Sanatın Gereksizliği Üzerine

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Semih Fırıncıoğlu

[Bu yazı ilk kez Sanat Dünyamız dergisinin (Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul) 177. sayısında (Temmuz-Ağustos 2020) yayımlandı.]

Sanat Dünyamız dergisi yönetimi sanatlar konusunda seminer ve konuşmalarımda sözünü ettiğim ama şimdiye kadar yazıya dökmüş olmadığım belirli düşüncelerimi birkaç bölümlük bir yazı dizisiyle paylaşmamı önerdi, ben de sevinerek kabul ettim. Dizinin üç ya da dört yazıdan oluşmasını planlıyorum. 

Bu yazılardaki değerlendirme ve eleştirilerimin ardında yatan dürtü şu: Sanatların işleyiş biçiminde olmaması gereken bir şeyler olduğu kanısındayım ve bunu paylaşmak istiyorum. Öncelikli hedefim kemikleşmiş ve kısıtlayıcı bir sistemin varlığına işaret etmek ve bunun sanatlardaki uyumsuzluğunu, dolayısıyla da yersizliğini açıklamak. Bu yoldan, kanıların tazelenmesini ve sistemin örtbas ettiği temel niteliklerin anımsanmasını umuyorum. Özellikle koronavirüs pandemisi nedeniyle sanatlardaki paradigmaların köklü bir değişimden geçmesinin kaçınılmazlaştığı bu dönemde, bu sorgulamaların vakitli ve yararlı bir çaba olacağını düşünüyorum. Eleştirilerimde son derece yerleşik ve büyük bir düzeni hedef aldığımın, tarihin bu noktasında ortaya birçoğuna uygulanamaz ve ütopik görünecek fikirler attığımın da ayrımındayım. 

Emre Senan 2020

Diyelim ki: Birisi bir evde oturmuş klarnet çalıyor. Başka bir evde de birisi önündeki kanvasa fırçayla boya sürüyor. Başka biri bir kafede oturmuş dizüstü bilgisayarında şiir olarak nitelendirdiği bir metni yazıyor. Ve bir binanın büyükçe bir odasında da üç kişi ‘dans’ adını verdikleri beden hareketlerini yapıyor.

Bunlar ‘sanat’ olarak anılan etkinlik biçimlerinden dördü.

Bu etkinlikleri sanatsal, hayattaki diğer etkinlikleri gayri-sanatsal kılan nedir? Bu etkinliklerin bir arada gruplanmasına neden olan benzerlikleri nelerdir? Başka bir deyişle, aralarındaki ortak payda(lar) nedir?

Resim yapmakla klarnet çalmak eylemleri arasındaki benzerlik nedir? Ressamla dışarıda sokağı süpürmekte olan temizlik işçisi arasında daha fazla benzerlik var diyemez miyiz? Her ikisi de bir yüzeye birbirine az çok benzeyen nesneleri (fırça ve süpürge) sürüyor.

Söz konusu etkinliklerin hep birlikte aynı torbaya doldurulmasının en kolaycı, kelimenin tam anlamıyla ‘uydurma’ ama kanıtlanamazlığı nedeniyle de en sık başvurulan gerekçelendirmesi, bunların ‘ifade’ oluşturmasıdır: “Bir sanatçı kendini (genellikle ‘duygularını’) fırçasıyla, bir diğeri bedeniyle, öteki de klarnetiyle ifade eder” gibisinden açıklamalara rastlarız. Yazıyla resmi, çalgıdan çıkan sesle ağızdan çıkan sözü, işaret diliyle soyut beden hareketini eşitleyen anlamsız bir görüştür bu. John Cage’in dansçılar adına “basit kafayla” sorduğunu söylediği soruyu genelleyeyim: Bu insanların ifade etmek istedikleri düşünceleri varsa niye kelimeleri kullanmıyorlar da böyle dolaylı yollara başvuruyorlar?(1)

Peki, sanat etkinlikleri arasında ortak bir yan hiç yok mu?

Ben üç ortak yan görüyorum:

1.

Sanat etkinlikleri gereksiz etkinliklerdir.

