İbsen Yazıları-1

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Fırat Güllü

Henrik İbsen, yüzyıllar içerisinde çok farklı dönemeçlerden geçmiş oyun yazarlığı geleneğinin şüphesiz en önemli kilometre taşlarından birisi. Uzun süren kariyeri boyunca romantizm, sembolizm, realizm ve natüralizm gibi 19. yüzyıl dramatik yazarlığına damgasını vurmuş farklı ekollerde ürünler vermiş, başyapıtlar kaleme almış bir yazar. Çağdaşları tarafından ketumluğu ve hakkındaki bilinmezlikler nedeniyle “Sfenks”[1] olarak anılan bu önemli tiyatro adamının Norveçli tarihçi Ivo de Figueiredo tarafından kaleme alınan kapsamlı biyografisi, 2019 yılında “Henrik Ibsen: The Man and The Mask” adıyla İngilizceye çevrildi ve Yale Üniversitesi Yayınları tarafından yayınlandı.

Ivo de Figueiredo’nun İbsen üzerine yazdığı ilk eser olan “Adam” 2007 yılında yayınlaşmıştı. Bu eseri 2008 yılında yayınlanan “Mask” adlı ikinci cilt izledi. Ardından 2010 yılında her iki cildi bir araya getiren, akademik formatın dışına çıkılarak kolay okunacak şekilde düzenlenen “Henrik İbsen: Adam ve Mask” geldi. 2019’da yayınlanan İngilizce versiyon bu son eseri temel alıyor. Yazar giriş bölümünde kitabı için neden bu adı seçtiğini şöyle açıklıyor: “Henrik İbsen’in hayatı yazıyla, heykelle, resimle sayısız kez anlatıldı. Sayısız el, tuhaf bir biçimde yazara benzeyen kilden yapılma bir maska şekil verdi. Adam ve mask, gerçeklik ve mit. Ancak maskın arkasındaki adamı aramaya kalkmak boşuna olurdu. Mask, gerçek benliğin katılaşmış dış görünümüdür. Eğer maskı yüzünden çekersek adama ait bir şeyler de onunla gider. Çünkü İbsen’in yaşamında dikkat çekici olan onun kendi doğasını mitle yüceltmeyi bilmesidir. O güçlü olduğu noktalar kadar zayıflıkları üzerine de kurulu bir benlik geliştirmişti. Kendi zamanını böyle şaşırtıcı bir güçle ele geçirebilmesinin sırrı yaşadığı bu metamorfozda gizlidir.”

Bu yazı dizisinde, İbsen’in eserlerini, yazarın en yeni ve en kapsamlı biyografisinin ışığında yeniden okurken aldığımız notları ve zihnimizde uyanan kimi düşünceleri okurlarla paylaşmayı amaçlamaktayız.

***

Henrik İbsen yazarlık kariyerine Grimstadt’da bir eczane çırağı olarak çalıştığı yıllarda yazdığı şiirlerle başlamıştı. İlk oyunu da içerdiği güçlü dizelerle ön plana çıkmıştır. “Catilina” 1850 yılında İbsen 22 yaşındayken tamamlandı. Yazarın ifadelerinden yola çıkarak eserin yazılışının iki yıllık bir zaman dilimine yayıldığı anlaşılmaktadır. İbsen’in son oyunu ise 1899 yılında yayınlanan “Biz Ölüler Uyandığımızda”dır. Yazar yarım yüzyıllık oyun yazarlığı kariyeri boyunca çok farklı ekollerde eserler vermiştir:

Basılan ilk oyunu (1850)

  • Catilina

*Bu oyun Roma tarihinden alınma bir hikâyeyi ve Latin bir karakteri temel alarak kaleme alındığı için genelde yazarın romantik milliyetçi oyunları arasında kabul edilmemektedir. Ama sonraki yazılarımızda ayrıntılı biçimde ele ele almayı deneyeceğimiz gibi aslında yazarın kendi dönemin eğilimleriyle uyumlu biçimde Romantizm akımının güçlü etkilerinin hissedildiği bir oyundur.

Sahnelenen ilk oyunu (1851)

  • Tümülüs

*Oyunun ilk sergilenişinde sahneleme anlamında İbsen’in katkısı olmamıştır. 1854’te Bergen’de yapılan ikinci sergilemede İbsen doğrudan rejide yer almış, oyunu baştan sona yeniden yazmıştır. Oyun romantik milliyetçilik akımının içinde yer alır.

Romantik milliyetçi oyunlar (1850-1864)

  • Austrat’lı Leydi Inger
  • Solhaug’da Şölen
  • Olaf Liljekrans
  • Halgeland Kahramanı Vikingler
  • Taç Peşinde

* Bu dönemde yazılan “St. John Gecesi” ve “Aşk Komedisi” adlı oyunlar romantik milliyetçiliğin kıyısında gezinen ama yukarıda belirtilenlerden farklılık gösteren oyunlardır. Bu farklılıkları da ilerideki yazılarımızda konu edineceğiz.

