşiminin dışa vurmuş, görünür olmuş hali midir? Bu soruları hemen yanıtlamak çok kolay olmayabilir. Bütün iktisat tarihi ya da okulları yüzyıllardır bu gibi soruları anlamaya çalışmaktadır. Bunun yanında bu iki soruya yanıt verilebildiğinde var olan durum tespit edilmiş olur. Mesele bununla bitecek midir? Örneğin bir okul malların değişim oranları içlerindeki emek miktarı ile belirlenmesi gerekir gibi bir yargıda bulunursa o zaman var olması gereken durumu işaret ediyor demektir. Bu pratikte nasıl gerçekleşecektir? Malların değişim oranlarını göreli fiyatlarını belirlemek bir otoriteye mi bırakılacaktır ya da bu oranlar kendiliğinden mi oluşur? Ya da diğer okulun verdiği yanıt da şöyle olabilir: Malların göreli fiyatları arz ve talebe göre oluşmalıdır. Mevcut fiyatlar çeşitli müdahaleler sonucu piyasanın belirleyeceği fiyatlardan farklı oluşmuş durumdadır, bu da iktisadi sorunların temel nedenidir. Piyasanın kendi fiyatlarını bulmasına olanak tanınmalı piyasaya hiç müdahale edilmemelidir. Bu yargılar da olması gereken duruma işaret etmektedir. Bununla birlikte toplumda çeşitli çıkar çatışmalarının olduğu göz önüne alınırsa piyasalara müdahale edilmemesi gibi durum olabilir mi? Görüldüğü gibi sorunlar ne çok kolay tespit edilebilmekte ne de kolay çözümlenebilmektedir. Yapay zekâ, insanın duygu, duyuş ve düşünüş alanında derinlemesine karışamadığı sürece bu sorular iktisatçılar tarafından incelenmeye araştırılmaya devam edecek, yapay zekâ onların işini elinden alamayacaktır. Fiyatlara ilişkin bu iki ana okulun görüş farklılıkları sadece bilimsel merakı gidermek amacıyla incelenmemektedir. Dünyada gelir dağılımı dengesizlikleri, kronik yoksulluk, kronik enflasyon, işsizlik, güç savaşları, diktatörlükler, vb. iktisadi ve toplumsal sorunlar vardır. Bu sorunlar iktisadi sistemin işleyişinin nedeni ya da sonucu olabilir. İnsanları derinden, ciddi etkileyen bu sorunlar da iktisadi sistemin, bir anlamda fiyat sisteminin (Fiyatların başka görüngüleri olan ücret, faiz, rant, kâr) işleyişinden kaynaklanmaktadır.
Sanat ürünleri meta mıdır soruyla başladık. Burada kullanılan kavramlar dünyayı nasıl anlatacağımıza, hangi akımın görüşüne göre anlamaya çalışacağımıza ilişkin bir sinyal de verir. Meta (commodity) kavramını Marksistler kullanır; neo-klasikler kullanmaz mesela. Onlar mal ve hizmet kavramını (goods and services) kullanırlar. Bu tesadüfü olarak ortaya çıkan bir kavramsallaştırma değildir. Marksistler kapitalizmin gelişmesi, yayılması ve baskın üretim tarzı olmasını meta üretiminin ve ücretli emeğin yaygınlaşmasına bağlamaktadırlar.
Meta
Sanat alanında neo-klasik iktisat birçok analiz yapmıştır, yapmaktadır. Hatta Journal of Cultural Economics adlı neo-klasik geleneğe daha çok yaslanan bir dergi 1970’l yılların sonundan beri çıkmaktadır. Sanat konusunda Marksist iktisat ve Marksist geleneği çok önemseyen heterodoks iktisat göreli olarak daha az analiz yapmıştır. Bu yazı dizisi bu konuya mütevazı bir katkı amacıyla yazılmıştır. Daha sonraki yazılarda iki ana iktisat okulunun sanat alanını ilgilendiren konulara nasıl yaklaştığını karşılaştırmalı olarak göstermek plan dahilindedir.
