“Taziye” ve “Töre” Oyunlarının Töre Olgusu Çerçevesinde İncelenmesi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

                                                                                                   Ceyda Zuhal ŞAKAR[1]

ÖZET

Bu çalışmada Murathan Mungan‟ın Taziye ve Turgut Özakman‟ın Töre adlı oyunları töre, törenin toplumdaki yeri başlıkları altında incelenecektir. Bu çalışmada yararlanılacak kaynaklar; Fatih Akkoç‟un Töre ve Namus Cinayetlerinin Sebep Sonuç İlişkisinin Değerlendirilmesi, Kadir Gündoğan Bolat‟ın Töre Cinayetleri Faillerinin Sosyo-Kültürel Açıdan İncelenmesi, adlı tez çalışmalarıdır. Töre ya da diğer adıyla örf, bazı değer ve ilkelerin mutlak yaptırım kazanmış biçimidir. İnsanın insanı acımadan öldürdüğü, sırf aynı kanı taşıdığı için masum insanların dahi katledildiği, kimi zaman kader kimi zaman bir hak ediş ve kabulleniş olarak görülen yazılı olmayan kanunlar tiyatro sahnelerinde de işlemiştir. Özellikle 1970 yılından sonra oyun yazarları bu toplumsal gerçeği göz ardı etmeyerek töreyi konu edinen ve onu oyundaki temel çatışmayı yaratan bir unsur olarak oyunun merkezine koyan eserler vermişlerdir.

 Anahtar Kelimeler: Töre, Kan davası, Murathan Mungan, Turgut Özakman, Taziye, Töre

GİRİŞ

 Törenin varlık nedeni, toplumsal düzenin, kişisel arası ilişkilerin, ahlakın korunması ve düzenlenmesidir. Ancak toplumun varlığını sürdürmesi için hayatî önem taşıyan değerler töreye dönüşür. Özellikle de ahlak alanındaki bazı ilkeler töre haline gelir. Kişi için, ahlaka aykırı eylemiyle sosyal ahlaka aykırı davranmak gibi eylemlere karşı geliştirilen bir yaptırım biçimidir.

Töre, sosyal bütünleşmenin temel kaynağıdır. Törenin bu bütünleşmesinde ki etkisi, geleneği temsil etmesinden doğmaktadır. Çünkü törenin oluşması ve kabul görmesi onun gelenekselleşmesine bağlıdır. Gücünü geçmişten alması bu kabul görmede etkilidir ve kendi merkezi etrafında birleştiricidir. Ve töre buradaki gücünü, uzun geçmişe sahip olmasından ve görmüş olduğu genel kabulden almaktadır.Bu yönüyle bakıldığında törenin farklı boyut ve unsurlarıyla geçmişte kalmış olmadığını gösterir.Ancak günümüzde töre ile ilgili olarak yapılan görsel ve yazınsal yapıtlar gerçekleri yansıtmaktan oldukça uzaktır.Yapılan filmlerde şarkılarda töre, uçlarda ve yanlış olan, insanları mutsuzluğa ve acılara sürükleyen bir gelenek olarak görülmektedir.Şarkılarda töre nedeniyle ıstırap çeken insanın feryadı dile gelmektedir. Filmlerde töreyi temsil eden insanlar hep asık suratlıdır. Bu suretle telkin edilen, törenin kötü yüzünün olduğudur.

Türkiye‟de törenin yoğun olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde görmekteyiz. Bu bölgelerde bulunan illerimizin tarihsel gelişimine baktığımızda bu bölgelerde yaşayan insanların hayvancılık ve tarımla uğraşan büyük ailelerden ve aşiretlerden oluştuğunu görmekteyiz. Bu yapı içerisinde her aile ve aşiretin bir yaşam bölgesi olması ve bu alanlar içerisinde kendi gelenek ve göreneklerine göre yaşadıkları görülmektedir. Kapalı bir toplum olarak yaşamaları ise geleneklerine daha bağlı olarak yaşamlarına sebep olmuştur. Ve bu kapalılık nedeniyle de belli oranda modern dünya ile adaptasyonları geciktirmiştir.[2]

Türk Dil Kurumu Sözlüğünde, “Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet …”3 olarak ifade edilen töre bireyin doğmuş olduğu toprakta ona hazır olarak sunulan ve kesinliği tartışılmayan bir ilkedir. Kapalı toplumlarda daha çok kabul görülen ve bu ilkeleri benimseyen insanlar töreyi nesilden nesle aktardıkları gibi var olan otoriteye de koşulsuz itaat ederler. Töre sorgulanmaz ve karşı çıkıp sorgulayan kim olursa olsun o topluluktan dışlanarak cezalandırılır. Oysa toplumsal ve zihinsel olarak gelişen toplumlarda var olan düzeni sağlamak için benimsenen yazılı olmayan bu kanunlar toplumlardaki yaşantılar geliştikçe yerini başka kurallarla değiştirmek zorundadır. Devlet otoritesinin olmadığı dönemlerde toplumsal düzenin sağlanması için zorunlu olarak görülen töreler devlet otoritesinin ortaya çıkmasıyla beraber yerini kanun ve cezaların uygulamalarına bırakmalıdır. Toplumsal değişimin gerçekleştiği büyük toplumsal değişimlerin gerçekleştiği içinden geçtiğimiz yüzyılda, kaçınılmaz olarak toplumsal değerlerde de büyük değişimler meydana gelmektedir. Bu değişimle beraber toplumun bazı değerlerinde de büyük değişimler meydana gelmektedir. Kişi temel hak ve özgürlüklerini esas alan bu değişimler hızla hayata geçerken, kişi temel hak ve özgürlüklerinin ve her insanın en temel hakkı olan “yaşama hakkı” nı yok ederek kendisini “töre” diye nitelendiren bu ilkelerden kaynaklanarak ortaya çıkan namus cinayetleri ve kan davası, bu büyük toplumsal değişim içerisinde, halen can almaya devam etmekte ve gelecekte de devam edeceği değerlendirilmektedir.