Ressamın kanvasını boyamaması, klarnetçinin klarnetini çalmaması, dansçıların o gün dansetmeye üşenmesi hayatın akışını etkilemez: Otomobiller çalışmaya, elektrik üretilmeye, kalpler atmaya, insanlar acıkıp yiyecek bakınmaya, ağaçlar dallanıp budaklanmaya devam eder. Sanat etkinlikleri ‘olmazsa olmaz’ değil, ‘olmasa da olur’ nitelikte etkinliklerdir. Sokağı süpüren kişiyi ressamdan farklı kılan başlıca nitelik, işini yapmadığı zaman sokakta biriken pisliğin giderek günlük yaşantıyı etkileyecek, zorlaştıracak olmasıdır.

Öyleyse, bu etkinlikler neden gerçekleştiriliyor? Çünkü, insan ‘sanat’ adıyla andığımız etkinlikleri hayatta kalmanın gereklerinden, zorunluluklarından, endişelerinden geçici kurtuluş yolları olarak akıl etmiştir. Sanat etkinliklerinin en vazgeçilmez niteliği gereksizlikleri ve gereksiz olmaları gereğidir.

Sanat etkinlikleri gereksiz oldukları için gerçekleştirilirler, gereksiz oldukları için gereksinirler.

2.

Gereksiz uğraşın başlıca getirisi özgürlüktür.

Çünkü gereksizlik, etkinliğin sonucunda kaybedilebilecek şeyleri, riski en aza indirger. Sonuç konusundaki endişe azaldıkça özgürlük artar.

Sanatın özünde ‘oyun’ olduğu düşüncesi sıkça tekrarlanır ama kavramın zihinlerde nasıl bir karşılığı olduğu ve uygulamalarda belirleyiciliğinin ne olduğu pek belirgin değildir.

Ben oyunun sanat etkinliklerinin temel niteliği olduğunu ve bu kavramın, gereksizliği ve özgürlüğü koruyabilmek için, ciddi, vahim sonuçlardan kaçınmayı ima ettiğini düşünürüm. Bir çocuk parkını çevresinden ayıran, emniyetli kılan duvarlara ve parkta çocukların yaralanıp berelenmesine neden olabilecek nesneler bulundurulmamasına benzetebiliriz bunu. Oyunun püf noktasını bu risksizlik ögesi oluşturur.

Sık kullandığım basit bir örnek: Diyelim ki birisi mutfakta, elinde bir bıçak, soğan doğruyor. İkinci bir kişi bunu görüyor ve “bıçak öyle tutulmaz” diye uyarıyor. Birinci kişi “tutarsam n’olur?” diyor, ikinci “elini kesersin” diyor. Yani, olası bir ciddi sonuca işaret ediyor.

Şimdi, bir sanat okulunda bir kanvasa fırça yerine alışılmadık bir nesneyle boya süren bir öğrenciyi düşünelim. Modern dönemde böyle şeyler artık pek olmaz ama diyelim ki öğretmeni öğrencinin yaptığını gördü ve “kanvasa boya öyle sürülmez” dedi, öğrenci de “öyle sürsem n’olur?” diye sordu. Öğretmenin yanıtı ne olabilir? Verebileceği en ‘mantıklı’ yanıt herhalde “öğretimize uygun değil, o nedenle sana geçer not vermem” olur, çünkü belirli ölçütlere göre üretim yapılmasıyla ayakta duran bir sistem söz konusudur (bir fabrikada üründe farklılaşmaya, dolayısıyla da kullanılamazlığa neden olan işçinin işten çıkartılması gibi). İlginç olan, öğrencinin dersi geçememek, yıl sonu sergisine alınmamak, ileride ‘piyasa’ bulma şansını zayıflatmak pahasına da olsa yönteminde diretmesi, yapıtın o dönemde okuldaki en farklı, kayda değer ve düşündürücü işi oluşturmasındaki güçlü olasılıktır.