Marx
Metalara ilişkin analizinde herkesin çok iyi bildiği gibi Marx metaların iki boyutundan bahseder: kullanım değeri (Use-value) ve değişim değeri (Exchange-Value). Bunları kimi Marksist yazarlar toplumsal kullanım değeri (social use value) ve toplumsal değişim değeri (Social Exchange Value) olarak algılarlar ve hermenötik yardımıyla öyle yorumlarlar. Klasikler için de çok anlamlıdır çünkü İngilizcede use-value ile utility arasındaki fark use-value kavramını klasik politik iktisatçıların utility kavramını da neo-klasiklerin kullanmasından kaynaklanan bir fark değildir. Çünkü bir malın kullanım değeri nedir diye sorsak yanıt herhalde o mal ve hizmetin sadece bireye sağladığı bireysel/subjektif fayda değildir. Öyle olursa zaten neo-klasik iktisadın inceleme alanına girilir çünkü neo-klasik iktisatta mal ve hizmet tüketimleri bireylere bireysel fayda sağlarlar ve bir mal onu tüketen farklı bireylere farklı fayda sağlar çünkü bireyler ve tercihleri farklıdır.
Marx’a göre
Kullanım değeri (use-value): Malların toplumsal açıdan yararlı olmasını sağlayan nesnel, niteliksel bir özelliktir.
Bir “şeyin” meta olması için kullanım değerine sahip olması yeterli değildir; aynı zamanda değişim değerine (Exchange-value) de sahip olması gerekir. Diğer bir ifadeyle ticarete de konu olması gerekir.
Konuyu biraz daha açarak Marksist açıdan hangi sanat dalının meta olmaya daha elverişli olduğunu, hangi sanat dalında ücretli “sanatsal emek” kullanımının daha kolay olduğunu ve sanat ürünleri ile diğer malların birbiri ile değiştirilme oranını anlamaya çalışalım. Önce Marx’a göre değer ve değerin ölçümü kavramlarına kısaca bakalım.
Marx’a göre
1.Değerin özü/aslı (substance of value) emektir. Bu aslında tam olarak Almanca aslından “labor is the common social substance of value” olarak çevrilmiş bir cümledir. Sonradan buradaki common kelimesine karşılık gelen Almanca kelimenin (gemeinsam) Marx tarafından değiştirildiği ve community anlamına gelen başka bir Almanca (gemeinschaft) sözcük kullandığı ifade edilmiştir (Heinrich, 2017). Bu “sinir bozucu” ayrıntının önemi şudur: Marx’ta malların içindeki soyut emek oranlarının ancak değişim aşamasında gözlenebilir olacağına ilişkin vurgudur. Değişim de bir toplum, bir community gerektirir. Toplumsal olarak gerekli emek miktarı, ortalama soyut emek ancak değişim değeri ile gözlenebilir olur gözlemine ilişkin bir ayrıntıdır.
2.Değerin ölçümü (Magnitude of value) toplumsal olarak gerekli emek miktarıdır (Socially Necessary Labor Time, SNLT). Burada akılda tutulması gereken nokta bu miktar, bir ortalamayı ifade etmektedir. Üretimdeki becerikli emek (skilled labor) basit (unskilled labor) emekle aynı değildir. Birincisinin ikincisine dönüştürülmesi lazımdır. Aynı şekilde emeğin üretkenlikleri arasındaki farkın ortalama üretkenliğe dönüşmesi de vurgulanmaktadır. Marx’taki üretken (productive) ve üretken olmayan emek (unproductive) ayrımından öte, üretken emeklerin kendi arasında da bir üretkenlik farkı vardır. Bu üretkenlik farklarının da bir ortalamaya dönüşmesi gerekmektedir. Bu dönüşüm oranlarının belirlenmesi kendi başına tartışılması gereken bir konudur ama bu yazının amacı bu noktanın tartışılması değildir. Sanat alanı hakkında bilinen bir istatistik vardır: Sanatçıların eğitim seviyesi nüfusun ortalama eğitim seviyesinden daha yüksektir. Bütün bu farklı emek miktarlarını nihai malın içinde ortalama bir değer olarak ölçebilmek pratikte çok kolay olmayacaktır. Bu dönüşümü gözleyebilmek neredeyse olanaksızdır.