İnsan toplumsaldır. Tiyatronun amacı ise insanı insanla anlatmaktır. Töre olgusu her dönemde varlığını sürdürmesi nedeniyle Türk tiyatrosundaki yazarlarında dikkatini çekmiş ve duyarsız kalmamışlardır. Birçok yazar oyunlarında töre olgusunu ve insanlar üzerindeki etkisini göstermişlerdir. Kendisini topluma ve toplumsal sorunlara karşı sorumlu hisseden sanatçılar töre gibi yüzyıllardır çözülemeyen bir sorunu gündeme getirmek istemiştir. Topluma bir ayna gibi yanlışı, doğruyu, sorunu işaret ederek toplumu düşündürmek isteyen sanatçı töre olgusuna ilgi duymuştur. Ayrıca töreler, çatışma yaratmada oyun yazarlarına kaynaklık etmektedirler. Töreyi çatışmanın merkezine koyarak toplumsal gelişmeye engel olan, tutucu, otoriteye esir eden, acı çeken ve çektiren, ölen ve öldüren sonuçlarıyla eleştirmişlerdir. Törenin yıkılması için onun karşısına sevgiyi ve iyi olanı koyarak bu sorunun çözülebileceğini göstermeye çalışmışlardır.

Hukuk kurallarından daha etkin olan ve yazılı kaynaklara dayanmamasına rağmen daha etkili yaptırımlara sahip olan töre kanunları, yüzyıllar boyunca etkinliğini kaybetmemiş ve günümüze kadar ulaşmış olması önemli ve üzerinde çalışılması gereken bir konudur. İnsanlığın beraber yaşamaya başladığı tarihle beraber belli kuralların da ortaya çıktığı görülmektedir. Bu kurallar yazılı olduğu gibi yazılı olmayan kurallardır.Aynı kültürden gelen insanların oluşturduğu toplumlarda daha çok benimsenmiş ve nesilden nesle aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. İlkel toplumların yok oluşuyla beraber bu olgunun da yok olması gerekirken günümüze kadar gelmiş olması toplum içinde otorite olarak kabul edilen toplulukların kendi güçlerini ve çıkarlarını koruyabilmek için yaptırım güçlerini kaybetmemek adına zaman içerisinde töre olarak uyguladıkları kurallar toplumlarda kapanmayan yaralar açmıştır.

İçinde bulunulan yirmi birinci yüzyılda dahi modern ve çağdaş hukuk devletlerinde, törelerin bu kadar etkin olmasının ve günümüzde hala etkisini koruyabilmesinin nedeni nasıl açıklanabilir sorusunun cevabını İlkel Toplum kitabının yazarı Malinowski şöyle açıklamaktadır;

İlkel insanın, törelere boyun eğmesinin tek nedeni olarak, kuralları çiğneyecek yetenekte olmamasını göstermekte, alışkanlık gücü, geleneksel buyruklara saygı, kamunun görüşünü yerine getirme arzusu ve geleneğe duygusal bağlılık gibi nedenlerle törenin bizzat kendisinin, topluluğun bütün üyelerini töreye boyun eğmeye zorladığı yorumunu yapmaktadır”[3].

Oysa günümüzdeki hukuk devletlerinde, suçun ne olarak tanımlanacağına devletin yasama organı karar verir. Yaptırımın ne olacağına da devlet karar verir. Ancak toplumlarda uygulanan değişik değer yargılarından kaynaklanan töreler, o toplumda yaşayan bireyler üzerinde yasalardan daha etkili rol oynayabilmektedir. Devlet ise törelerin bu etkinliğinin kendi yaptırımlarına ve devlet olma gücüne zarar vereceğini düşünerek töre kaynaklı suçların cezasını benzer suçlardan daha ağır yaptırımlar uygulayarak töre-devlet otorite savaşında başarılı olmak istemektedir. Oysa yazılı olmayan töre kanunları yapılan bu otorite savaşında geleneklerin ağır bastığı toplumlarda önde görülmektedir. Bu da hukuk devletlerini çözülemeyen sorunlarındandır.

Yukarıda töre kavramının tanımı, toplumsal yeri ve töre kavramının hukuk kavramı hakkındaki bilgiler doğrultusunda Çağdaş Türk Tiyatrosu yazarlarından olan Murathan Mungan‟ın Taziye adlı oyunu incelenecektir.

1.1 Murathan Mungan’ın Taziye Adlı Oyunun İncelenmesi

21 Nisan 1955 tarihinde Mardin’de dünyaya geldi. Yazar, 1972’de Ankara’ya yerleşti. Lisans ve yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü‟nde tamamladıktan sonra başladığı doktora çalışmasını yarım bıraktı. Ankara Devlet Tiyatroları‟nda altı yıl, İstanbul Şehir Tiyatroları‟nda üç yıl dramaturg olarak çalıştı.1982 yılında yazmış olduğu Mezopotamya Üçlemesi’nin ikinci kitabı olan Taziye adlı oyunun 1984’te sahnelemesi nedeniyle Ankara Sanat Kurumu’nca Mehmet Baydın ile birlikte en iyi oyun yazarı seçildi.[4]

 Murathan Mungan oyunlarında geleneksel unsurlar kullanır. Gelenekler ve bu geleneklerin insan hayatı üstündeki etkileri görülür. Bunu yansıtırken doğup büyümüş olduğu toprakların geleneklerine, destanlarına ve masallarına ait olan anlatılara dair zengin birikime sahip olması ve şiirsel bir dili sayesinde oyunlarındaki güçlü imgeleme dikkat çeker.

Yazarın Mezopotamya Üçlemesi oyunları, feodal yapı içinde ağalık sistemi, toplumsal baskı, bu düzen içindeki evlilikler ve aile yapısını şekillendiren törelerin insan hayatını nasıl etki ettiğini aşk teması üzerinden eleştirmektedir. Oyunda kısır bir döngüde yer alan hayatların töreyi yazgı olarak kabullenişi görülmektedir. Taziye, yazarın doğup büyüdüğü Güney Doğu Anadolu’da geçen bir sevda öyküsüdür. Oyunda töre-birey çatışması işlenmektedir.

