Mônica Coteriano ile Söyleşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bu söyleşi, Garajistanbul tarafından 18-27 Kasım 2009 tarihlerinde  düzenlenen Namus Oyunları Haftası kapsamında yapılmıştır.

Şu an Portekiz’de yaşayan Mônica Coteriano, Garaj İstanbul’un bu sene ikincisini düzenlediği Namus Oyunları Festivali’nde üç gösterisini sergiledi: Everything You Can Do With One Finger, The Story of my Life ve Window.

Öncelikle sizi tanımakla başlayalım isterseniz. Öğrendiğim kadarıyla Mozambik’te doğmuşsunuz, Çin’in güneyinde büyümüşsünüz ve üniversite hayatınız Lizbon ve Londra’da geçmiş. Bir dünya vatandaşı gibisiniz. Birbirinden farklı kültürlerle iletişim içinde büyümüşsünüz. Bu durum sizin kişiliğinizi, bir sanatçı olarak vizyonunuzu nasıl etkiledi?

Evet, sanırım ben bir dünya vatandaşıyım. Meraklı bir kişilik geliştirdim, insanların veya şehirlerin sunduğu her şeyi benimsemeye ve bunları bir şekilde kendime ait bir hikayeye dönüştürmeye hevesliyimdir. Kişisel hikayeleri öğrenme, dünyayı gezme ve farklı kültürler hakkında bilgi edinme aşkı. Sanırım kişiliğimin bu yönü dünyanın dört bir yanını gezmemle oluştu.

Peki, dans etmeye nasıl başladınız? Siz sadece bir dansçı değilsiniz, aynı zamanda koreograflık, oyunculuk, şarkı sözü yazarlığı, şarkıcılık, ışık tasarımcılığı gibi başka becerileriniz de var. Sanatçı kişiliğinizin bu farklı yönlerini nasıl keşfettiniz?

Ben doğar doğmaz dans etmeye başladım! Ancak ailem bunun hep bir hobi olarak kalacağını düşündü. Sonra dans etme tutkum benden (ve ailemden) daha güçlü çıktı ve Escola Superior de Dança’ya (Lizbon) başvurdum ve kabul edildim (nasıl oldu hala bilemiyorum). Bu benim için çok ilginçti çünkü dünyanın farklı yerlerinden bir sürü eğitmenle tanıştım ve bir sanat yapıtını çok farklı açılardan ele alan bakış açılarıyla. Daha o yaşımdayken (21) bir bale dansçısı olamayacağımı biliyordum! Çağdaş dansa yaklaşımda farklı yöntemlerin olduğunu öğrendim ve gördüm, ve böylece kendi dans tarzımı arama riskini aldım (ve halen risk altındayım).

Işık tasarımcılığına gelince… Ben fotoğraflardaki, filmlerdeki ve tabii ki sahne performanslarındaki ışıklandırmaya hep hayran olmuşumdur. Tesadüfen ışık tasarımcısı oldum aslında. Bir arkadaşımın ışık tasarımcısına ihtiyacı vardı ve bana yapıp yapamayacağımız sordu. Ben de evet dedim ancak daha önce hiç yapmamıştım. Onun performansını berbat edebileceğimi düşünerek çok korktum ama çok iyi geçti ve sonra başka sanatçılar da beni davet etmeye başladılar. Böylece ışık tasarımcılığı becerilerim konusunda kendime güvenim arttı!?

Şarkı söylemeyi hep sevdim. Çin’de, Macau’da büyüdüm ve karaoke hafta sonlarımızın vazgeçilmez eğlencelerinden biriydi! Sanırım her yeni yetme gibi ben de grup kurup birkaç şarkı söyledim ve hepsi buydu işte! Ama yıllar sonra, bir çalışmamda canlı müzik kullanmanın iyi olacağını düşündüm (fakat profesyonel müzisyenlere verecek paramız yoktu) ve tekrar şarkı söylemeye başladım. Gayet iyi gitti. Ben sadece şarkı söyleme ruhumun gelişmesine izin verdim.