3.Değerin formu (Form of appereance of value), değerin görünür biçimi ise parasal fiyattır. İki mal arasındaki değişimi gösteren değişim değeri, parasal fiyat, göreli değerleri göstermektedir. Diğer bir deyişle malların içinde saklanmış olarak bulunan emek değeri değişim anında değişim değeri (parasal fiyat olarak) kendini gösterir. Burada dolaylı olarak talebin etkisi vurgulanmakta, değişik türdeki emeklerin birbirine dönüşüm oranını toplumsal talep ya da tarih, kültür, toplumsal güdüler ortaya çıkarmaktadır. Aslında burada kültür gibi kavramların mallar arasındaki değişim değerini belirlediğine ilişkin bir sinyal de vardır. Kültür ve toplumsal değerler üst yapısal kurumlar pasif olarak değil, çok temel ekonomik değişkenleri etkileyen kurumlar olarak aktif bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Konunun bu boyutu daha ayrıntılı çalışmayı hak etmesine karşılık bu yazının doğrudan konusu değildir.
Marksistlerin bu analizlerinden anladığımız, soyut emek miktarının değişim olmadan gözlenemiyor oluşudur. Diğer bir deyişle herhangi bir malın içindeki toplumsal olarak gerekli emek miktarını o mal dolaşıma (circulation) çıkmadığı sürece gözleyemiyoruz. Bu bakımdan değişim değeri (iki malı birbirine eşitleyen) iki malı farklı somut emek miktarlarından soyutlayan soyut emektir ve bu da ancak değişim (Exchange) durumunda gözlenebilir olmaktadır çünkü parasal fiyat gözlenebilmektedir. Diğer bir deyişle, malların birbiriyle değişimi oranını belirleyen (iki malı birbirine değer olarak eşitleyen) SNLT temel olarak üretim süreciyle belirlense de “toplumsal talep” tarafından da etkilenmekte ve değişim anında gözlenebilir olmaktadır. Bütün ressamların tabloları tektir. Bu tabloların fiyat farkları tablonun tek oluşundan kaynaklanmaz çünkü hepsi tektir. O zaman şu soruyu sormak yerinde olur: Burhan Doğançay’ın tablolarının kendisinin çağdaşı olan başka bir ressamın tablolarından çok daha pahalıya satılmasının nedeni nedir? Mavi Senfoni ile başka ressamların kaç tane tablosu değiştirilebilir? Üstelik burada ilk satışlardan söz etmek gerekir. İkincil satışlar kapitalizmin rant kaynağıdır.
Kullanım değerini emek gücü ürettiğine göre kapitalistler açısından değişim değeri de olması gerekir ki sömürü değişim aşamasında (Exchange) ortaya çıkacaktır. Sömürü oranı artık değerin değişken sermayeye (ücret ödemeleri) oranıdır. Değişim aşamasında artık değer ne kadar yüksek olursa sömürü oranı da yüksek olacaktır. Dolasıyla kapitalizm bütün iktisadi alanın metalaşmasını ister. Buna sanat alanı da dahildir. Meta üretimi sürecinde de ücretli emeğin kullanımı gerekir. Şimdi acaba hangi sanatlar meta olmaya ve ücretli emek kullanmaya daha fazla zemin hazırlar?
Hangi sanatlar meta olmaya daha yakındır?