Fasla Kadın ve Bedirhan Ağa aralarında kan davası olan iki aşiretin bireyleridir. Oyunun konusu kısaca şöyledir: Bedirhan Ağa, kendilerine düşman olan başka bir ağanın kızını, kurulmuş düğününden kaçırır ve evlenir. Birbirlerini çok severler, bir de oğulları olur. Bu olay iki aşiret arasındaki düşmanlığa düşmanlık kattığı gibi, Bedirhan Ağa’nın annesi olan Kevsa Ananın lanetlerini toplar. Kevsa Ana, törenin devamından yanadır. Oyunun genelinde Kevsa Ana’nın oğlunu törelerin devamlılığını sağlayan bir ağa olarak gördüğü görülmektedir. Anne, oğul arasında duygusal bir bağ görülmemektedir. Kevsa Ana, eşi Kara Rüso’nun intikamını almak için Bedirha Ağa‟nın Şerho Ağa’nın kızını kaçırmasını uygun görmüş ve buna sevinmiştir: Çünkü sevdanın töresi, aşiretin töresine üstün gelecektir. . Bedirhan ağa töreyi yerine getirmek için fasla kadını düğününden kaçırmıştır. Ancak fasla kadın ve Bedirhan ağa beklenmedik şekilde birbirlerine aşık olmuştur. Bu duygunun töreyi sona erdireceği düşünülse de Bedirhan ağanın annesi ve kardeşleri töre geleneğini sürdürmek isteyen karşıtlığı temsil eder. Törenin kurallarını yerine getirmek için Bedirhan Ağa kardeşleri tarafından öldürülür ve suçlu olarak Fasla kadın gösterilir ve suçlu bulunur. Gerekçe olarak, kardeşlerine, aşiretine borcunu ödemek isteyişi gösterilir. Fasla Kadının ne söylerse söylesin töreler için geçersizdir. Töreler söylenecek sözü söylemiştir. Ölümü ise yine töreler gereği, oğlu eliyle olacaktır. Fasla Kadın, oğlunu kendini öldürmeye ikna eder ve Bedirhan Ağa’nın katili olmadığını ispata çalışmaz. Çünkü törenin kuralları gereği o Bedirhan Ağayla kasra girdiği gün ölümüne sevmişti ve sevdasının töresini de yapması gerekirdi. Bunun için de oğlu Heja‟yı ağa olduğunu ispat etmesi için zorlar. Çünkü töre bunu gerektirir. Töreye karşı gelmek bireyin toplumdan dışlanması, sahip olduğu erki kaybetmesine sebep olur. Fasla Kadında oğlunun bunu yaşamasını istemez.

 “Erliğin adına, ağalığın adına beni vurman gerektir. Başı eğik bir çaresiz olmaktansa, anasını vuran bir oğul olmak gerektir. Meraklanmayasan, ben bunca zamandır ölüme hazırdım, onu beklemekteydim.”. [5]

Fasla Kadın‟ın gitgide Kevsa Ana‟ya benzediği bu replikten de anlaşılmaktadır. Sıra Heja’dadır o da ağalığını ispat etmek için aklı ile yüreği arasında kalır ve kan davasını üstlenerek annesini öldürür. Böylece babasının intikamını almış olarak mensubu olduğu toplumda sözü geçecektir artık. Oğul anasının taziyesini tek başına tutacaktır. Törenin emri yerine getirilmiştir ancak tek başına taziyesini tutarakta töreye karşı bir duruş sergileyecektir. Kan davasının hüküm sürdüğü topraklarda her doğumun peşinden acı ve ölüm gelmektedir. Heja, ağa olurken, aşirete hükmetmenin öldürmekten geçtiği gerçeğini kabullendiğini gösterir. Ancak yine aynı törelerin gereği olan taziyede tek başına olmak istemesi de seçim yapmak zorunda kaldığı için annesini öldüren bir evladın törelere karşı bir duruşudur.

Oyunda törelerin içinde sıkışıp kalmış olan insanlar kan davasının karşısına sevgi teması ile çıkarlar. Oyun bu karşıtlığın gücünden yararlanır. Toplumun ölüm geleneği karşısındaki tepkisi sorgulanır.

Taziye oyunun genelinde töre kavramının sürekliliğini Kevsa Ana‟nın istediğini görmekteyiz. Öyle ki oyun süresince Kevsa Ana Bedirhan Ağa‟yı törelerin devamlılığını sağlayan biri olarak görmekte ve eşi Kara Rüso’nun intikamını almak için Şerho Ağa’nın kızını kaçırmasını uygun görerek törenin yerine getirilmesine sevinmektedir:

“Altıncı Tüfekli: Bedirhan Ağa peşine atlıları takmış ve atının terkisini namusu gibi koruyarak yaklaşmaktadır kasra

Kevsa Ana: Şükürler olsun Allah’ım şükürler olsun sana!”[6]

Oyunda aşiretler arası kan davası olduğu görülmektedir. Bedirhan Ağa babasının intikamını almak için Fasla Kadını kaçırır. Ancak daha atının terkisindeyken ona aşık olur ve törelere karşı gelir. Çünkü babasının intikamını almak için Fasla Kadının namusunu lekeleyerek ve Şerho Ağa‟nın başını öne eğdirerek intikamını almış ve töreyi uygulamış olacaktır. Töre kavramı aşiretlerin sıkı sıkıya bağlı oldukları ve yazısız olmasına rağmen koşulsuzca kabullenilen kurallardır.İntikam almak için zaman kavramı yoktur.O intikamın alınacağı gün mutlaka gelir.Ve böyle toplumlarda yaşayan bireyler bu durumu yadırgamadan yaşamaya devam ederler taki sıra onlara gelene kadar.

Oyunda da töreleri gereği başlayan bu kin yüz yıllardır iki aşireti esir etmiştir.Doğum ve ölümün iç içe olduğu gösterilmektedir. Kevsa Ana’nın baskın şekilde vurguladığı töre, oyunun temelini oluşturur. Kişilerin ilişkilerini ve kaderlerini etkileyen rolde görülmektedir. Ölüm ve yaşam olarak aşiretler arası kan davası kısır bir döngüdür ve sürekli kendini tekrarlar. Töreler varoluşları ve devamlılıkları gereği yeniliğe ve umuda açık değildir. Bedirhan Ağa ve Fasla Kadın arasındaki aşk bin yıllık düşmanlığı unutturacak kadar büyüktür. Ancak Fasla Kadın temkinlidir.Sevdanın geçici öfke ve intikamın gerçek olduğunu dile getirir. Bedirhan Ağa sevdanın da gerçekliğini vurgular ama ikisi de ölümü unutmazlar:

Fasla Kadın: Gayrı ölümüme kenetlenmiştim (…)

Bedirhan Ağa: Sen benim ölümümsen!” [7]

Yazılı olmayan kurallar olarak toplum yapısını düzenleyen töre kavramının, gelenek ve değerlerin hakim olduğu toplumlarda yaptırımlarının daha baştan kabul edildiği ve bir yazgı olarak görülerek bir karşı çıkış yerine kabullenme olduğunu görmekteyiz.