Yazmak, benim düşkün olduğum şeylerden bir başkasıydı ancak bu yeteneğimi açığa çıkarmak konusunda biraz utangaçtım. Kendi çalışmalarımla ilgili bir şeyler yazmak zorunda kaldığımda hep farklı bir isimle imza attım! Sonra bir arkadaşım benden şarkı sözü yazmamı istedi. Ben her zaman evet derim ama tabi hep bir korku içinde! Şimdi artık korkmuyorum çünkü sanırım yazdığım şeyleri hep beğendim ancak birilerinin bana bunun gösterilmeye değer bir şey olduğunu söylemesine ihtiyacım vardı.

Bir kadın olarak sanat alanındaki deneyimlerinizi merak ediyorum. Gösteri sanatlarında bir kadın sanatçı olmakla ilgili neler söylersiniz?

Bence kadın olmak çok eğlenceli bir şey çünkü kadınların keşfedecekleri çok şey var. Ve aynı zamanda çok ilham verici. Çünkü, örneğin benim hayatımda profesyonel/yaratıcı tarafımla birlikte doğal olarak gelişen farklı aşamalar oldu: öğrenciliğim, sonra profesyonel hayatımın başlaması ve anne olmam. Sanatla uğraşan kadınlar olarak, bu tabi ki kişisel görüşüm, bunlar bizim için çok kışkırtıcı ve harekete geçirici şeyler. Kadınlar olarak bizim, günümüzün toplumunda ve genel olarak hayatta keşfettiğimiz, geliştirdiğimiz bir sürü şey var ve çevremizdekiler sunduğumuz şeyler var; bir sürü uğraşımız ve çeşit çeşit duygularımız var. Bu yüzden kadın olduğum için Tanrı’ya teşekkür ediyorum.

Peki, az önce bahsettiğiniz, kadınlığınızın bu farklı aşamaları sanatsal yaratıcılığınızı nasıl etkiledi?

Sanırım sanatsal yaşamımın ilk yıllarında, başkalarının yaptığım işler, sahnede gösterdiklerim hakkında ne düşünecekleriyle çok fazla ilgileniyordum! Örneğin sahnede olmak bana bu nedenle korku veriyordu! Yıllar içinde daha olgunlaştım tabi ve kendimi rahat hissettiğim şeyleri yapmaya, insanların benden duymak istediklerini değil, hoşa gitmese bile gerçekten kendi söylemek istediğim şeyleri söylemeye karar verdim. Mesela öğrenciyken dans etmeye başlamıştım, çağdaş dans yapıyordum ve dans eğitimi aldığım için dans etmek zorunda olduğumu düşünürdüm. Dans okudum öyleyse dans etmeliyim. Ama sonra dansın hareketi bana artık anlamlı gelmemeye ve yetmemeye başladı. Sonra şöyle düşündüm: Ben yazmak istiyorum, çeşitli şeyler hakkında konuşmak istiyorum, şiir okumak istiyorum, performans yapmak istiyorum ve şarkı söylemek istiyorum. Yani bir sürü şey yapmak istiyorum ve öyleyse bunları yapmalıyım. Bunları dans eğitimi aldığım için değil, bu sanatsal alana devam etmek istediğim için yapmalıyım.

Ve yıllar içinde tabi ki yaşlandım, daha olgun, kendine daha güvenli bir insan oldum. İlk kez kendi istediğim tarzda bir performans sergilediğimde, bu benim için çok korkutucuydu çünkü ilk defa başkalarını düşünmedim. Yani, insanların ne düşüneceğiyle ya da benden ne bekledikleriyle ilgilenmiyordum veya gösterinin iyi olup olmayacağını düşünmüyordum. Kendimi düşünüyordum, gösteriyle ilgili ne hissettiğimle ilgileniyordum ve tabi bunun tadını çıkarıyordum!