Marksistlerin kavramsallaştırmasını kullanarak devam edelim. Hem kullanım değeri hem de değişim değeri olan sanatlar ya da sanat eserleri meta olmaya daha yakındır. Sanatlar ya da sanat eserleri metalaşırsa ne olur? Sanatçıların sömürüye maruz kalma olasılığı artar. Her sanatçı sömürüye maruz kalır mı? Örneğin yıldız sanatçılar da sömürüye maruz kalırlar mı? Bu konu bir sonraki yazıda daha ayrıntılı bir şekilde incelenecek. En çok, artık değeri yaratan ve ücretli emek konumunda çalışan sanatçılar sömürüye maruz kalırlar. Yalnız sömürünün ortaya çıkabilmesi için sanatçının emek gücünü bir başkasına satıyor ya da ücretli emek konumunda olması gerekir. Emek gücünü bir başkasına satmak sanatçının her koşulda “işçileşmesine” neden olmayabilir. Bazı durumlarda işçileşmeye uygun yapılar vardır. Tiyatro gibi bireysel değil de topluca organize olarak üretilen sanatlarda uzun dönem sözleşmeli çalışan oyuncular, yönetmenler ve sahne sanatçıları işçileşiyor demektir. Bu sanatçılar iktisadi sınıf olarak işçileşirlerken kültürel olarak kendilerini işçi sınıfına ait hissetmeyebilirler. Bu durumun analizi sadece iktisat bilimi tarafından yapılamaz; sosyoloji biliminin de yardımına ihtiyaç duyulur. Bu sanatçılar sanatsal emek güçlerini yapımcılara ya da tiyatro sahiplerine satıyorlar demektir. Broadway buna en iyi örnek olabilir. Aynı şekilde büyük orkestralar bir özel firma ya da kamu kuruluşları tarafından işletilir ve buradaki sanatçılar da düzenli çalışan işçiler gibidir.
Chicago Senfoni ve Yazarlar Loncası Grevleri
Örneğin, 2019 yılında Chicago Senfoni Orkestrasının sanatçıları Orkestra İdaresi’nin (Chicago Belediyesi Orkestranın idari kadrolarının, mütevelli heyetinin belirlenmesinde önemli bir rol oynar) uygulamaya başladığı yeni sigorta ve dolayısıyla emeklilik planının hak kayıplarına yol açtığını düşünüp greve gittiler. Grev 7 hafta sürdü ve Belediye Başkanı’nın arabuluculuğu ile sonuçlandı (Cooper, 2019). Chicago Senfoni Orkestrasının sanatçıları, hemen hemen dünyadaki bütün orkestraların sanatçıları gibi aylık maaş alan, sigortalı çalışan konumundadırlar. Bu özellikleri ile orkestra sanatçıları iktisaden ücretli emek olarak düşünülebilirler; diğer bir deyişle işçi kategorisindedirler. Çok yakın geçmişten başka bir örnek de Hollywood yapımcılarına karşı yapılan grevdir. 2023 yılında Hollywood’a karşı bir grev başlatıldı. Önce, televizyon dizilerine ve filmlere metin yazan metin yazarları (Writer Guild of America,WGA, American Yazarlar Loncası) televizyon dizileri ve film yapımcıları birliğine karşı greve gittiler. Temel anlaşmazlık meselesi TV dizileri ve film sektöründeki “bakiye” (residuals). Bakiye burada ekonometrideki anlamından oldukça farklıdır. Burada residuals’ın anlamı TV yapımlarının ve filmlerin kablolu TV’de yeniden gösterimlerinden, streaming kanallarına yeniden kiralanmasından, DVD çıkarılmasından ve diğer kiralamalardan gelen gelirlerin toplamıdır. Bu residuals’ın metin yazarları ve diğer sanatçılar arasında nasıl dağıtılması gerektiği konusunda anlaşmazlığa düşülüyor. Ayrıca metin yazarları yapımcıların metin yazma konusunda yapay zekâ, ChatGPT gibi, kullanmamalarını yapay zekanın metin yazarlarının yerini almamasını vurguluyorlar (Kinder, 2024). Eğer yapay zekâ kullanılacaksa da bunu metin yazarlarının kendilerinin yapması gerektiğini söylüyorlar. Bu konular üzerindeki anlaşmazlık metin yazarlarını gün sayısı bakımından (148 gün) bu sektörde tarihin en uzun ikinci grevine götürüyor. Yazarlar loncasının en uzun süren grevi ise 1988 yılında 153 gün süren grev olarak kaydedilmektedir (Wikipedia). Ayrıca metin yazarları yanında ekran oyuncuları sendikası da (Screen Actor Guild, SAG) greve gidiyor. Sonunda grev bitiyor, bir anlaşma sağlanıyor. Bu yazının amacı grevin ayrıntılarını incelemek değil çünkü bu ayrıntılar zaten gazete sayfalarında, çeşitli internet sitelerinde mevcuttur. Metin yazarlarının grevi ile ekran oyuncularının grevi TV dizi ve film üretimini olumsuz etkiliyor. Metin yazarları eğer ücretli çalışan ise işçi kategorisindedirler. Aynı durum ekran oyuncuları için de geçerlidir. İşçi kategorisinde olunca sömürüye maruz kalma olasılığı sanat alanında da artmaktadır.