Oyunda her ikisi de bu ilişki ile ölümü davet ettiklerini bilmektedirler. Fasla Kadın, yazgısındaki ölümden kaçamayacağını şu sözler ile belirtir:

“Fasla Kadın: “… Daha Bedirhan’ın terkisinde ulaşırken kasrın kapısına, belliydi ki, ben ölüme yazgılandım.”[8]

Oyunun birinci sahnesi Bedirhan Ağa‟nın taziyesi ile başlar ve geleneklere göre taziye yerine getirildikten sonra Kevsa Ananın mahkeme kurulmasını istemesiyle sonlanır. Oyunun ikinci sahnesinde ise Yaşlı Ermiş kişi ve aşiretin yaşlıları toplanır ve mahkeme kurulur. Bedirhan Ağanın ölümünden sorumlu olarak görülen tek kişi olan Fasla Kadın huzura çağrılır ve sorgulanır. Katilin kim olduğu sorulmadan,şahitler dinlenmeden,devletin yargı organlarına başvurulmadan töre kurallarının geçerli olduğu bir mahkeme kurulur.Töre kanunlarına göre suçlu olabilecek tek kişi Fatsa Kadındır ve töre kanunlarına göre yargılanmalıdır.Devletin yargı organları yerine aşiretin uluları kendi adaletlerini yerine getireceklerdir.Karar verilmiştir. Fasla

Kadın oğlu tarafından töre gereği ifa edilecektir.Töreler Heja‟yı daha çocuk yaşta, annesini sonunda öldürecek olgunluğa getirmiştir. Heja, seçme hakkı olmayan bir dünyada ondan istenen yükümlülükleri yerine getirmesi gerektiğini sanki doğduğu andan itibaren bilmektedir ve ağalığın gereğini de çekinmeden yerine getirecektir. Ancak Heja, annesini öldürme gerçeği ile yüz yüze geldiğinde kendi içinde çatışma yaşar.

Fasla Kadın, Bedirhan Ağa’nın katili olmadığını ispata çalışmaz. Çünkü törenin kuralları gereği o kasra girmiş ve ölümüne sevmiştir. Sevdasının töresini de yapması gerekir. Bunun için de Heja‟yı ağa olduğunu ispat etmesi için zorlar.

Erliğin adına, ağalığın adına beni vurman gerektir. Başı eğik bir çaresiz olmaktansa, anasını vuran bir oğul olmak gerektir. Meraklanmayasan, ben bunca zamandır ölüme hazırdım, onu beklemekteydim.[9]

 Fasla Kadın‟ın gitgide Kevsa Ana gibi törenin devam etmesi gereğini düşünerek ifanın yerine getirilmesini ister oğlundan ve ikna eder onu. Çünkü Fasla Kadın kasra girdiği gün ölüme yazgılı olduğunu en başından kabullenmiş ve o günün gelmesini beklemiştir. Fasla Kadın için “insan demek töre demektir”. Töresiz insan ve toplum olmayacağını, bir törenin yıkılıp diğerinin doğacağını, böylece insan var oldukça törelerin de var olacağını söylemektedir. Madem ki insan demek töre demektir, töresiz insan ve toplum olamamaktadır, o halde ölmek ve öldürme töre olmaktan çıkarılıp sevginin, sevdanın töresi egemen kılınmalıdır. Ancak sevdanın töresi uluların töresine yenilmiştir. Oğulun anneye

sevgisi(Heja‟nın Fasla Kadına),kadının erkeğine sevgisi (Fasla Kadının Bedirhan Ağaya) ve bir ananın oğluna sevgisi (Kevsa Ananın Bedirhan Ağaya) tüm sevgiler, sevdalar yenik düşmüştü.

Taziyede törenin hukuki olmayan yaptırım gücünü baskın bir biçimde görürüz. Oyunun sonunda annesini öldürmek zorunda kalan Heja‟nın yaşadığı iç çatışmada açıkça görülür.İfa Sahne‟sinde annesiyle arasında geçen repliklerde törenin ne kadar baskın olduğunu ve törenin o topraklarda yaşayan insanların kaderlerini nasıl kendi yaptırımlarına göre değiştirip şekillendirdiği belirgin bir biçimde ifade eder:

Fasla Kadın – İnsan demek töre demektir. Heja. Sade bu bozkır değil, aha şu bozkıra yaban duran makinaların geldiği gâvur elleri bile kendince bir töreye sahaptır. Töre demekse ölmektir, öldürmektir. Ha ususl usul, ha bir göz kırpımında…

Sana düşen beni vurmaktır oğul.

Heja Ağa- Ağalığım cülusu böyle mi kutlanacaktı aney? Böyle mi oturacaktım ağalık minderine?

Fasla Kadın – Ne diyeyim oğul, belki bir gün kader de yorulur. [10]

Murathan Mungan Mezopotamya topraklarında ki gelenekler ve değer yargılarını o topraklar üzerinde yaşayan insanların karakterleri üzerinden vermiştir. Taziye oyununda görüyoruz ki Mungan‟ın şahit olduğu Güneydoğu sorunu olan töre olgusu, töre –birey çatışmasıyla verilmiştir. Oyun da aşk teması işlenmiş olsa da aşk bu topraklarda yaşamamıştır sadece varlığı destanlaştırılmıştır. Çünkü insanı var eden kendi değerleri değil törenin dayattığı değerlerdir. Sevmeyi hayal edenler aslında sonunu bildikleri ölümü beklemiştir. İnsan, kendi yaptıklarıyla ancak değişimi sağlayabilir hayatında. Murathan Mungan‟ın incelenen oyununda bu değişime karşı bir istek söz konusudur. Ancak insan korkularının da esiri olarak kendi içinde kendini hapsedebilme yeteneğine sahiptir. Bir adım atsa ötesinin ışık olduğunu görür ama o adımı atmadan karanlığın içinde sonunu beklemeyi yeğler.

