Tiyatrocular İçin Kalk Borusu

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Eren Buğlalılar

Geçtiğimiz günlerde, Zaman gazetesinde tiyatrocuları çok ilgilendiren bir söyleşi yayımlandı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen’le yapılan söyleşinin başlığı “Devletin sineması yoksa, tiyatrosu da olmamalı” idi. Ne parlak fikir, ne güzel bir akıl yürütme! AKP kadrolarında çok sık rastladığımız bir başka mantıksızlık örneği daha.

İktidar sahiplerinin emrinde 200.000 polis, özel yetkili mahkemeler ve F-Tipleri varken düşüncelerini temellendirmelerine, mantıklı konuşmalarına gerek yok. Söyleşisinde kendisine “demokrat” diyen YÖK üyesi ayaklı oksimoron İsen için de aynı şey geçerli. Siyasi tutuklu sayısı bakımından dünya birincisi olan Türkiye’mizde, bütün demokratlar içeri atıldıktan sonra elde kalan bu, ne yapacaksınız?

Mustafa İsen kendisiyle yapılan söyleşide, üstü örtük bir biçimde AKP’nin tiyatro alanında başlatacağı saldırıyı özetlemiş. İki başlık altında toplanabilir bu saldırının kapsamı. Saldırının birinci yönü Devlet Tiyatroları’nın özelleştirilmesine yönelik. Önce personel alımları durdurulacak ve tiyatrolardaki “atıl kadrolar eritilecek”. (Erim erim eriyesiniz DT’nin atıl kadroları. Siz kendinizi Diyanet İşleri Başkanlığı mı sandınız?) Daha sonra da mevcut kadrolarla “proje bazlı” bir tiyatro faaliyeti başlayacak.

Biliyorum, içten içe soruyorsunuz: Acaba bu projelerin seçim kriterleri ne olacak? Kime verileceği nasıl tayin edilecek? Olasılıkla, ülkemiz gibi gün be gün ilerleyen bir demokraside, tiyatro dünyasından parlak ticari dehalar çıkarak, “sahnecik” ve “dekorcuklar” edinecekler; bunlar Unakıtanların ve Çalıkların sanayi ve ticaret alanında yaptığını, sanat alanında yapacaklar Allah’a çok şükür.

Saldırının ikinci yönü, zaten bu projelerin değerlendirme kriterlerinin ne olacağı konusunda fikir veriyor. Şöyle diyor AKP demokratı İsen: “Siyasi manada muhafazakar demokrat olarak tanımlanan yapının muhafazakar estetik ve muhafazakar sanatla ilişki kurabilecek bir normu da teşekkül etsin istiyorum,” ve ekliyor: “biz bunun maddi tarafını oluşturduk, manevi tarafını da oluşturalım diyorum.”

AKP iktidarının Türkiye’de oluşturduğu “maddi taraf”ı düşündüğünüzde, bu sözlerin kültür ve tiyatro alanı için ne anlama geleceğini takdir edersiniz. “Müşteri gece gelsin, pijamayla çıkar satarım” diyen bir ekonomi anlayışıyla yaratılan maddiyatın, zengin ve yoksul arasında açılan cehennem çukurunun “dindar nesiller yetiştireceğiz” diyen bir manevi tarafla tamamlanması kaçınılmaz. Yoksa isyan olur, dirlik bozulur.

Bütün toplum değişirken, Devlet Tiyatroları’ndaki kendi yağıyla kavrulma, halkı zulüm içinde ezilirken şen müzikal sahneleme, aynı oyunu 2’şer sene arayla orada burada sahneye koyma ve ülkenin aydınları, devrimcileri tutuklanırken görmezden gelme “özgürlüğünün” yara almayacağını düşünmek saçmalık olurdu. Piyasa ekonomisinin canı tiyatro çekti ve Devlet Tiyatroları’nın yerini sormaya başladı.

Şampiyon demokrat İsen, ülkenin tiyatrosunun geleceğini alana yıllardır emek veren tiyatroculara tek bir kez bile danışmadan tasarlayadursun, birkaç gün önce AKP iktidarı İstanbul Şehir Tiyatroları’na (İŞT) yönelik ilk saldırısıyla zemin yoklamaya başladı.

