Shakespeare'i Kim Yazmış? Kimin Umurunda!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri – Bir itirafta bulunabilir miyim? Meslektaşlarımca, ki bundan kastım inek bir İngilizce öğrencisi olmuş ve olmaya devam edenlerdir, sapkınlık olarak görülebileceğinin farkındayım.

Shakespeare’in oyunlarını kimin yazdığı umurumda değil.

New York Times. 27 Ekim 2011, Çeviri: Sena Çerçi

Rafe Spall, Anonymous filminde William Shakespeare rolünde

Francis Bacon, Sir Walter Raleigh (veya Francis Bacon ve Sir Walter Raleigh), Christopher Marlowe ya da Queen Elizabeth I tarafından yazılıp yazılmamış olması umurumda değil. Modası geçmiş şiirlerini, değerlerinin bilineceği Elizabeth dönemine mal eden, 20. yüzyılın oyun yazarlarından Christopher Fry tarafından yazıldığı ortaya çıkarsa da umurumda değil. Bilhassa Edward de Vere adındaki 17. İngiliz kontu olan bir aristokrat tarafından yazılıp yazılmamış olması hiç umurumda değil. Anonymous [Anonim] adlı yeni bir filmin de savunduğu bu iddia, akademik toplumu rahatsız ediyor.

Shakespeare Birthplace Trust (SBT), bu filmle ilgili memnuniyetsizliğini, sözüm ona Shakespeare’in doğum yeri olan Warwickshire bölgesindeki isim levhalarında ve barlarda geçen Shakespeare isimlerinin üzerini kapatarak yaratıcı bir protestoyla belirtti. New York Times gazetesi, Anonymous filminin akademik uzmanlarca reddedildiğini, hem Pazar dergisinde, hem de başyazı sayfasının karşısında yayımladı.

Bu arada, konuyla ilgili fikrimi sorarsanız, hayal gücü kıt bir şekilde Ortodoks versiyonuna dayanıyorum: William Shakespeare, Avon’un yukarısındaki Stratford’dan eldivencinin oğlu William Shakespeare’dir. (Bu belki kısmen şundan kaynaklanıyor: Birçok insan gibi ben de, önemsiz komplo teorisi fısıltılarının nadiren öznesi olmuşumdur ve bu teoriler, akıl almaz bir biçimde yanlıştır. Gerçek, hiçbir zaman saf ve basit olmayabilir, ama genelde boş zihinlerin uydurduklarından daha az karmaşıktır.)

Ağzımı açar açmaz boğulacağımdan emin olduğum “Shakespeare Kimdi?” tartışmalarının bulanık sularında ilerlemeye çalışacak değilim. Bu muhtemelen, Shakespeare’in kimliği hakkındaki tartışmalara vermem gerektiği düşünülen dikkati hiçbir zaman vermediğimden. Eğer biri bu tartışmalara son verecek, oyunların Karmelit rahibelerinin yeraltı hücresi tarafından yazıldığı gibi bir kanıtla çıksaydı, en azından ilk anda, ağzım açık kalır, heyecan ve dehşete kapılırdım. Ama hiçbir şey, Will hakkındaki mevcut fikirlerimi değiştirecek değil.

Bu iddia, diğer insanların People dergisini okuduğu şekilde edebi biyografileri okuyan bir adamdan geliyor. Birçok şair ve romancının sinirsel çöküşleri, duygusal ilişkileri ve ufak tefek çekişmelerine dair söylentilere fazla gömülmüş durumdayım. (Robert Lowell’in tıbbi hikayesi hakkında, şiirlerinden daha fazla ilgilendiğimi utanarak itiraf etmek zorundayım.)

Shakespeare’in hayatı hakkında daha fazlasının bilinmemesi, “Hamlet” veya “Kral Lear”ı okurken onun sefil randevuları, ödenmemiş faturaları ve sarhoş kavgaları hakkında düşünmekten alıkoyduğu için beni her zaman rahatlatmıştır. Tabi ki de, kolaj tadında, O ve onun Zamanı hakkındaki tahminî hikayelere rast geldikçe göz attım. Shakespeare’in (veya her kim idiyse onun) engin ve değiştirilemez oyunlarının ve şiirlerinin, kelimelerinin ve altında yatanları anlamaya ve tartışmaya doymayan benim gibi insanlarca yazılmış eleştirilerini okumaya daha fazla zaman adadım.

Bana göre, İncil için Tanrı neyse, kulvarındaki işler için Shakespeare de odur: Hiçbirinin yanlış olduğu söylenemeyen sonsuz yorumlamaya açık inanılmaz yaratıcı bir zeka. Ben Shakespeare kilisesinde büyüdüm. Büyükbabam üniversitede, kilise yasalarını öğretiyordu ve bana uykudan önce, Hot Stuff (“The Little Devil” [Küçük Şeytan]) çizgi romanlarından daha sofistike bir şeyler okumayı öğrenmemden önce, Charles ve Mary Lamb’in “Shakespeare’den Öyküler”ini okurdu. Büyüdükçe, annemle beraber Shakespeare’i sesli okumaya başladım. Bazen bir oyunun tamamını bir öğleden sonrasında bitirirdik ve o zamandan beri oyunlardan ve sonelerden satırlar, tuhaf zamanlarda hayatımdaki olaylara ve kişilere beklenmedik ve aydınlatıcı şekillerde açıklama yaparcasına bilincime kazındı.