1.2 Turgut ÖZAKMAN’ın Töre Adlı Oyunun İncelenmesi

1 Eylül 1930 tarihinde Ankara’da dünyaya gelen ve Cumhuriyet dönemi Türk tiyatrosunun önemli yazarlarından biri olan Turgut Özakman, geleneksel Türk tiyatrosunun anlatım inceliklerini modern tiyatro anlayışıyla buluşturması bakımından dikkat çeker. Turgut Özakman, altmış yıllık yazarlık yaşamı boyunca genel olarak oyun yazarlığı alanında çalışmalar yapmıştır.Özakman yapıtlarında ülkenin toplumsal sorunlarının hemen hemen hepsine değinmekte, bilinçsizlikten kaynaklandığını düşünmekte ve tüm sorunların çözümünün ancak toplumun eğitimiyle olabileceğini görmektedir.

Özakman‟ın 1985 yılında yakın tarihimize yönelttiği en çarpıcı oyunlarından biri olan ve ilk defa kırsal kesimde işlediği oyunda, ailedeki erkeklerin çoğunu yitirmiş sekiz kadının öyküsü anlatılır. Oyunda yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgi özenle işlenmiştir.[11]

Oyunun konusu; 1900‟lerde Erzurum‟un bir köyünde Çolakgiller ile Karagiller olarak bilinen iki aile arasında yıllardır devam eden bir kan davası hüküm sürmektedir. Kara Hasan, hayatta kalan tek oğlu ve ailenin kadınlarının bir kısmı, ölen oğulları Yakup‟un kanlısı Mustafa‟nın köye geldiğini duyunca silahlanarak peşine düşerler. Yaralı olarak ellerinden kurtulan Mustafa evde bulunan aile büyüğü Nene‟ye sığınır. Töreye göre, bir dadaş evine sığınan kişi evin sınırları içinde kalmak üzere Tanrı misafiri kabul edilir ve canı güvence altındadır. Nene yıllardır iki aileden pek çok erkeğin ölümüne ya da hapse düşmesine neden olan kan davasının bitmesini istemektedir. Mustafa‟ya inanarak onu koruması altına alır. Gerçekten de Mustafa adam öldürecek bir yapıda değildir. Yakup‟u da aile baskısı neticesinde, yanlışlıkla öldürmüş, bu yaptığının azabını taşımaktadır. Kara Hasan ve diğerleri intikam peşinde olmalarına rağmen Nene‟nin bu kararına boyun eğerler. İstanbul‟da gördüğü eğlenceleri, oyunları anlatan Mustafa yumuşak ve neşeli kişiliğiyle tüm kadınların kalbini kazanır. Torun Zühre, yıllardır yas tutulan evi neşeye boğan Mustafa‟ya aşık olur. Nene bu aşkı onaylar. Olağanüstü bilgeliğiyle diğerlerini de ikna eder. Çevre baskısından çekindikleri için de iki gencin kaçmasına karar verilir. Zühre‟yi güle oynaya uğurladıktan hemen sonra bir silah sesi duyulur. Olanlardan haberi olmayan ve küçüklüğünden beri kin ve intikam duygusuyla büyütülen Oğul, büyük bir sevinçle eve koşar. Mustafa‟yı vurmuştur. Hem de alnının tam ortasından.

Töre, iki ayrı töre kuralının tek bir hikâyede anlatıldığı bir oyundur. Kan davası ve kan davasının kişilere yüklediği sorumluluklar. Öldürmek için peşinde oldukları kişinin ikinci töre kuralına dayanarak, kendisini öldüreceklerin evine sığınması oyunun dayandığı temelidir. Bu temelin üzerine oturan diğer olaysa sığınan kişinin evin kızına âşık olmasıdır. Bir tarafta kan davası yüzünden erkeklerin birer birer ölmesi üzerine kadınların çoğunlukta olduğu ve Nene öncülüğünde seçimlerini sevgiden, barıştan yana tavır kullanan kadınlar diğer tarafta ise kan davasının uygulayıcısı olarak yetiştirilen erkekler vardır. Oyunda ailenin reisi olan Kara Hasan, evde kapana kısılmış olan bu genci öldürüp töreyi yerine getirmek istemektedir. Ancak evin en yaşlı kadını olan Nene, Kara Hasan‟a misafirliğin töresini hatırlatıp eve sığınmış genci öldürmesine izin vermez. Oyunda töre gereği yıllardır devam eden kan davası yüzünden her iki ailede de neredeyse hiç erkek kalmamıştır. Ancak suçu işleyenler bu durumu sorgulayamadıkları ve mecbur bırakıldıkları için üzerlerindeki çevre baskısıyla törenin gereğini yapmak zorunda bırakılırlar.

 K.HASAN: Yakub’a nasıl kıydın sen onu anlat?

DELİKANLI : Belki biliyorsunuzdur, İstanbul’a kaçtımdı, yıllarca önce, ablamla eniştemin yanına, bu işe bulaşmamak için. İstanbul’da gezip tozuyorum, okuyup yazıyorum. Anamı da özlemesem, keyfim beylerde yok. Sizin Yakub Ağa, küçük ağamı vurunca haber geldi; “Avrat gibi gezeceğine gelsin, alınacak öcümüz vardır” diye. Kuş vurmamışım, tavuk kesmemişim, koca adamı devirmek ne haddime? Dinleyen kim? Eniştem getirip eve teslim etti beni, kendi kaçtı. Bir tabanca verdiler elime, “sına bakalım” dediler, sınamamak olmaz. Tetiği çekmemle güm sırtüstü yere yuvarlanmam bir oldu. (Zühre, dayanamaz kıkırdar. Hepsinin kötü baktığım görünce utanır) Derken Yakup Ağayı gösterdiler uzaktan. Dağ gibi adam. “Vurmağa elim varmaz” dedimse de, kızlar bile üzerime çullandılar. Yalanım varsa anam ölsün. Bu nasıl bir kindir ağam? Birkin böyle baklava börekle, susamlı çörekle beslenip büyütülür mü? Şaşakaldım. Baktım ki çaresi yoktur, “iki el kurşun sıkayım bacağına” dedim kendi kendime,”o bir kaç ay yaralı yatar, ben bir kaç yıl mahpus, sıramızı savarız” dedim. Ama beceremedim ağam. Ne hayvanım! Tetiğe bastığım sıra Yakup