Sanat Alanında Metalaşma
Bazı sanatlar sanatçının tek başına çalışmasına uygunken ya da olanak sağlarken diğer bazı sanatlar ise bir grubun üyesi ya da parçası olarak icra edilir ya da üretilir. Ressamlar, heykeltraşlar, besteciler, hattatlar, edebiyatçılar, vb. sanatlarını tek başlarına nihai hale getirirler. Bu nihai hale getirme meselesi üzerinde sonra biraz daha duracağız. Tiyatro, sahne sanatlarının hemen hemen hepsi, orkestralar, dans tiyatroları, opera ve bale sanatı, sinema, TV dizileri gibi kültür ve sanat ürünleri ise bir grubun bir kollektif uyumun ya da organizasyonun sonucu olarak ortaya çıkarlar. Şimdi bu iki kategoride yer alan sanatların icracılarının ya da sanatçılarının ürettiği sanat ürünlerinin ya da eserlerinin diyelim, bazıları üzerinde o sanatların iktisadi doğasını anlamamıza yarayacak bazı gözlemler yapalım.
Sanat ürünü sanatçısının kişisel duyuş, düşünüş, birikim, algılayış biçimlerinin “ete kemiğe bürünmüş” halidir ve doğal olarak kişiseldir ve “soyut emek” yerine “sanatsal emek” ürünü sayılabilir ve tektir. Böyle bir yargı bir ressamın tablosu, bir heykeltraşın heykeli, bir şairin şiiri, bir hattatın yazısı için çok geçerli ve anlaşılır olur çünkü bu sanatlar tek başlarına icra edilir ve sanatçının bütün o yukarıda saydığımız özellikleri sanat eserinde kendini herhangi bir şekilde gösterir. Bununla birlikte çok ayrıntılı düşünürsek bütün nihai ürün yani sanat eserinin izleyici/okuyucu karşısındaki son hali sadece sanatçının kişisel ya da sanatsal emeği sonucu ortaya çıkmamıştır. Bir ressam resim yapabilmek için boyaya, tuvale, kâğıda, tahtaya, belki sehpaya, modele, kaleme, burada aklıma gelmeyen ya da benim bilmediğim diğer birçok malzemeye ihtiyaç duyar ve onlar da çok ucuz olmayabilir. İşin açıkçası onlar dolaylı somut emek, hatta canlı modelin olması durumunda doğrudan somut emek, cansız modelin, örneğin bir masa, olması durumunda dolaylı somut emek ürünüdürler. Buna ek olarak sanatçının harcadığı emeğin hepsi sanatsal/düşünsel emek değildir, her eserde yılların birimiyle ustalaşmış sanatçının zanaat olan emek sarfı da vardır. Bu emek miktarı da sanatçının o üretim için harcadığı doğrudan somut emektir. Saydığımız birçok dolaylı somut emek yanında dolaylı sanatsal emek de mevcuttur. Hiçbir sanatçı boşluğa doğmaz, boşlukta yetişmez, boşlukta algılamaz. Kendinden önce gelen kendi sanat alanının sanatçıları vardır, içine doğduğu ülkenin sanatsal ve sanatsal olmayan kültürü vardır, bütün bu önceki sanatçılar ve onların ürünleri mevcut sanatçıda kendine sanatçının kendisinin de farkına varamayacağı bir yöntemle yer bulur. Hatta sadece kendi ülkesinin değil dünyanın ilgili sanatsal kültüründen etkilenir (Burada söz konusu olan intihal değildir; başka bir durumdan bahsettiğimi umarım anlaşılmaktadır). Nihai sanat ürünü bütün bunları barındırır. Öyle olmasaydı, sanatları tanımlarken ülke geleneklerinden hiç bahsedilmezdi. Sadece sanat değil, düşünce akımlarında da bu ülke gelenekleri kendini gösterir. Alman idealizmi, İngiliz deneyciliği, Fransız rasyonalizmi gibi tamlamalar eğer uyduruk tamlamalar değilse, bir sanat eseri de sadece sanatçının kendi sanatsal ve somut emeğinin ürünü olamaz. Dolayısıyla bir sanat eserinin içindeki sanatçını harcadığı soyut emek miktarını düşünsel ya da sanatsal emeği de düşününce nesnel olarak hesaplayabilmek mümkün değildir. Ancak sanat eseri değişim değeri oluşturacak şekilde değişime maruz kalırsa bu değerlerin hepsi görünür olur. Bununla beraber bu parasal