Shakespeare’le büyümüş olarak, onun karakterlerinin de benimle beraber büyüdüğünü görme ayrıcalığına eriştim. Hamlet, 17 yaşımda tanıştığım halinden çok daha derin bir karakter şimdi ve (zihnimde) her ikimiz de boğazlı giyip filtresiz sigara içiyorduk. J. Alfred Prufrock gibi ben de Prens Hamlet değilim, olmak için yaratılmamışım, Dane’in en derin korkuları ve kendinden tiksinmesini dile getirmesi beni yıllarca ne zaman benzer şeyler hissetsem rahatlattı.

Hamlet’le -ve Cleopatra’yla, Lear’la, Rosalind’le ve Macbeth’le- ilişkim sadece sayfalarla sınırlı olmadığı için şanslıyım. Tiyatro eleştirmeni olarak, senede düzinelerce Shakespeare yapımı görebiliyorum. Ne kadar iyi veya kötü oldukları fark etmeksizin, her birinden yeni bir şeyler öğreniyorum. Yüzyıllarca onu söyleyen aktörün ağzından çıkmayı beklemiş gibi bana daha önce duymadığımı düşündürtecek en az bir satır bulabiliyorum her birinde.

Yönetmen Michael Lindsay-Hogg, yakın zamanda yayımlanmış Luck and Circumstance [Şans ve Durum]  adlı anı kitabında, çocukken annesini (oyuncu Geraldine Fitzgerald) ilk defa izlemeye provaya gittiğini anlatıyor: “Duvarların hislerle, istek, konsantrasyon, dilek ve belki de, bazen korku gibi hislerle işlendiği bir kütüphanede veya kilisede zaman zaman hissettiğim gibi hissettim.” Bu, bazılarımızın tiyatrolarda hissettiği tarifsiz kutsallığı anlatmak için yapılabilecek en iyi betimleme.

Ve ilginç bir şekilde, Shakespeare okuduğumda veya oyunlarını izlediğimde nasıl hissettiğimi yansıtıyor. Her ne kadar şairle derin kişisel ve bireysel ilişkim olduğunu düşünmeyi sevsem de, başka milyonlarca insanın da yüzyıllarca bu şekilde hissettiğini biliyorum. Ve bazen (mistik ve aksi ruh hallerimdeyken) Shakespeare’e, geçmiş ve gelecek algıların katmanlı karabulutundan baktığım hissine kapılıyorum. Bu his, özellikle diyalogun sadece oyuncular veya oyuncular ve seyirciler arasında gerçekleşmediği, aynı zamanda önceki yorumlamalarla etkileşime girilen canlı performanslar için çok doğru.

Geçen yaz, ben Londra’dayken, Simon Callow’un, bizi Shakespeare’in hayatında bir gezintiye çıkardığı, ilerledikçe münasip alıntıların çınladığı tek kişilik bir gösteriyi izledim. Sallantılı birçok tahmin üzerine kurulu bu portre, tahminimce teatral uygunluk açısından katı bir gerçek gibi sunulmuştu. Callow’un konuşmasını dinlemekten memnun olsam da, gösteri, çok da bir şeyi değiştirmedi. Fakat sonra perde arasında kendimi, bu tarz gösterilerin, herhangi türden bir sanatçı olma yolunda kişilik (veya Kişilik) edinmeye çalışan arkadaşları arasında Shakespeare’i ilgi çekici hale getirmeye çalıştığını söyleyen kaygısız bir Amerikan üniversite öğrencisiyle konuşurken buldum.

İçinde yaşadığımız kültür elbette böyle, insanlar, atalarının romanları okuduğu gibi ünlülerin hayatlarını okuyorlar. Genel hayal gücünü kontrol eden öyküler, çoğunlukla “gerçek hayat” öyküleri. Bu da, daha çok dedikodular üzerinden yazılırken, dedikodusu yapılanların edinimleriyle ilgili şaşırtıcı derecede az şeye yer vermesi demek oluyor. Bu yüzden belki, sadece belki, Anonymous filmi, Shakespeare’i, her kim olursa olsun, genç izleyicilere onun -ah, pardon- de Vere veya bu kurnaz Carmelite rahibelerinin eserlerini alıp okumaları için yeterli düzeyde seksi kılacaktır. Ve bir kez ciddiyetle girildi mi, Shakespeare’in dünyası, onu yaratanın kim olduğu gibi daha temel düşüncelerden bağımsızlaşır.

“Anton Çehov’la tanışmış olmayı istemez miydin?” diye sık sık sorar harika kurgu yazarı bir arkadaşım. Hayır, bilhassa istemezdim. Edebi idollerimin çok azıyla tanıştım -hayal kırıklığına uğramadım-, ama bu kan ve etten oluşan küçük bireylerin, beni bu denli derinden etkileyebilen eserleri nasıl ortaya koyduğundan etkilendim. Ama onlar bir şeydi; yazdıklarıysa apayrı şeyler, hatta diğerleriyle birlikte günden güne var olabilecekleri her şeyden çok daha fazlası.

Büyük sanatın en derin mucizesi de bence bu: Ölümlüler tarafından yaratılır, ama ölümsüzdür. “Siz de bizim gibi salaktınız,” demişti W. H. Auden W. B. Yeats’e yazdığı ağıtında. “Armağanınız hepsinin üstesinden gelip hayatta kaldı.” Salaklığın zevkini, bir diğeri gibi çıkarabiliyorum. Ama yine de Shakespeare’in bu tarafını düşünmek zorunda olmamak ne büyük bir lüks. Onun benim için her zaman anonim kalacağını söylemem, aslında onun için yapabileceğim en büyük övgü.

Siz hepiniz Shakespeare’in kim olduğu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu sizi ne kadar ırgalıyor?

Paylaş.

Yanıtla