Ağa da kendini yere atmaz mı? Eyvah. Vurdum kendimi dağlara. Hem koşuyorum, hem ağlıyorum

Ne fayda, olan olmuş. Anamı göresim gelince, arada bir köye inmeğe başladım.Anladım ki benim ağlamam yetmez. Beni vurup anamı ağlatmanız gerekmektedir. Ben de zillete katlanıp töreye sığındım. Hepsi bu. (Ana ile Bacı belirsiz bir şefkatle bakışırlar)[12]

Töre‟deki bütün oyun kişileri törelerin tutsak ediciliğinde bir yaşam sürmektedir. Hiç kimse töreler dışında bir kurallar bütününe itibar etmez. Bir tek kadınlar sevgi karşısında tutum değiştirirler. Diğer yandan bu girişim olumlu olsa da törelere yenik düşmekten kurtaramaz onları. Evin erkeklerinin töreler karşısındaki tutsaklık durumunu aşamaması, sevginin galip gelmesini önler. Sevginin galip gelememesi ise törelerin tutsak ediciliğinin ne denli tehlikeli bir boyutta olduğunu gösterir seyirciye. Bu yöntem sayesinde törelerden yana olan erkeklerin eleştirildiğini; töreler karşısında, sevginin yanında yer alan kadınların yüceltildiğini görürüz. [….]

Törelerin yardımını alarak yaşama çabası kısa bir süre de olsa başarıya ulaşmıştır; ancak törelere karşı gelme girişimi başarı sağlamadığı gibi, yıkım nedenidir. Gerçekte yıkıma uğrayansa törelerin suçlu saydığı kişiler değil, sevgidir. Törelerin tutsak ediciliği ağır bir eleştiri alır Töre‟de. Eve sığınana yaşama hakkı veren töre, sevgiye yaşama hakkı vermemektedir çünkü. Bu ise insana yaşama şansı vermemekle eş değerdir. Törelerin sev giye şans tanıması özgürleşmeye şans tanıması anlamına gelmekte, bu da törelerin kendini sonlandırmasının ilk adımı olarak görülmektedir. Töre güçlü bir kurallar bütünü olarak kendi varlığının devamını sağlamayı başarır. İnsanlar ise onun elinde tutsaktır ve özgürleşmeleri hiç kolay görünmemektedir.[13]

Turgut ÖZAKMAN’ın kan davasını ele aldığı Töre adli oyununda, sonu ölüm olan bir törenin karşısına daha insani bir töre ile çıkılmaktadır. Birbirinden farklı bu iki töre birbiriyle çatışmaktadır. Yazar, kan davası gibi olumsuz bir törenin karşısına, Anadolu insaninin naifliği ve güzelliğini gösteren bir başka töreyle; misafirliğin töresiyle çıkmaktadır. Töreler gereği eve gelen misafir, düşman bile olsa ona zarar verilmeyecektir.

Kan gütme kavramının karşılığı sözlüklerden incelendiğinde birbirine yakın tanımlamaların olduğu görülmektedir. Türkçe Sözlük‟ te “iki aile arasında geçmişte, aralarında cinayetten, kan akmış olmaktan veya başka bir nedenden oluşmuş düşmanlık” şeklinde tanımlar.[14]

Temelini töre kültüründen alan kan davası, birbirine düşman ailelere mensup erkeklerin karşılıklı olarak öldürme şeklinde uzayıp giden sonu olmayan bir döngüdür. Aileler, aralarındaki sorunları, adalet sistemi dışında, birbirlerini öldürerek, yıllarca kaçarak, hapis yatarak çözmeyi göze almışlardır.[15]

Yazarda oyunda yıllarca süre gelen ve büyütülen kin duygusunun ve bu çağdışı anlayışın karşısında durmaktadır. Kan davasının sadece erkekler değil, kadınlar üzerindeki yıkıcı etkisini oyunundaki yaşlı kadın şöyle dile getirmektedir:

NENE: Babamın, kocamın ölümlerine katlandım da ilk oğlum vurulunca gözlerim sönüverdi. [..] Erkeklerimizin yarısı mezarda çürüdü, yarısı mahpus damında. Yetti gayri.[16]

Törelerin yok edici olanları var olduğu gibi, barışa ve insana saygıya adanmış olanları da vardır. Örneğin, Erzurum yöresinin “dadaş” töresinde, barışçı ve kardeşçe bir yaklaşım istenmektedir. Özakman‟da kan davası töresinin karşısına, düşmanı bile misafir sayarak baş tacı eden bir Anadolu geleneğini, „Dadaş‟ töresini koyarak toplumun tercihine sunar. Nene, evlerine sığınan delikanlıyı, onu öldürmeye ant içmiş oğlu Kara Hasan ve torunlarının elinden kurtarmak için iki töre arasında seçim yapacaktır:

 DELİKANLI Bir dadaşın evine kim gelirse gelsin, Tanrı misafiri sayılmaz mı?

NENE Sayılır.

DELİKANLI Kapının eşiğini aşıp da dışarı çıkmadıkça, canı güvence altında değil midir?

NENE Öyledir. [17]

DELİKANLI: Ölüm korkusuyla yaşamaktan tükendim Nene. Bıktım utanmaktan. Anama da yazıktır. Burası Dadaş Kara Hasan Ağanın evi. Sığınıyorum işte. Bağışlarsanız, çeker giderim.

NENE Ya bağışlanmazsan?

 DELİKANLI Elimden ne gelir? Burada kalırım, kocayıp ölene dek. Silahımı da veriyorum.[18]

Özakman Töre’yi,”kadını yüceltmek, kan davasını aşağılamak için” yazılmış bir oyun olarak niteler. Töre, ölüme karşı yaşamayı savunan, ailedeki erkeklerin neredeyse hepsini yitirmiş sekiz kadının öyküsüdür. Kadınların bile ellerinde silahla düşmanın sürdüğü bir ortamda yaşanan dram, gözleri görmeyen Nene ve Torun Zühre üstünde odaklanır. Canını kurtarmak için onlara sığınan Delikanlı’ yı töre gereği öldüremezler. Delikanlı’ dan taşan yaşama coşkusu ise yalnızca Zühre’nin değil, karalar bağlamış yedi yaslı kadının içinde de tam olarak olmasa da sevince benzer duygular yaşatır.