Everything You Can Do with One Finger, hazırladığım ilk işti ve ilk kez istediğim şeyi yaptım. Çok güzel geçti. İnsanlar eğlendiler, ben eğlendim ve sonunda şöyle dedim: Evet bu yoldan gitmeliyim, kendime ve işime karşı dürüst olmalıyım ve sanırım o zaman izleyici bunu çalışmam içinde hissedecek.

Siz kendi çalışmalarını üreten bir sanatçısınız. Bu çok sık rastlanan bir durum değil, kadınlar genelde sadece icracı olarak devam ederler. Siz kendiniz yazıyor, kendiniz oynuyorsunuz.

Aslında başka birisi tarafından sahnelenmek üzere gösteri hazırlamayı denedim ama kendimi bir performer’a açıklamam çok zor. Çünkü ben çok doğaçlıyorum; bir performansı seyirciye göre devam ettiriyorum. Ben fazla fazla yazarım, sonra bunlar arasından gerçekten söylemek istediğim şeyleri seçerim ve sahneye çıktığımda bazen yazmadığım şeyleri söylediğim de olur, doğaçlarım. Başka birinden bunu yapmasını istemek çok zor. Çünkü ona bunu söylediğinizde… Yani, bak bu senin kalbinle bilmen gereken bir metin ve istersen doğaçlayabilirsin! Bunu ben yaparım çünkü aslında risk almak benim sorumluluğum, yani doğaçlama yapmayı seven benim. Açıkçası hiçbir gösteriyi hiçbir zaman ikinci kez aynı şekilde yapmadım. Everything You Can Do With One Finger her seferinde farklı oluyor çünkü seyirciye göre ve bulunduğum ülkeye göre (yerel esprileri kullanırım) değişiyor, bazen sokakta duyduğum veya gördüğüm şeyleri de ekliyorum. Bu yüzden, bu işin benim sorumluluğum olduğunu ve başka birine havale etmemem gerektiğini hissettim.

Garaj İstanbul’un Namus Oyunlar Festivali’nde üç performansınızı izledik: Everything You Can Do With One Finger, The Story of my Life ve Window. İlk iki performansınızda, sahnede “erotik” diyebileceğimiz bir tarzda sadece oturdunuz ve bize bir hikaye anlattınız. Bu bence çok riskli bir üslup, fantezi nesnesi veya seks objesi de olabilirsiniz ancak sizin sahnelemeniz buna izin vermiyor ve hatta meydan okuyor.

Açıkçası bu konuyu hiç düşünmemiştim. Ben sahnede bedenimi gösterirken cinselliği hiç düşünmem. Ancak gösterilerden sonra insanlar orada çok güçlü bir figür gördüklerini söylerler ama bu benim yola çıkarken düşündüğüm bir şey değildir. Everything You Can Do With One Finger’da sahneye bir bikini giyerek çıkmayı düşündüm çünkü bunun güçlü bir etkisi vardı. Ve hikayeyi sırtımı dönerek anlattım. Sırtımla neler anlatabilirim diye düşündüm. İnsanlara hiç yüzümü dönmezsem, mimiklerim veya jestlerim bir sürü şey aktarırken bana bakacakları yerde beni dinlerler diye düşündüm. Karşılarında statik bir figür var, bu bir sırt ve ben onlara yakın duruyorum, yani herhangi bir şekilde soyutlanmaları da gerekmiyor. Bu, yola çıkarken ilk düşündüğüm şeydi ancak başka bir anlam ifade eder hale de gelebilir tabi. Yani, sahne üzerinde tamamen giyinik değilim ve bunun neden olduğu çeşitli imalar olabilir ama sanırım bunu cinsel bir yoldan daha ziyade duygusal bir yolla keşfetmeye çalıştım. Daha iyi nasıl açıklarım bilmiyorum ama bir kadına bakmanın sadece çok ilginç olacağını düşündüm.

Ve her iki gösteride de hiç hareket etmediniz. Böyle bir tarzını var.