Doğanın rastlantılarla biçimlenen entropik düzeninde daha emniyette, daha kolayca yaşayabilmek için rastlantısallığı en aza indirgemeye, aynılık, tek düzelik, tekrarlılık, mükemmellik gibi ‘yöntemler’ aracılığıyla öngörülebilirlikler yaratmaya çalışırız. Ama sonuçlarından endişelenilmeyen, gereksizlik ve özgürlükle belirlenen sanat ortamı bu kaygıların ve yöntemlerin geçersiz olduğu ve olması gerektiği tek ortamdır.

Sanat etkinliklerinde hiçbir zorunluluk olmadan bir eylemi denemek dışında varolabilecek bireysel, kurumsal, toplumsal, bölgesel ya da ulusal her türlü maddi ya da manevi dürtü söz konusu özgürlükten, az ya da çok, tavizle sonuçlanır.

Gereksiz ve kimseye bir zararı dokunmayacak uğraşa girişirken akla gelen fikri “neden olmasın?” diye sorguladığımızda, yanıtı fikrin iletilebilirliği ve algılamaya değer bulunup bulunmayacağı belirler. Çünkü:

3.

sanat etkinlikleri başka birine ya da birilerine göstermek ve duyurmak üzere gerçekleştirilir. Yani, iletişim amaçlıdır. Birileriyle paylaşılmak üzere yapılmayan gereksiz ve zararsız işlere genellikle hobi ya da boş vakti değerlendirme etkinlikleri gibi adlar veriyoruz.

İnsanlar arasında iletişim, iletiler (mesajlar) aracılığıyla gerçekleşen anlam alışverişlerinden oluşur. İletişimin gerçekleşmesinde, yani anlamın umulduğu biçimde algılanmasında iki belirleyici etken söz konusudur: Mesajın ileten tarafın niyet ettiği biçimde ‘okunabilir’ olup olmaması ve algılayan konumundakinin mesajın içeriği ve biçimini ‘dikkate değer’ bulup bulmaması. Sanat etkinliğini akıl eden ve gerçekleştiren kişinin gözetmesi gereken ve her aklına geleni yapabilmesini sorgulatan en önemli ölçüt budur. Sanat etkinliklerinde iletişimsellik, özgürlüğü kontrolde tutan tek ölçüt olarak da görülebilir.

*  *  *

Yazıyı bu paragrafa kadar okumuş olanlar ‘sanat etkinlikleri’ olarak adlandırdığım bir alanı hayatın geri kalanından ayırdığım sonucuna varmışlardır. Doğrudur: ayırıyorum. Bu görüşüm Mihail Bahtin’in, Ortaçağ toplumlarında sıradüzenin ve kuralların bir süreliğine askıya alındığı karnavallara gönderme yaparak, sanat ortamı için önerdiği ‘karnavalvari’ (carnavalesque) düşüncesiyle benzeşir. Vahim/ciddi sonuçlar vermemek şartıyla her şeyin denenebildiği, zorunlu olmayan, özgür ve iletişimsel bir oyun alanından söz ediyorum.(2) Oyunun somut ve kavramsal malzemesi tabii ki uzaydan gelmiyor, yaşamın malzemesi her ne ise o kullanılıyor.

‘Sanat’ sözcüğünü kullanmamaya, onun yerine ‘sanat etkinliği’ demeye özen gösterdiğim de farkedilmiştir. Neyin sanat olup neyin olmadığı bir sonuca varmayan ve varmayacağı da pekâlâ bilinerek sürdürülen, boş bir tartışmadır. Ben yukarda sıraladığım niteliklere sahip etkinliklere ‘sanat etkinliği’ derim ama (eğer benim bilemediğim bir nedenden çok gerekliyse) o etkinliğin ya da herhangi bir etkinliğin ‘sanat’ olup olmadığına etkinliğin muhatabı olan taraf karar verir.

__________________________
(1) John Cage, Silence, Middletown, CT: Wesleyan University Press, 1979. s. 94.
(2) Mihail Mihailoviç Bahtin, Rabelais ve Dünyası, Ayrıntı Yayınları (Çeviri: Çiçek Öztek), 2019.

İsteyen Okusun

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Semih Fırıncıoğlu

Yanıtla