Zühre sevgiyi ve yaşama sevincini, iki aile arasındaki kan davasının son hedefi olan düşmanları Delikanlı‟dan öğrenir. Yine törenin karşısına sevda konulmuştur. Nene Zühre‟nin Delikanlı‟ya sevdalandığını anlamış sevdanın her engelin üstesinden geleceğini düşünmektedir. Ancak evdeki kadınlar bunun imkansız olduğunu söyleyerek karşı gelirler.

K.GELİN Ağlamasın olur mu Nene? Zühre bilmez mi, bu sevginin yolu açık değildir.

NENE Değil midir?

K.GELİN Değildir Nene.

NENE Niye ki?

K.GELİN Etme Nene! O eli kanlının, Zühre’nin eri olmasına bu evde kim razı gelebilir?

NENE Sen razı gelmez misin küçük gelin?

K.GELİN (Bir sessizlik) Gelemem Nene. (Oturur) Nasıl geleyim? Erimi bitirenin bu domuz oğlan olduğunu bile bile. Ben bağışlasam, büyüyünce oğlum bağışlamaz.

NENE Rüzgâr ekersen fırtına biçersin elbet. (Elini uzatır;

  1. Gelinin omuzunu arar, bulur, sıkar) Ama sen yüreğini söyle, yüreğin ne diyor?

Dün okudun Zühre’nin yüzünü.

K.GELİN (Önüne bakarak) Okudum.

NENE Dehaydı!

K.GELİN Bir oğul verecek kadar sürdü ama ben de bildim sevgiyi..

NENE Nedir sevgi?

K.GELİN İnsanın kendini sebil etmesidir.

NENE Doğru bilmişin küçük gelin. Öyleyse bana arka çıkacaksın. Destek olacaksın.

Ben buncağızları evlendirmeyi kurmaktayım.

K.GELİN (Ayağa kalkar) Olmaz Nene. Boşa tüketirsin kendini.

NENE Bilirim, çetin iştir. Dağı dağa kavuşturmaktan zordur.[19]

Sonunda Nene tüm bilgeliğiyle evdekileri ikna etmeyi başarır. Ancak çevre baskısından çekindikleri için de iki gencin kaçmasına karar verilir. Zühre‟yi güle oynaya uğurladıktan hemen sonra bir silah sesi duyulur. Olanlardan haberi olmayan ve küçüklüğünden beri kin ve intikam duygusuyla büyütülen Oğul, büyük bir sevinçle eve koşar. Delikanlı‟ yı vurmuştur. Hem de alnının tam ortasından. Yine bir sevda töreye yenilmiştir. Ve yüzyıllardır devam eden hüküm koşulsuz yerine getirilmiştir.

 Oyunda iki farklı töre kuralının kıskacına giren insanların hikâyesi anlatılır. Törenin bir gereği olarak sürdürülen kan davası yine törenin gereği olan bir başka uygulama sayesinde bitirilmeye çalışılır ama çok daha baskın olan kan davasının kişiler üzerindeki etkisini aşmak mümkün değildir. Sevgiden yana tavır alan kadınlarla, kan davasından yana tavır alan erkeklerin karşı karşıya geldiği oyunda, kadınların barış ve sevgi için gösterdikleri çaba vurgulanmaktadır. Töre, Özakman‟ın kırsal alanda geçen, köy sorunlarını ele alan tek oyunu olması bakımından da özel bir öneme sahiptir.

Böylece, ÖZAKMAN da kan davasının karşısına sevgiyi koymaktadır. Yazar, bunun için kadının doğasında bulunan sevgiyi, hep var etme potansiyeline güvenmektedir. Sevginin, barisin, temsilcisi olan Nene aracılığıyla kan ve kinin hüküm sürdüğü bu dünyada sevgi ile her şeyin mümkün olabileceğini söyleyen yazar, oyunda gerçekleşemeyen bu isteğin gerçek yaşam da gerçekleşmesi umudunu dile getirmektedir. İnsan, öfkesini kamçılamak yerine dizgin vurduğun da, ölümü değil sevgi yüceltilirse kan davası gibi acı ve yıkım getiren töreler yıkılacak, daha insani bir töre olan “misafirliğin töresi” hep var olacaktır. İnsana acı ve yıkım getiren kan davası töresini eleştiren yazar, insana yakışan bir başka töreyi yüceltmektedir.

Sonuç:

Devlet otoritesinin olmadığı dönemlerde toplumsal düzenin sağlanması için zorunlu olarak görülen töreler devlet otoritesinin ortaya çıkmasıyla beraber yerini kanun ve cezaların uygulamalarına bırakmalıdır. Toplumsal değişimin gerçekleştiği büyük toplumsal değişimlerin gerçekleştiği içinden geçtiğimiz yüzyılda, kaçınılmaz olarak toplumsal değerlerde de büyük değişimler meydana gelmektedir. Bu değişimle beraber toplumun bazı değerlerinde de büyük değişimler meydana gelmektedir. Kişi temel hak ve özgürlüklerini esas alan bu değişimler hızla hayata geçerken, kişi temel hak ve özgürlüklerinin ve her insanın en temel hakkı olan “yaşama hakkı” nı yok ederek kendisini “töre” diye nitelendiren bu ilkelerden kaynaklanarak ortaya çıkan namus cinayetleri ve kan davası, bu büyük toplumsal değişim içerisinde, halen can almaya devam etmekte ve gelecekte de devam edeceği değerlendirilmektedir.

İncelediğimiz oyunlarda da yazarlar, töreyi, acı ve yıkımla sonuçlanan, toplumsal gelişimin önünde engel olarak görmektedir. Tutucu, yasaklayan, baskı altında tutan, tutsak eden ve çatışma yaratan bir olgu olarak ele almışlardır. Oyunların sonunda kişilerinin bilinçlendiği, törenin yanlışlığını anladığı görülmektedir. Töreyi birçok olumsuz yönüyle eleştirerek yıkılması gerektiğini seyirciye işaret ederler.