Bunu anlatması zor. Evet, bu iki gösteride hiç hareket etmiyorum. Hareket etmemeyi tercih ettim çünkü çok fazla hareket ediyordum! Sonra dedim ki, tamam, hareket etmemeliyim, tıpkı kartpostal veya resim gibi bir görüntü vererek orada olmalıyım. Yani ben bir tabloyum. İnsanları beni dinlemeye, şiirimi dinlemeye, şiirimin içine dahil olmaya zorladım. Ve şöyle düşündüm, eğer çok fazla hareket edersem, hareket ettiğim, konuştuğum, şarkı söylediğim için ve müzik de olduğu için seyirciye gereğinden fazla bilgi geçirecek olabilirim. O halde her şeyi en aza indirerek ortada sadece gerçek anlamın kalmasını sağlamalıyım. Yani ben orada olmalıyım ama bir tablo gibi. Konuşabilirim ve iletişime geçebilirim ama hiç hareket etmeden. Bunu yapabilirim diye düşündüm ve yaptım. Gayet güzel oldu. Yani bence öyle, bilmiyorum. Sahneden aktarılan bilginin en aza indirilmesi gerektiğini düşündüm çünkü etrafımız bir sürü bilgiyle kuşatılmış durumda. Bu kadar fazla şeyin içinde kalmak daha kötü çünkü bunu sonu hiçbir şeye konsantre olamamaktır. Hiç hareket etmeyen bir tarz kullanırsanız, seyirci orada oturur, rahatlar ve sizin sunduğunuz şeyin tadını çıkarır.

Window’ta kullandığınız sahne dili ve üslubu ise farklı. Biz sahnede pembeler içinde tatlı-sert bir kadın görüyoruz. Bu karakterle bana kalırsa hem agresif kadın hem de sevimli kadın sterotiplerini kırıyorsunuz. Bu karakter nasıl çıktı? Biraz bahseder misiniz?

Sanırım ben uç noktada olan şeyleri seviyorum. Sahnede pembelere bürünmüş sevimli bir kadın gibi görünüyorum ancak ağzımı açtığım andan itibaren artık insanların benden beklediği şey olmuyorum. Dediğiniz gibi artık agresif bir kadınım. Açıkçası bu gösterinin temel yapısını ekrana yansıyan görüntü ve şarkılar oluşturuyordu. Geri kalan her şey gerçekten de seyirciyle iletişim sürecinde oluştu hep. Yani, önce espri yapmayı denerim ve seyircinin bundan hoşlanıp hoşlanmadığını kestirmeye çalışırım. Sonra seyirciler arasından bir “kurban” seçer ve bu kişiye göre (utangaç veya konuşkan olmasına bağlı olarak) doğaçlama yaparım. Buradaki gösteride Özgür’ü seçtim. Mükemmeldi! Çünkü onun etrafında espriler yaparak oynamama izin verdi ve çok itaatkârdı, ve tabi ki onunla karşılıklı oynamak ve doğaçlama yapmak çok eğlenceliydi. Dürüst olmalıyım ve bu karakteri sevdiğimi itiraf etmeliyim. Onunlayken gerçekten eğleniyorum çünkü O istediği her şeyi söyleyebiliyor (politik olarak yanlış olsa bile) ve yapabiliyor. Sahnedeyken istediğimiz her şeyi yapabiliriz.

Garaj İstanbul’un Namus Oyunları Festivali’nde sahne almak üzere İstanbul’a geldiniz. Garaj İstanbul iki yıldır 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Dayanışma Günü’nde böyle bir etkinlik düzenliyor. Siz de bilirsiniz namus meselesi genelde kadınların aleyhine işler. Birçok ülkede kadınlar namusla ilişkili şiddet nedeniyle mağdur ediliyorlar. Bir kadın olarak namus meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunu nasıl deneyimliyorsunuz? Çalışmalarınız genel anlamda bu sorunu da yorumluyor mu?

