Tiyatro Bir İhtiyaç Olmalı, Tercih Değil…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis-Söyleşi / Tiyatro sıfırnoktaiki oyun yazarı ve yönetmenlerinden Sami Berat Marçalı ile yaptığımız söyleşiyi yayınlıyoruz.  

Seni biraz tanıyabilir miyiz?

Sıfırnoktaiki’nin yönetimindeyim, ikincikat’ın kurucularındanım. Yönetmenlik ve oyun yazarlığı yapıyorum. Bunun dışında mekânın genel koordinasyonundan sorumluyum. Yönettiğim iki oyun sezon içinde oynuyor; “Korku Tüneli” ve “Bazı Sesler”. Mart ayı itibariyle de benim yazdığım bir oyunu sahneleyeceğiz; “Sıkışmışlığın Tarihçesi”.

 Sıfırnoktaiki’den biraz bahsedebilir miyiz? Nasıl kuruldu? Çalışmalarına ne kadar sürerdi devam ediyor?

YTÜ Oyuncuları’ndan dört mühendis adayı tarafından 2007’de kuruldu. İlk olarak Sam Shepard’ın “Vahşi Batı”sı sahnelendi. Sonra kendi oluşturduğumuz bir metinle(Hayali) Liverpool’da düzenlenen Contacting The World isimli bir festivale katıldık. Sonrasında, 2009’da ekibe dahil oldum. Eyüp Emre Uçaray’la beraber çalışmalarımızı sürdürdük. Geçtiğimiz sezon Mark Ravenhill’den “Açık Saçık Birkaç Polaroid”i, Philip Ridley’den “Korku Tüneli”ni ve Ebru Nihan Celkan’dan “17.31”i sahneledik.

Kendi metinlerimizi, repertuarımızı oluşturmak, seyirciyle yakın temasta bulunabilmek, seyircinin nabzını yoklayıp onların istediğine yönelik sürekli yeni bir tiyatro sunabilmek çok önemli. Seyirciler kendine daha yakın şeyler arıyor; o sebeple de daha sıcak, samimi, alternatif ekipleri tercih ediyorlar. Tiyatro, sanat bir ihtiyaç haline dönüşmek zorunda. Tercih meselesi olmamalı, o yüzden de biz bunu sürekli döndürmeye çalışıyoruz. Çıkardığımız her oyun maksimum 4-5 ay oynayıp kaldırıyoruz.

Bütün bu anlattıklarından hareketle, iki yıllık deneyiminiz çerçevesinde seyircinin oyunlarınıza yönelik geri dönüşü nasıl oluyor?

Genelde duyduğum şey “fabrika gibisiniz, sürekli oyun üretiyorsunuz”. “Ben o oyunu izlemedim, bir daha oynayacak mı, neden oynamıyor?” Seyircinin geri dönüşü şu anlamda iyi; izledikleri oyunlardan yüzleri gülerek ayrılıyorlar, kendilerini değerli hissediyorlar. Bence bu çok önemli, seyircinin kendini değerli hissetmesi tekrar gelmesini sağlıyor. Genç olmamızdan ötürü bizi daha fazla önemsiyorlar. “Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?” İnandığımız şeye o kadar fazla inanıyoruz ki, seyirci de bizimle beraber buna inanmaya başlıyor. Özellikle bu kapıdan ilk adımını attıktan sonra diğer projeleri takip etmek istiyorlar. Sadece seyircinin değil; jürilerin, tiyatro eleştirmenlerinin, tiyatro büyüklerinin de ilgisini çektik gibime geliyor. Nerdeyse bütün ödül törenlerinde bir-iki adaylığımız oldu. Bizi desteklediklerini söylüyorlar, hakkımızda güzel şeyler yazıyorlar. Herkesin tepkisi şu ana kadar hep olumlu, o yüzden de bizim bunu sürekli geliştirme çabamız var.

Peki repertuarınızı nasıl oluşturuyorsunuz? Galiba bir kendi ürettiğiniz metinler oluyor ya da genç yazarların oyunlarını oynuyorsunuz.