değeri toplumsal talep de etkiler. Toplumsal talep de değer yargıları ve kültür tarafından belirlendiğinden malların değişim oranlarında değer yargıları ve kültür etkili olmuş demektir. Bu yargılar uygulamada birçok soruna farklı bakmamıza yardımcı olur. Mesela telif haklarında sanatçılar ve yapımcılar belki de hak etmedikleri çok fazla taleplerde bulunmaktadırlar. Korsan yayınlar konusunda elbette çok hassas olunmalıdır. Bunun yanında bir restoranda başkasının şarkılarını canlı olarak icra eden bir sanatçıdan, geçimini o yoldan sağlamaya çalışan bir sanatçıdan telif yasaları gereği hak talep etmek belki üzerinde tekrar düşünülmesi gereken bir konudur.
İmdi, sanat yukarıda sayılan özellikleri ile toplumsal bir üretimdir. Bu toplumsal üretim sürecinin nihai ürünü olan sanat eserini sanatçı kendisi diğer insanlara pazarda satıyor ise hem kullanım değeri hem de değişim değeri oluşmuş demektir. Bu haliyle meta özelliği ortaya çıkmıştır buna karşın bütün artık değer (surplus value), eğer sanat eserinin fiyatı maliyetlerden yüksek ise, sanatçıya gitmekte sanatçı başkası tarafından sömürülmemektedir. Sanat ürünü meta özelliği göstermekte ama sanatçı başkası tarafından sömürülmemektedir çünkü ücretli emek ya da işçi değildir. Aynı zamanda sanatçı sanatını üretirken kendisi de bir kullanım değeri elde ediyor ise diğer bir deyişle sanat üretim süreci boyunca kendisi de yaptığı işten haz alıyor hatta sanatçı olmak ona toplumda bir itibar kazandırıyor, eş dost bulmasını kolaylaştırıyor, etkili çevre ve bağlantılar oluşturmasına yardımcı oluyorsa, sanatçı da bundan faydalanıyor ise, nihai üretim tipik bir meta olma özelliğini kaybediyor demektir. Tipik bir meta olma özelliğini kaybediyor ise bu sanat alanı metalaşmıyor demektir. Burada daha ayrıntılı bakıldığında bir durum daha ortaya çıkmaktadır. Sanatçı sanat eserini ortaya çıkarma aşamasında bu süreçten toplumsal haz alıyor diğer bir deyişle kendisi için de bir kullanım değeri oluşuyorsa ve fakat bu kullanım değeri için bir fiyat ödenmiyorsa meta olma özelliği kayboluyor dedik. Bununla birlikte sanatçı aslında o eseri ortaya çıkarırken başka bir işte çalışamadığı için bir gelir elde edemiyor o saatlerde elde edebileceği gelirden vazgeçiyor demektir. Bu durumda da dolaylı olarak bir fiyat ödemektedir. Bu süreç Marksistler açısından tipik bir değişim süresi olarak tanımlanmadığı için sanat eserinin meta olma özelliği azalıyor demektir. Bu sorunun üzerinden ancak şu şekilde gelinebilir. Eğer sanatçı sanat eserini üretirken kendisi için bir kullanım değeri üretmemektedir varsayımı yapılırsa, bu durumda üretilen sanat eseri meta olmaktadır. Bununla birlikte böyle bir varsayım yapılabilir mi? Sanatçılık diğer bütün mesleklerden farklıdır. Kimse zorla sanatçı olamaz ya da zorla sanatçı yapılamaz ama başka meslekler için istemeden de o işi yapanlar o mesleği icra edenler olabilir. Bu bakımdan sanatçının sanatsal emek gücünü başka birilerine satarak sanat üretmesi dışında diğer bir deyişle kendi sanat eserini pazarda kendisi satması durumunda sanatçının sömürülmesi mümkün olmayacaktır. Burada sanatçının eserini kendi geçimlik gelir düzeyini karşılayacak bir fiyatla satması durumunu varsayıyoruz. Değişim değeri ortaya çıkmadığı sürece kullanım değeri yaratılmış olsa da meta özelliği ortadan kalkar. Değişim değeri olmadığı için sanat eseri meta olamamış, sanatçı da geçimini başka işlerden karşılamak durumunda kalmaktadır. Her kullanım değeri kendine denk bir değişim değeri yaratmayabilir.
