Tiyatro Festivalinde Büyük ve Alternatif Yapımlar

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Festival başladı ve alternatif işler izlemek uğruna kara deliklere tıkılmaktan, geçici de olsa, kurtulduk şükür. Tiyatro festivalinin yıllardan beri yaptığı en önemli şey, özellikle de yabancı davetliler aracılığıyla, büyük prodüksiyonların da son derece farklı, marjinal, “alternatif” olabileceğini göstermek olmuştur. Bu yıl yabancılar az ne yazık ki ama çok iyi seçimler.

Virtüözite Karnavalı ‘Orfeo’

Théatre National De Cahillot’nun ‘Orfeus’u çok iyi bilinen bu efsane üzerine metaforla gerçeklik, geçmişle şimdi, insanlarla hayvanlar arasında gidip gelen nefis bir dans projesi. Müthiş zenginlik ve çeşitlilikteki ilham kaynaklarından anlamlı bir bütün yaratıp tek bacaklı bir genç olarak portrelediği Orfeo’yu günümüz Parisi’nde dolaştırırken Gluck ve Monteverdi’nin müzikleriyle efsanenin tarihsel mirasına da sahip çıkıyor. Hip-hop’tan klasik baleye ve Afrika danslarına uzanan koreografi paleti, hayatımda ilk kez gördüğüm dansçı-şancı düet ve hatta sekstetleri, şancı-dansçıları ve yarattığı uykuyla uyanıklık arası tuhaf atmosferiyle naifliği odak noktasına oturtan, koreografisinden performansına ve perdeye yansıtılan görsellere, tam bir virtüözite karnavalı ‘Orfeo’.

‘İçtimia-i Hakiki’. Sanki Occupy Wall Street’te

Emre Koyuncuoğlu’nun “İçtima-i Hakiki”si de iç açan bir mekânda Hasköy Yün İpliği Fabrikası’nda gerçekleşti. Mekânın duvarları “devrimci” grafitilerle bezenmiş, yerler gazete kâğıtları ve ayakkabılarla kaplı, sandalyeler gelişigüzel konulmuş, sanki Occupy Wall Street’in kamp alanındayız. Arap Baharı ’ndan yola çıkan Koyuncuoğlu bu projede “yaratıcı dinamiği eylemselleştirmek” üzerine kafa yorduklarından bahsediyor broşürde. Her yerdeki çeşitli biçimlerde monitörlerden (ki bana ister istemez Kutluğ Ataman’ın ‘Küba’sını hatırlattı) “ Arap Baharı ” diye tanımlanan devrimler silsilesinden görüntüler yayımlanırken perdeye Camus’nün ‘Doğrular’ adlı metninden sahneler yansıtılıyor. Oyuncularla seyirciler iç içe ve asıl aksiyon, Ece Temelkuran’ın avatarı diyebileceğimiz oyuncunun Arap ülkelerinde yaşadığı deneyimleri anlatıp seyircileri sanat-politika-eylem üzerine bir tartışmaya davet etmesinde yatıyor ve burada işler çok çabuk bir tür “Siyaset Meydanı” hali alıp performatiften çıkarak sıkıcılaşıyor. Koro ve vurmalı sazlar ekibinin türküleri ya da Camus’nün oyununun devamıyla arada kırılsa da bu “diyalog”, yine de oyunun tamamını hâkimiyeti altına alıyor. Nihayetinde İçtima-i Hakiki gayet ilginç bir fikrin uygulamada istediği etkiyi yaratamaması halinin bir örneğine dönüşüyor.

Hem ‘Hamlet’ hem Shakespeare Özgür

Ostermeier’in ‘Hamlet’i “bir klasik metin nasıl yeniden yorumlanabilir” üzerine yazılmış çok iyi bir tez. Metni dramaturgi anlamında hallaç pamuğu gibi atmış, son derece özgün bir rejiyle, bedensel oyunculuğu, güncel teknolojiyi, tekno müziği, sinemasal anlatımı ön plana çıkarırken oyuncuları, kendini ve Shakespeare’i özgürleştiriyor Ostermeier ve rejinin bir oyunda ne kadar önemli olduğunun altını kapkalın çiziyor. 20’den 6’ya indirgenmiş kastta Hamlet Lars Eidinger başta olmak üzere herkes bir oyunculuk büyücüsü; yeteneğin yanında işin zanaatının yalayıp yutulmasının önemini de dışavuran performanslar sergiliyorlar. Toprağın ve açık mezar fikrinin etrafında oluşturulmuş dekor tasarımı (Jan Pappelbaum) görsel ve işlevsel bir şölen. Kısaca, Berliner Schaubühne’nin Hamlet’i de Orfeo gibi zihin açıklığı, bilgi birikimi ve ilham kaynakları konusunda cömert olmanın ne kadar “yeni”, ne kadar “büyülü” prodüksiyonlar doğurabileceğini gösteriyor bize.

Küçük bir hatırlatma: Schaubühne de Théatre National de Chaillot da “devlet tiyatrosu”. Sistemler bizimkinden farklı olsa da, Avrupa’nın en iyi tiyatrolarının parası devletlerin cebinden çıkıyor ve olması gereken de bu.

Radikal

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.