Sembolizm etkisinde yazılan varoluşçu oyunlar (1866-1867)

  • Brand
  • Peer Gynt

Olgunluk dönemi eserleri öncesinde Realizme geçiş oyunları (1869-1873)

  • Gençlik Birliği
  • Kyzer ve Galileililer

Olgunluk dönemi Realist oyunları (1877-1899)

  • Toplumun Dayanakları
  • Nora ya da Bir Bebek Evi
  • Hortlaklar
  • Bir Halk Düşmanı
  • Yaban Ördeği
  • Rosmersholm
  • Denizden Gelen Kadın
  • Hedda Gabler
  • Yapı Ustası Solness
  • Küçük Eyolf
  • John Gabriel Borkman
  • Biz Ölüler Uyanırsak

***

Ivo de Figueiredo, “Çocukluk diye bir şey yoktur, sadece öyküler vardır” diye yazar. Henrik İbsen 1881 kışında öz yaşam öyküsünü kaleme almak için masa başına geçtiğinde düzyazı yazmayı denediği zamanlarda sıklıkla yaşadığı gibi çok fazla ilerleyemeden kalemi bırakmak zorunda kaldı. Yazabildikleri çocukluğunun geçtiği kentle, Skien’le ilgili birkaç sayfadan ibarettir.

İbsen 1828 yılında Skien’de dünyaya geldi. Uzun sürecek yaşamının “çocukluk” denebilecek ilk 15 yılı bu şehirde geçmiştir. O yıllarda Skien, babası Knud’un da mensubu olduğu ticaret burjuvazisinin etkinlikleriyle hızla gelişen, orta büyüklükte, sevimli bir şehirdi. İbsen’in içine doğduğu dünyayı, “bütün Avrupa’da burjuva sınıfının genişlediği ve yüzyıla başarı hikâyeleri ile damgasını vurduğu” o kentlerden birisi olarak tanımlıyor Ivo de Figueiredo: “Burjuvazinin yüzyılı aynı zamanda doğuştan gelen ayrıcalıkların ve sınıflar arası sınırların sonunun yaklaştığı, isteyenin ruhunu satarak bu dünyayı kazandığı –ya da her ikisini birden kaybettiği- özgürlüklerin ve bireyin yükselişinin çağıdır.”

İbsen’in babası, orta ölçekli bir ticarethane sahibi olan Knud ile Skien’in köklü ailelerinden birisine mensup olan annesi Marichen Cornelia Martine, kökenleri ikisinin çocukluk yıllarına kadar uzanan aileler arası bir anlaşmanın gereği 1825 yılında dünya evine girdiler. Evlilikten bir yıl önce gelinin babası ölmüş ve serveti iki kızı arasında pay edilmişti. Bu servet Knud için yeni bir başlangıcın müjdecisi oldu. Evliliklerinin ilk yıllarında büyük bir refah içerisinde yaşayan çift ne yazık ki ilk çocuklarını doğumdan sonra kaybettiler. Yaşayanlar arasında en büyük olan Henrik 1828’de dünyaya geldi. Onu sırasıyla Johan Andreas, Hedvig Katrine, Nicolai Alexander ve Ole Paus izledi.

İbsen’in Skien’de geçen yıllarının ilk yarısı, çocukluk masallarına konu alacak denli şaşaalıydı. Aile Marichen’in Altenburggarden’daki baba evine taşınmış ve çok sayıda zengin komşu edinmişti. İbsen yıllar sonra bu erken çocukluk dönemini akrabalık bağıyla birbirine bağlı üst sınıf ailelerin balolar ve akşam yemekleriyle geçen günleri olarak hatırlayacaktır. Aynı zamanda kültür ve sanatla dolu günler: müzik, kitaplar ve Danimarkalı toplulukların sahnelediği tiyatro oyunları…

Ancak bu masal çok uzun sürmeyecek, oğul İbsen 7 yaşını tamamlamadan babasının mali açıdan çöküşüne tanıklık edecektir. “Yükseliş ve düşüş kapitalizmin nabzıdır” der Figueiredo. Knud İbsen’in iş yaşamındaki başarısızlığı sadece kendisinin değil, zengin bir aileden gelen karısının da tüm servetini kaybetmesine yol açtı. Beş çocuklu ailenin sığınabileceği tek yer, yazları sayfiye olarak kullanılan çiftlik eviydi. Henrik İbsen kalabalık ailesiyle bir arada yaşayacağı son sekiz yılı Venstop’taki bu çitlik evinde geçirdi. (Skien’deki bu çiftlik evi orijinaline sadık kalınarak korunmuş ve İbsen Müzesi haline getirilmiştir. https://www.telemarkmuseum.no/en/henrik-ibsen-museum/)