Başka bir örnek oyunculuktur. Eğer oyuncu bir tiyatro grubuna sözleşmeli olarak sanatsal emek gücünü satmadıysa, ücretli emek konumunda değilse, bireysel gösteriler yapıyorsa stand up ya da meddahlık gibi, en az dolaylı somut emek kullanarak sanatını icra ediyor demektir. Çünkü oyuncu diğer bütün sanatlardan farklı olarak kendi bedenini kullanır ve nihai sanat ürünü kendi bedeni ile icra edilir; bir anlamda kendi bedenidir. Oyuncu depolanamayan, saklanamayan bir sanat üretir. Üretim ve tüketim aynı anda gerçekleşir. Şimdi seyirci açısından hizmeti alayım da sonra kullanırım denemez. Bu nasıl bir ayrım yapar? Oyuncu kendi bedenini kullandığı için en az dolaylı emek kullanıyor, dolayısıyla topluma sadece her sanatçının topluma olan sanatsal ve kültürel borcu kadar borçlu oluyor demektir. Dolayısıyla gösterilerine bir fiyat biçebilir, bu fiyatı vermeye razı olan bireyler olduğu sürece oyuncu meta üretiyor demektir, bununla birlikte eğer ücretli emek değilse, sanat emek gücünü başka birine satmadan bu hizmeti üretiyorsa, sanatçı sömürülmüyor bütün artık değeri kendisi topluyor demektir. Artık değer hesabı sanatçının kendini yeniden üretebilmesi için gerekli olan harcama miktarının üstünde elde ettiği gelirler kendi yarattığı artık değer olacaktır ve bu artık değeri kendisi alacaktır. Eğer oyuncu sanatını icra ederken kendisi de bir kullanım değeri elde ediyor buna karşılık bunun için bir fiyat ödemiyorsa sanatının meta olma özelliği yukarıda vurgulandığı gibi kayboluyor demektir.
Bu bölüme sonuç
Bu yazı dizisinde Marksist ve neo-klasik iktisadın kavramlarını kullanarak sanat alanına ilişkin bazı gözlemler yapacağız. Bir sonraki yazıda sanatçıların sanatsal emek gücünü yapımcılara satabildiği Broadway tiyatroları, ticari tiyatrolar ve sinema alanından daha ayrıntılı analizlere yer verilecektir. Bütün bunların sonunda aslında iki farklı okulunun dünyayı nasıl farklı anlattıklarına ilişkin görüşlerini sanat alanından örneklerle desteklemiş olacağız. Ayrıca sanat ve kültür alanında politika yapıcılara da belki işe yarar bazı bilgiler verilmiş olacaktır.
Kaynakça
Cooper, M. (2019) Chicago Symphony Ends Its Longest Strike With Pension Plan, The New York Times.
Heinrich, M. (2017) Kapital’e Giriş ( An introduction to Three Volumes of Karl Marx’s Capital) Yordam Yayınları.
Kinder, M. (2024) Hollywood writers went on strike to protect their livelihoods from generative AI. Their remarkable victory matters for all workers, Brookings Institute Research Report, https://www.brookings.edu/articles/hollywood-writers-went-on-strike-to-protect-their-livelihoods-from-generative-ai-their-remarkable-victory-matters-for-all-workers/
2 Eylül 2025
