Korona Günlerinde Direnç: Tiyatromuz Yaşasın

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Cenk Kolçak’ın Pınar Yıldırım ve Kemal Aydoğan ile yaptığı ve jurnaltr’de yayınlanan söyleşisinin bir kısmını paylaşıyoruz.]  Pandemi sürecinde en çok canı yanan alanların başında bağımsız tiyatrolar yer alıyor. Salgından dolayı zor günler geçiren bağımsız tiyatroların başlattığı “Tiyatromuz Yaşasın” hareketine destek verenlerin sayısı ise ilk haftada 30 bini geçti. “Tiyatroların farklı platformlar üzerinden değil, doğrudan temsilini amaçlıyoruz” şiarıyla yola koyulan hareket, Tiyatromuz Yaşasın İnsiyatifi adıyla bir de geçici bir kurul oluşturdu. Yaklaşık iki buçuk aydır kapalı olan ve ne zaman açılacağı belli olmayan tiyatrolar ve işsiz kalan tiyatro emekçilerinin yayınladığı bildiriye ise devletten henüz bir cevap gelmiş değil. Salgın süresince özel tiyatroların yaşadığı zorlukları, gelişmeleri ve bu zorluklara karşı verdiği mücadeleyi Kadıköy Emek Tiyatrosu kurucusu ve oyuncu Pınar Yıldırım ve Moda Sahnesi kurucularından yönetmen Kemal Aydoğan ile konuştuk.

Öncelikle, Tiyatromuz Yaşasın İnsiyatifi’ni tanımlayabilir misiniz?

Pınar Yıldırım: Tanımı Kemal abiye bırakıyorum

Kemal Aydoğan: İlk olarak tiyatronun değişik alanlarında çalışan, üretim yapan sanatçı, emekçi 2.000 imzacı Yaşasın Tiyatromuz imza kampanyası başlattı. 35.000 imzaya ulaştı bu imza kampanyası. Ardından bu imzalar Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere bazı bakanlıklara ve yerel yönetimlere sunuldu. Buna eş zamanlı olarak Ödenekli Tiyatroların (devlet ve şehir tiyatroları) dışında kalan yaklaşık 400 kadar değişik tiyatro bu imza kampanyası ile oluşan tiyatroların birlikteliğini inisiyatife dönüştürme kararı aldı. Pandemiyle birlikte kapatılan tiyatroların içine düştüğü krizin olumsuz etkilerini ortadan kaldıracak düzenlemelerin takipçisi olmak temel amacı.

Tiyatromuz Yaşasın hareketi olarak taleplerinizi devlete ilettiğiniz günden bu güne epey bir zaman geçti. Geçen bu süre boyunca karşılanmayan talepler karşısında tiyatroların içine düştüğü zorluklar nelerdir?

Pınar Yıldırım: Aslında tiyatrolar olmayan bir şeyin içerisine düşmedi. Var olan ve yokmuş gibi davranılan zorluklardan artık kaçamaz hale geldi. Bizler pandemiden önce de ticari kimlik sahibi olarak tanımlandırıldığımızdan %38’lere varan vergilere tabiydik. Hiçbir zaman kamusal hizmet üreten sanatsal kurum statüsüne eriştirilmedik. Vergi,stopaj,elektrik-su-doğalgaz vb. faturaların yükseklikleri sebebiyle şu son 10 yıl içerisinde kaç tiyatro mekanlarını kapatmak zorunda kaldı, buna dönüp baktığımızda pandemiyle beraber bir anda çıkmış gibi görünen zorlukların çok öncesinden varlıklarımızı sürdürebilmemize engel olduğunu konuşabiliriz. Ee tabi şimdi bunların üstüne gelir olmadan gider şeması var. Kiralar talep ediliyor, sahne içerisinde çalışan ekibin SGK’ları, yevmiyeli oyuncular, maaşlar vs.

Geçmişten zaten var olan bir delik kapanmadan üzerine yeni yırtıklar peydah olurken üç aydır kapalı olan mekanlarımızla,tiyatro yapmaktan başka geliri olmayan bizlerin bu süresiz durumla savaşabilmesi çok güç bile değil,bu tam olarak imkansız.

Kemal Aydoğan: Yaklaşık iki buçuk aydır gelir elde edemiyoruz. Ekim’e kadar da edebilecekmişiz gibi görünmüyor. En temelde çalışanlar, oyuncular güvencesiz bir gelecekle karşı karşıya kaldılar. Vergi ve sigortaları, salon kiralarını ödeyemez oldular. Bu borçların gelecekte ödenebilmesi mümkün değil. Ancak herhangi bir muafiyet kararı çıkmış değil. Hatta temmuzda salonların açılacağına dair bir genelge dolaşıyor. Bu dönemde tüm vergi ve sigorta ödemelerinin ödenmeye başlayacağı belirtiliyor. Hem salonu sağlığa uygun bir halde tutup, hem de 1/3 seyirciden elde edilecek gelirle bu salonları sürdürmek aritmetik olarak mümkün değil. Eğer bu tarih ve koşullar salonların açılması için dayatılırsa epeyce bir özel tiyatro bir daha sahnelerini açamaz.