Emre ile 2009’da ne yapalım diye masaya oturduğumuzda tiyatroların o dönem ne yaptığına bir baktık. İşte hepsini teker teker inceledik; DT, ŞT, Krek, DOT, Oyunbaz… Herkes nereye yönelmiş, yeni tiyatro akımı nereye doğru gidiyor… Yurtdışını inceledik, İngiltere ne yapıyor, Bulgar tiyatrosu, Amerikan tiyatrosu ne yapıyor diye baktık. Bir de Türk yazımını inceledik. Karşımıza şöyle bir tablo çıktı; günümüzün nabzını yakalayabilen metinler genelde İngiliz metinleri çünkü tiyatrolarında yazarlığa çok önem veriyorlar, destekliyorlar. Bu sebeple de güzel metinler ortaya çıkıyor. Kişi tiyatrosu ya da yönetmen tiyatrosu değil de daha çok yazar tiyatrosu hakim. Bu sebeple yazar tiyatrosu birkaç adım daha önde bütün ülkelerden, Türkiye dâhil. Türkiye’de de şöyle bir durum var; yazılan oyunların çoğu kendi kendini sansürlüyor, hiç cesur değil ve yazarlar genelde daha çok büyük sözler edip edebiyat yapmaya çalışıyor. Böyle baktığımız zaman, biz o edebiyat yapan ağabeylerimizin sözlerini mi dinleyeceğiz yoksa biraz daha günümüzün nabzını yakalayabilen cesur İngiliz yazarlarla mı bakacağız dedik. Bu bir nevi iki farklı yöne de çekilebilecek bir durum; bir yandan kendi derdimizi söylemek istiyoruz, bir yandan da bu nabzı kaybetmemek istiyoruz. O halde, şöyle bir şey dedik, “bir şekilde seyirciyi yakalamamız lazım, o zaman güzel bir metinle, aynı zamanda Türkiye’yi de yakalayabilecek bir metinle başlayalım”. Aynı zamanda Türk yazar araştırması, kendi isteklerimiz doğrultusunda yazmış olan yazarlar bulmak için çalışmalara başladık. Daha çok kendi metinlerimizi oluşturmak istiyoruz, yabancı yazından bir yerden sonra kopmak istiyoruz. Belki sezonda sadece bir tane yabancı yazın yapabiliriz ileride. Çünkü dışarıyı takip etmek, içeriyi oynamak kadar önemli. Kendi repertuarımız oluşturma yolunda hedefimiz var. Sezon içerisinde fazlaca oyun sergilemek istiyoruz.

Kendi metinlerini üretme kaygısı bence de çok önemli. Peki, yeni metinler üretirken nasıl bir yöntem izliyorsunuz?

Yazarı ön plana koymak, belki bir yerinden çengel takmak, yakalamak onu ve ortak bir paydada buluşmak, sonrasında bunu geliştirmek üzerine proje. Seçtiğimiz metinde problemli gördüğümüz yerlerini belirleyip bir yönetmen ve proje yönetmeni atıyoruz. Yönetmen, proje yönetmeni, yazar, Emre ve ben haftalık toplantılar yapıyoruz metin geliştirme sürecinde. Bu haftalık toplantılar, metnin ihtiyacı üzerine yapılıyor. Daha çok bu beş kişi tartışıyor, yazar yazıyor. Tamamen projenin gelişim sürecinde verilecek kararlarla şekillenecek, tahminimiz iki aylık bir süreç. Bu iki aylık sürecin sonunda da metni son haline getirip yönetmene emanet ediyoruz. 

Peki sen ve Emre dışında ilişkilenen yönetmen veya oyuncular tiyatronun sabit kadrosu içerisinde mi yer alıyorlar, proje bazlı mı ilişkileniyorlar? Sıfırnoktaiki’nin çalışma biçimi nasıl bu anlamda?

sıfırnoktaiki proje bazlı çalışıyor. Bir çatı oluşturmaya çalışmıyor. Emre ve ben, daha çok buranın yönlendirmesini üstlenen kişileriz. Yönetmenleri de yazarları da biz belirliyoruz. Geçen sene ilk oyunu Emre yönetti, ikinci oyunu ben yönettim, üçüncü oyunu İpek Banu Kılar yönetti. Sadece Emre ve benim görüşlerimizin olduğu ve başkalarına kapı açmayan bir tiyatro olma yönünde ilerlemek istemiyoruz. Değişik bakış açılarının dahil olmasını istiyoruz. Bu sene de ilk oyunu ben yönettim. İkinci oyunu Emre yönetmekte, üçüncü oyunu da Murat Mahmutyazıcıoğlu yönetecek. Oyuncular da yönetmenin seçimiyle alakalı. Bence dışarıdan insanların ekibe dahil olması çok önemli, çünkü her gelen insan farklı bir fikirle geliyor ve buraya bir fikir daha katıyor. Ama aynı zamanda burada bir iş yapmış olup ikinci bir işi yapan insanlar da çok önemli. O da gelişim açısından nasıl ilerlediğini göstermesi, izlemesi açısından çok önemli. Bu açıdan sabit bir kadro yok, ama sadece proje bazlı çalışıyoruz bir daha o insanlarla görüşmüyoruz diye bir şey de yok.

Aslında bir ağ oluşuyor diyebiliriz.

Evet.