Sanırım ben bu konuyu kadın hakları bağlamında ele alıyorum. Herkesin hakları vardır. Kadınların haklarının erkeklere bağlı olduğunu düşünmek aptalca bir şey. Benim görüşüm bu. Herkes eşit haklara sahiptir; kim olduğunuz, nerden geldiğiniz, kadın veya erkek olmanız ya da bir çocuk olmanız önemli değildir. Bu böyledir. Ben hayatımda kesinlikle başka türlü düşünmedim. Kadınlar daha iyidir demem; erkeklerden çok farklı olduğumuz bir gerçek. İnsanlığın evriminin ulaştığı en üst nokta görülmeliyiz çünkü her şeyden öte biz yaşam veriyoruz. Bizim daha az hakka sahip olduğumuzu düşünmek bence saçma sapan bir şey.

Benim çalışmalarımdaki yerine gelince… Bunu pek düşünmedim ama sanırım var ve orada duruyor. Bilmem anlatabildim mi? Yazarken, yaratırken özel olarak bunu düşünmeye çalışmam ama benimle olduğunu bilirim. Belki benim kişiliğimde, dünyaya bakış açımda, dünyayı algılayış biçimimde zaten olduğu içindir. Bu benim yaratıcılığımla bağlantılı. Kendimi sahne üzerinde bir nesne, bir beden olarak kullanma biçimim yani orada varolurken söylediğim şeyler, hiç hareket etmesem bile, benim buna nasıl baktığımın bir ifadesi oluyor gibi geliyor.

İstanbul’daki deneyimlerinizi hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz? Ya da eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Buradaki deneyimim… İstanbul’a tekrar gelmem lazım çünkü bu çok ilham verici bir şehir; buradaki her şey çok ilham verici. İstanbul’u her şeyi fotoğraflama hissi veren bir şehir olarak tasvir edebilirim. Gelecek yıl için planladığım projede İstanbul da var. Prömiyerini Lizbon’da yapacağız. Bir video sanatçısıyla birlikte çalışıyorum, o da bir kadın, Raquel Castro. Ana fikrimiz var ancak nasıl gelişeceği henüz net değil. Absürt bir çalışma olacak, absürt dünyada kadınları işleyecek. Şu an kaldığımız Büyük Londra Oteli’nde film çekimi yapıyoruz. İstanbul’a geldiğimizde bu otel bize çok ilham verdi ve film çekimini burada yapmayı düşündük. Otel yönetimi de bunu kabul etti. Aslında buradayken çekimleri bitirmek istemiştik ancak yeterli zamanımız yok. Bu iş için tekrar gelmemiz gerekiyor. Şimdilik bunun canlı anlatıcı kullanan bir film olmasını planlıyoruz. Hikayeyi anlatan ben olacağım. Bazen görüntü içinde kalacağım ve altyazı kullanacağım; bazen de sizi absürt görüntünün içine çekeceğim. Gördüğünüz şey, size tasvir ettiğim şey olmayacak ama dediğim gibi halen üzerinde çalışıyoruz, bu nedenle nasıl sonuçlanacağını bilmiyorum. Raquel Castro ile çalışmak bana çok heyecan veriyor. Onun bir görüntüdeki güzelliği açığa çıkaran çok güçlü bir duyarlılığı var! Aslında şu anda Cape Fear’daki bir grup kadınla ilgili bir belgesel hazırlıyor. Bunlar çok yaşlı kadınlar, bir müzik grubu. Eminim bu çok ilginç bir belgesel olacak.

Umarız gelecek yıl yeni çalışmalarınızla Namus Oyunları’na tekrar konuk olursunuz. Çok teşekkürler.

Beni Namus Oyunları Festivaline davet ettiğiniz için teşekkür ederim.

Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki bağlantıları ziyaret edin:

www.monicacoteriano.com/Monica_Coteriano/Biography.html
www.myspace.com/monicawindow
www.myspace.com/monicacoteriano

Paylaş.

Yanıtla