Skien, o yıllarda kente hâkim olan burjuva kültürünün de etkisiyle iyi okullara ve güçlü öğretmenlere sahipti. Kaybedilen servete rağmen küçük İbsen dönemin standartlarına göre iyi bir eğitim alma şansı buldu. Anlatıldığı kadarıyla yalnızlığı seven, elinde kitaplarla dolaşan, sosyal ortamlarda izleyici olarak kalmayı tercih eden bir çocuktu. İleriki yıllarda şair olmak için çocukluğundan vazgeçtiğini söylemiştir. Tiyatroya olan ilgisi ilk kez bu yıllarda kendisini gösterdi. Okul kitaplarından okuduğu tarihi hikayeleri konu alan epik kukla oyunları yazıyordu. Çiftlikte depo olarak kullanılan bir odayı çocuklara ve yetişkinlere dönük kukla gösterilerinin düzenlendiği bir tiyatro salonu haline getirdi. Küçük yaşlardan itibaren resme olan yeteneği bilinmekteydi. Kartonlar üzerin kendi elleriyle çizdiği kuklaları tahta parçaları üzerine yapıştırarak karakterlerini de kendisi imal ediyordu. Bir gün hayatın gerçeklerine dair önemli dersler çıkarmasını sağlayacak bir olay gerçekleşti. Onu her zaman biraz garip bulan ve belki de zaman zaman zorbalıklarına uğradığı iki çocuk tiyatro salonuna gelerek kuklalarına zarar verdiler. Çaresizlik içinde çırpınan Henrik’in yardımına baba İbsen koştu ve afacanları evden defetti. İleride büyük maddi sorunlarla boğuşmak zorunda kalacak bir kumpanya patronu olarak bu çocukluk anısını belki de tiyatronun her zaman siyasi erk tarafından korunmaya muhtaç bir sanat olduğunu düşünerek hatırlamıştır İbsen.

Sonuçta iyice belirginleşen maddi zorluklar İbsen’in eğitimini sürdürmesine izin vermedi. 1843 yılında, henüz 15 yaşındayken Grimstadt’ta bir eczacının çırak aradığı öğrenerek işe aday oldu. Böylece bir daha dönmemek üzere baba evinden ayrılmayı ve erken yaşta hayata atılmayı tercih etti. O zamanlarda ailesinden bu mesleği öğrenmenin ileride almayı düşündüğü tıp eğitimi için kendisine avantaj sağlayacağını ileri sürerek izin almıştı. Elbette bu plan hiçbir zaman gerçekleşmedi.

***

Figueiredo, Grimstadt’ta geçirdiği dönemi tarif ederken, bunların genç Henrik için uzun çalışma saatleri ve yoksulluk içinde geçen ama aynı zamanda onun yazar kişiliğini şekillendiren verimli yıllar olduğunu belirtir. Henüz 15 yaşındayken içi kitap dolu bir bavulla kapısından içeri girdiği Jens Arup Reimann’ın eczanesi, içerisinde bir atölye ve dükkânı da barındıran ama aynı zamanda deneyimli eczacı ve ailesinin, hizmetçiler, çıraklar ve kalfalarla beraber içinde yaşadığı büyük bir konaktı.

İbsen her zaman kalabalık ve hareketli olan bu evde yalnızca geceleri herkes uyuduktan sonra yalnız kaldığında gerçekten zevk aldığı şeylere zaman ayırabiliyordu: Okumak ve yazmak. O zamanlar gözdesi şiirdi ve muhtemelen baba evinden uzakta yalnız geçen gecelerde gelecekte önemli bir şair olduğunu hayal etmekten büyük keyif alıyordu. O dönemlerde karaladığı bir şeyler olmuşsa da günümüze ulaşmamıştır.