Zaten Zaman gazetesi bir süredir tiyatrosever olmuştu. İŞT’nin AKP çizgisine uymayan oyunlar sahnelediğinden, fakat padişahların hayatını anlatan oyunları ve Necip Fazıl’ın oyunlarını raflarda beklettiğinden yakınıyordu bu Zaman haberi. Hiç olur muydu, Devr-i Erdoğan gelmişti ama onun selefleri olan “IV. Murat, Fatih, Yavuz Selim” gibi zalimlerin hayatları sahnelenmiyordu. “Muhafazakar estetik” kendisine yer bulamıyordu.

Gereken yapıldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi aldığı bir kararla İŞT’nin yönetmeliğini değiştirdi ve tiyatronun bütün sorumluluklarının Belediye’nin seçeceği bir müdüre verilmesi kararlaştırıldı. Eğer tiyatrocular ısrarlı bir direniş göstermezlerse, bundan sonra İŞT’yi AKP’nin bürokratları yönetmeye başlayacak. İŞT’nin mevcut sanat ve estetik anlayışı ile AKP’ninki arasındaki farkı bu şekilde kapatmış olacaklar.

Bu İŞT’nin başına gelen ilk saldırı değil elbette. Bundan 46 yıl önce, 1966 yılında Adalet Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte İŞT’ye bir saldırı daha yapılmış, oyunların seçimini yapan edebi kurula Belediye Meclisi’nden bürokratlar atanmasına ilişkin bir karar çıkarılmıştı. Tiyatrocular sağlam bir direniş örgütleyemedikleri için, tiyatronun özerkliğini savunan Muhsin Ertuğrul görevinden alınmış, Türk Yazarlar Birliği’nin boykotuna rağmen AP hükmünü sürmüştü.

AKP iktidarı AP’yi mumla aratır. 10 yılda el sürmediği alan kalmadı. Sanayiden sağlığa, eğitimden spora her şey yağmaya açılıyor, her şey bu yağmanın ve halklara boyun eğdirme politikasının bir parçası haline getiriliyor. Kendisine bir şey olmayacağını düşünen, ülkesinde olan bitene sessiz kalan herkes bir gün İdris Naim Şahin’in önünde takla atmaya mahkum olacak.

Şimdiye kadar oturup izlemenin bir faydasını görmedik. Sağlıkçının evi yanarken, eğitimci izledi, gecekondular yıkılır, hapishaneler yanarken sanatçılar izledi. Görülebileceği üzere, ekmek eskisinden ucuza satılmadı.

Bu saldırılar boyutlanacak. Gerek İstanbul Şehir Tiyatroları’ndaki, Devlet Tiyatrosu’ndaki sanatçılar, gerekse de yeni oyuncu adayları için hayat geçmiştekinden çok daha zor olacak. İstanbul’da 1 milyon gecekondunun yıkılmasıyla, tiyatro salonlarının, sanat müzelerinin ve eski sinemaların yıkılması, tren garlarının peşkeş çekilmesi kol kola giden yağma faaliyetleridir. AKP şu bu demeden, bir bütün olarak saldırıyor.

Direnmekten, birleşmekten başka çare yok. Sanatçıların halk direnişlerinden, işçi, memur ve öğrenci eylemlerinden alacağı önemli dersler var. Muktedirlere “iyi niyetli” açık mektuplar yazılarak bir yere varılmıyor. Sonuna kadar gitmeye hazır olmadan bir bayram bile kutlanamayan, tedavi hakkı bile alınamayan bir ülkedeyiz. Türkiye manzarası yeni bir hak elde etmeyi bırakın, mevcut hakları korumak için bile militanca direnmeyi, halkın her kesimiyle birleşmeyi gerektiriyor. Sanatçı başına gelen musibetlerde halkının yanında durursa, sanatında onun dertlerini anlatırsa, halk da, Grup Yorum örneğinde olduğu gibi, zor zamanda sanatçısının yanında durur, onun sanatını göklere çıkarır.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Eren Buğlalılar

Yanıtla