Töre konulu oyunlarda ölmek ve öldürmek, bir sizden bir bizden düzeni içerisinde tekrarlanan bir ritüel gibidir. Kan davasının kazananı yoktur; her iki taraf da bu törenin kurbanıdır. Kan davasını kimin ve neden başlattığının, kimin hakli ya da haksiz olduğunun bir önemi kalmamış; töreyi sürdürmek ve ne olursa olsun onu yerine getirmek tek amaç olmuştur.

1970 sonrası çağdaş tiyatro yazarlarımız, töre konusunu teatral bir malzeme olarak değerlendirmişlerdir. Çatışma yaratan bir unsur olarak ele alıp oyunun merkezine koymuşlardır. Toplumsal gelişmenin önünde engel olmaları nedeniyle törelerin uygulanışları ve sonuçları bakımından çağdışı oluşunu ve yaşadığımız yüz yılda hala devam etmesini eleştirmişlerdir. Her iki oyunda da töre o coğrafyadan beslenen karakterler üzerinden verilmiştir. Töreleri “savunanlar” ya da törelere “karşı gelenler” olarak çatışma unsuru olmuştur. Bu çıkmaz içinde çıkış arayan oyun kişileri de törelerin baskısıyla oyun sonunda kaderlerine boyun eğmelerine sebep olur ve töreler yine son sözü söyler.

Kaynakça

(2011). Copyyright @Esen çamurdan. adresinden alınmıştır

AKKOÇ, F. (2007). Töre ve Namus Cinayetlerinin Sebep Sonuç İlişkisinin Değerlendirilmesi . Yüksek Lisans Tezi . Ankara .

ÇAĞALE, M. (2000). Yüksek Lisans Tezi . 1960 SonrasıTürk Tiyatrsunda Tutsaklık . Mersin.

GÜNDOĞAN, K. (2009). Töre Ciayetleri Faillerinin Sosyo-Kültrel Açıdan İncelenmesi. Ankara Ün.Sosyal Bilimler Enstitüsü Antropoloji Anabilim Dalı Doktora Tezi . Ankara.

MALİNOWSKİ, B. (1999). İlek Toplum (2.Baskı)(h.PORTAKAL). İstanbul: Öteki Yayınevi.

MUNGAN, M. (2016). Taziye (8.Baskı). İstanbul: Metis Yayınları.

MUNGAN, M. (2016). Taziye (8.Baskı). İstanbul: Metis Yayınları.

MUNGAN, M. (2016). Taziye (8.Baskı). İstanbul : Metis Yayınları.

MUNGAN, M. (2016). Taziye (8.Baskı). İstanbul: Metis Yayınları.

MUNGAN, M. (2016). Taziye (8.Baskı). İstanbul: Metis Yayınları.

MUNGAN, M. (2016). Taziye. İstanbul: Metis Yayınları.

Murathan MUNGAN Biyografi. (tarih yok). www.haberler.com. adresinden alınmıştır

ÖZAKMAN, T. (2002). Töe -Toplu Oyunlar 1. Mitos Yayınları.

ÖZAKMAN, T. (2002). Töre-Toplu Oyunlar 1. Mitos Yayınları.

ÖZAKMAN, T. (2002). Töre-Toplu Oyunlar 1. Mitos Yayınları. ÖZAKMAN, T. (2002). Töre-Toplu Oyunlar 1. Mitos Yayınları. sözlük.gov.tr. (2020/, 06/ 05/).

sözlük.gov.tr/assets/img/92507.png. (2020/, 05/ 26/). Töre Nedir?

Turgut ÖZAKMAN Biyografi. (05/06/2020). www.haberler.com. adresinden alınmıştır

 

[1] Atatürk Üniversitesi, Sahne Sanatları Bölümü, Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı, Lisans III Öğrencisi

[2] AKKOÇ Fatih Töre ve Namus Cinayetlerinin Sebep Sonuç İlişkisinin Değerlendirilmesi (sy.30-33) 3 https://sozluk.gov.tr/assets/img/92507.png ,(26/05/2020)

[3] MALİNOWSKİ, B. (1999). İlkel Toplum (2.Baskı b.). (H. PORTAKAL, Çev.) İstanbul: Öteki Yayınevi

[4] https://www.haberler.com/murathan-mungan/biyografisi/

[5] Mungan, M. (2016). Taziye. (8. Basım).İstanbul: Metis Yayınları.(sy.56) 7 Copyright © 2011 Esen Çamurdan websitesi.

[6] Mungan, M. (2016). Taziye. (8. Basım).İstanbul: Metis Yayınları.(sy.42)

[7] Mungan, M. (2016). Taziye. (8. Basım).İstanbul: Metis Yayınları.(sy.30)

[8] Mungan, M. (2016). Taziye. (8. Basım).İstanbul: Metis Yayınları (sy.50).

[9] Mungan, M. (2016). Taziye. (8. Basım).İstanbul: Metis Yayınları (sy.56).

[10] Mungan, M. (2016). Taziye. (8. Basım).İstanbul: Metis Yayınları (sy.57).

[11] https://www.haberler.com/turgutozakman/biyografisi/ 05/06/2020

[12] ÖZAKMAN,T.(2002)–Toplu Oyunlar 1-Mitos Yayınları-(sy.154)

[13] Çağlar, Murat (2000), 1960 Sonrası Türk Tiyatrosunda Tutsaklık (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Mersin: Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sahne Dekorları ve Kostüm (Tiyatro) Anasanat Dalı.(sy.202-204)

[14] https://sozluk.gov.tr/ 05/06/2020

[15] Kadir Gündoğan: Töre Cinayetleri Faillerinin Sosyo-Kültürel Açıdan İncelenmesi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Antropoloji (Sosyal Antropoloji) Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2009 (s.71-80)

[16] ÖZAKMAN,T.(2002)–Toplu Oyunlar 1-Mitos Yayınları-(sy.154)

[17] ÖZAKMAN,T.(2002)–Toplu Oyunlar 1-Mitos Yayınları-(sy.155)

[18] ÖZAKMAN,T.(2002)–Toplu Oyunlar 1-Mitos Yayınları-(sy.153)

[19] ÖZAKMAN,T.(2002)–Toplu Oyunlar 1-Mitos Yayınları-(sy.164)

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Ceyda Şakar

Yanıtla