Sanırım bu sene Ağustos’ta Rengahenk Sanatevi’ni siz devraldınız ve işletmeye başladı. Bundan bahsedebilir miyiz?

Geçen sene “Korku Tüneli” için bir mekan baktığımız zaman distopik bir mekan arıyorduk. Rengahenk Sanatevi’ni bulduk. Burası çöp içindeydi, ıssız sanki İstiklal’de değil de başka bir 3. dünya bölgesinde gibiydi. İçeri girdiğimizde tuğlalar, yerleri daha dokulu olan tavrı bize çok hoş geldi. Yönetmen olarak ben çok sevdim. Emre ile burayı kiralamaya karar verdik, geçen sene haftanın iki günü burada oynadık. Bu sene devam edecektik. Ama mekan sahipleri yurtdışına çıkacakları için burayı kapatma kararı almışlardı. Bu noktada bize teklif ettiler.

Bu mekanı çok seviyoruz bizim aidiyetimiz aynı zamanda. Bir yandan da bir mekan kapanmamalı, bir sanat mekanının, artması gerekirken kapanması bir dezavantaj olurdu. Zaten sürekli bir yerler kapanıyor. Böyle butik tiyatroların oynayabileceği sahne çok az. Bu noktada elimizi taşın altına soktuk, aldık burayı. Güzelleştirmeye, başka ekiplerin oynayabileceği duruma getirmeye çalışıyoruz. Seyircinin de buradan yararlanabileceği, sanat anlamında tatmin olabileceği bir yer yaratmak istiyoruz. Oyunlarımızı burada oynuyoruz, başka ekiplere de açıyoruz. Esmeray, Serbest Bölge, Oyunbaz, Merve Engin, Deniz Karaoğlu oynuyor. Bu açıdan önemli bir mekan olma yolunda ilerliyor. Umarım beklediğimiz şekilde gelişir. Buna yönelik bir de kampanya oluşturduk. 6 Kasım’da bir etkinlik olacak, Kapıyı Kapatmıyoruz başlığıyla. Kapıyı Kapatmıyoruz, “Destek olun bir anahtar da sizin olsun!” diye bir kampanyamız var. 50 lira ödeyerek sahip oldukları davetiye ile, bu sanat mekanının biraz daha açık kalmasını sağlayacak, biraz daha ilerisini görebilmesini sağlayacak. Biz elimizi taşın altına soktuk, biraz da seyirci bize destek olsun, kapısını biraz daha aralasın. Onların gelebilmesi için, daha iyi bir yer haline gelebilmesi için, başka ekiplerin daha rahat buradan yararlanabilmesi için bir mekan oluşturma üzerine bir kampanya bu. Umarız amacına ulaşır.

6 Kasım’da seyirci için nasıl bir gece planlıyorsunuz?

Ne yapmak istediğimizi anlatacağız. Geçen sene buna benzer bir şeyi Kumbaracı50 yaptı ve çok güzeldi. Bu sene Mekan Artı öyle bir şey yapıyor. Sanat desteklene desteklene gelişir ve bizde sanatı destekleyen kurumlar yok. Sanat yapmak çok zor, şikayetçi değilim, zorluğu beni daha çok hırslandırarak daha ileriye gitmemi sağlıyor. Bir şekilde çıkmazlar var. Bu tip çıkmazlarda seyirci ile ortak çalışmamız gerekiyor. Devlet bizi desteklemediğine göre bir şekilde karşılıklı dönüşümlü bir şey olması lazım. Bence o açıdan çok önemli. Biz sanat yapmak istiyorsak seyirci de sanat görmek istiyor.

Seyircinin ilgisi nasıl?

Fikrim yok ama sonuçta girişin ücretli olduğu bir şey değil, destek olmayacaklarsa da bizimle fikir paylaşmak isteyen herkesi bekliyorum.

Burada üretilen oyunları ya da bu vesileyle tanıştığınız yazarların oyunlarını yayınlama ya da kamusallaştırma gibi düşünceleriniz var mı?

Bir yayıneviyle anlaşırsak olabilir, çünkü kitap basımı çok pahalı, Ebru’nun oyunu, benim yazdığım oyun ve bu sezon sahnelenecek diğer oyun, 3’ünü topluca basmak istiyoruz. Belki tiyatromuzda bir bölümü satılır, dağıtımı olur. Tiyatro metinleri bir şekilde gezmeli çünkü biz bunu Beyoğlu’nda yapıyoruz ve Beyoğlu dışındakiler bizi bilmiyor. Sadece bizim yazdığımız oyunlar için değil. Ben yeni çıkan birçok oyunu okumak istiyorum ama okuyamıyorum, çünkü yok. Yazarına ulaşıp ondan almak gerekiyor. 

Duygu Dalyanoğlu / MİMESİS

 

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.