Salon kiraları, personel hakları, ekipman, bütçeden ayrılan pay… Bu saydıklarım kuşkusuz ödenekli tiyatrolar ile özel tiyatrolar arasındaki en önemli farklar. Peki, ödenekli tiyatrolar bu süreçte Tiyatromuz Yaşasın İnsiyatifi’ne destek verdi mi? Bu konuda, destek vermeyenler için “karnı tok sırtı pek” olmalarına yönelik sesler yükseliyor olabilir. Burada sektörel bir birliğin olmasından söz edebilir miyiz? Olmaması durumunda ise bunu neye yorabiliriz?

Pınar Yıldırım: Sanırım burada yanlış bir bilgilendirme var. Ödenekli tiyatrolar insiyatife destek vermiyor diye bir durum söz konusu değil. Tam tersi kurum tiyatrolarında çalışan arkadaşlarımızın ve kurumların desteği tam. Burda yapı farkı var, mevzuat farkı var. Arkadaşım maaş alıyor diye destek vermiyor “karnı tok sırtı pek” gibi bir durum söz konusu değil asla. Elbette sorunlarımız farklı, tabi ki biz nasıl ödenecek bu sahne kiraları diye düşünüyoruz. Ekip arkadaşlarımız alamadığı yevmiyesiyle nasıl ev kirasını,faturalarını ödeyecek diye düşünüyor fakat burda ortak bir dert var ve hiçbir kurum tiyatrosu emekçisi de buna sırtını çevirmiyor. İmzasını da atıyor bizim için endişeleniyor ve nasıl yardım edebileceklerine dair kafa yoruyor, dayanışma ile dirsek temasında kalıyor. Binlerce yıldır süregelen kadim bir mesleğin yok olması endişesini taşıyor tüm meslektaşlarımız. Aslında tiyatronun birleştirici gücü burda da ortaya çıkıyor.

Kemal Aydoğan: Karnı tok sırtı pek olmak bir suç ya da kusur değil. Bunu biz de istiyoruz. Aynı bağlam içinde olmayışımız kurumsal desteğin olmasını engelliyor. Bağlamdan kastım ödenekli tiyatrolar devletin has kurumlarıyken özel tiyatrolar ticarethane olarak belirlenmiş bir statüye sahip. Tek tek ödenekli tiyatrocu arkadaşlarımızdan destek geldi. Buradaki mesele bence devletin tiyatroları tanımlamasında yatıyor. 70 yıl önceki tanımlamaların geçerli olması nedeniyle bu ayrımcılık doğuyor. Özel tiyatroların “özelliği” onların ayağına vurulmuş bir pranga. Ticari kuruluş olarak tanımlanıyorlar devlet tarafından ve büyük vergi yükü altında eziliyorlar. Devletin sınırlı bir özel tiyatroya çok sınırlı bir desteği var. Devlet, kamu, toplum kavramlarının yeniden değerlendirmeye tabi tutulması lazım.

Özel tiyatroların kendi içlerinde de bölümlemelere gidilmeli. Örneğin devletten destek alacak özel tiyatroların “kamusal fayda üreten özel sanat kuruluşları” olarak tanımlanması doğru olacaktır. Bu tür tiyatroların projeleri, salonları vb desteklenmelidir. Yerel yönetimler ve merkezi hükümetle “katılımcı sanat” ortamının oluşturulmasına önemli katkılar sunma potansiyeli yüksektir. Tabi ki her özel tiyatro bu bağlam içinde üretim yapmak zorunda değil. İsteyenler ticari faaliyetlerine devam edebilmeliler. Ticari tiyatro olarak yaşamını sürdürecekler kamusal desteklerden faydalanamazlar. Onlar sponsorlardan destek alabilirler.

Geçtiğimiz günlerde Berliner Ensemble tiyatrosu sosyal medya hesabından bir “Yeni normal” fotoğrafı paylaştı. Bu fotoğrafla birlikte insanın aklına sosyal mesafeli bir tiyatro geliyor hemen. Yakın gelecekte sosyal mesafe kurallarının uygulandığı bir sahne ve seyirci oturma düzeni düşünebilir miyiz? Bunun mümkün olduğunu varsayarsak, aklınızda nasıl bir sahne – seyirci ilişkisi canlanıyor?

Pınar Yıldırım: Ah o fotoğraf… defalarca açıp açıp baktım,inanamadım,inanmak istemedim. Sanırım aylardır konuştuğumuz durumu gözle görünce gerçekle yüzleştim. Evet böyle olacak peki nasıl olacak?

Kadıköy Emek Tiyatrosu ‘black box’ diye tabir edilen 100 kişilik salonlardan. Koskoca 700 kişilik Berliner Ensemble bu düzenle 200 kişilik bir salona dönüştürülüyor. Bunu bizim ölçeklerdeki,seyircisinden başka desteği olmayan salonlara uygulamaya kalktığımızda 17 oyuncunun oynadığı oyunu 20 kişiye oynamak (iyi ihtimal) demek. Durum büyük salonlarda da farklı olmayacak. Giderle gelirin arasındaki uçurumun bizi nereye sürükleyeceğini bilmek için ordinaryus olmamıza gerek yok basit bir matematik işlemi bilen herkes yok olacağımızı,mazide bir anı olarak tarihe yazılacağımızı bilir.

Bu uygulamaya geçildiğinde kendime dönüp kapat Pınarcım 8 yıla kadarmış bu güzel düş demek zorunda kalırım. Acı ama gerçek bu. Devletin tiyatrolara desteği olmazsa ayakta kalmamız ister sosyal mesafeli olsun, ister sosyal mesafesiz… çok zor.

Devamı için tıklayınız

jurnaltr

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.