Yine aynı yıllar genç Henrik’in cinselliği keşfettiği ve ilgisinin büyük bir bölümünü kızlara yönelttiği dönemlerdi. Romantik aşk şiirlerine dönüştürmekle yetindiği sürece bu yeni merakın ona bir zararı dokunmazdı. Ancak iş bununla kalmadı ve kendisinden 10 yaş kadar büyük olan Else Sophie adlı bir hizmetçi kızla yaşadığı küçük kaçamakların sonucu ağır oldu: Hamile kaldığını gizlemek için şehirden ayrılan ve 1846 yılının yaz aylarında Hans Jacop adını vereceği, kilise tutanaklarında “gayrimeşru” olarak kayda geçen oğlunu dünyaya getiren Else Sophie çocuğun babasının kesinlikle Henrik olduğunu iddia ediyordu. İbsen, 18 yaşındayken sahip olduğu ve hayatı boyunca hiç görmediği ilk oğlu için anneye 14 yıl boyunca nafaka ödemeye devam etti. Zaten çok düşük bir maaşla yaşamını sürdürmeye çalışan bir çırak için ilk yıllarda oldukça büyük bir yüktü bu.  Ekonomik zorluklar sadece genç çırak için değil, eczane sahibi Reimann için de geçerliydi. Ödeyemediği borçları yüzünden dükkanını eski kalfalarından birisine, Lars Nielsen’e satmak zorunda kaldı. İlk iş olarak eczaneyi daha merkezi bir noktaya taşıma kararı alan yeni patron artık deneyim kazanmış bir çalışan olan Henrik’i sağ kolu olarak işin başına geçirmeye karar vermişti. Bu durum genç Henrik’in yaşam koşullarının biraz olsun iyileşeceği anlamına geliyordu. (Grimstadt’ta İbsen’in aynı zamanda içerisinde bir süre yaşadığı ve ilk oyunu Catilina’yı yazdığı bu ikinci dükkân bugün müze haline getirilmiştir. https://www.gbm.no/ibsenmuseet/no/)

Nielsen ve İbsen’in yaşları yakın olmasına ve her iki adam aynı evi paylaşmalarına rağmen dostlukları çok sıkı değildi. İbsen’in bu tarihlerde sık sık buluştuğu ve kendi entelektüel ilgilerini paylaşan farklı iki arkadaşı vardı: Gümrük memuru Cristopher Due ve bir hukuk öğrencisi olan Ole Schulerud. İbsen ilk tiyatro eseri olan “Catilina”yı bu iki arkadaşının bilgisi dahilinde ve hatta zaman zaman onların önerilerini de dikkate alarak kaleme almıştı. 1875 yılında Catilina’yı yeniden yayına hazırlarken yazdığı önsözde bu iki yakın dostuyla geliştirdiği ortaklığa şu şekilde yer vermeyi tercih etti: “Oyun yazmak gibi bir iş, o gerçeğe karşı anlayışsız olan benimki gibi bir çevreden gizli tutulmalıydı elbet ama yirmi yaşındaki bir yazarın hiç kimse bilmeksizin bunu kaldırması pek mümkün olmadığından yaptığımı, aynı yaştaki iki arkadaşıma açtım. “Catilina” yazıldığında üçümüz büyük beklentilere girdik. Bir yazarın isminin Christania Tiyatrosu’ndan içeri adım atabilmesi ve aynı zamanda basılarak yayınlanabilmesi için, öncelikle yazılanın temize çekilmesi gerekiyordu. Bana inançla bağlı ikiliden birisi, benim düzensiz kabaca yazılmış müsveddemi tertemiz bir metin halinde yazma zahmetine katlandı (…)  Artık hayatta olmadığı için burada adını vereceğim ikinci arkadaşım, o zamanlar öğrenci, sonradan avukat olan Ole Schulerud is metni aldığı gibi Christania’nın yolunu tuttu.”[2]

Ancak ne dönemin en önemli sanat kurumlarından olan Christania Tiyatrosu oyunu repertuvarına almayı, ne de herhangi bir yayınevi eseri parasız basmayı kabul etti. Yaşanan Grimstadtlı gençler için tam bir hayal kırıklığıydı. Daha ilk girişimlerinde kültür ve sanat endüstrisinin çarklarını sarsacaklarını düşünmüşler ama yanıldıklarını kısa sürede anlamışlardı. Ama pes etmeye niyetleri yoktu. Oyunun baskı masraflarını kendileri karşıladılar.

***

Henrik İbsen, oyun yazmaya karar vermeden önce ilk ürünlerini şiir alanında vermişti. Kariyerinin başında gelecek vadettiği alan dize yazarlığıydı. İlk şiiri “Christania Post” adlı bir gazetede 28 Eylül 1849’da yayınlanmıştı. Bu ilk denemeler dönemin atmosferine uygun biçimde kaleme alınmış romantik aşk ve milliyetçilik şiirleriydi. İşvereni Lars Nielsen’in aile dostu olan ve genç İbsen’in sık sık kütüphanesini ziyaret ettiği Georgianna Crawford’un kitapları arasında şu yazarların isimlerine rastlamak mümkündü: Kierkegaard, Wergeland, Schiller, Lessing, Goethe ve elbette Shakespeare. Biyografi yazarı Figueiredo’nun, Ibsen’in bu kitaplar arasında kendi Sturm und Drang’ını yaşadığını söylemesi boşuna değildir. Aynı dönemde tiyatroların repertuvarlarında da Danimarkalı oyun yazarlarının egemenliği yaşanmaktaydı: Gözde isimler Oehlanschlager, Heiberg ve Holberg. İlerleyen yazılarımızda bu yazarların İskandinav oyun yazarlığına etkilerini ele almaya çalışacağız.

İbsen, gerçek bir kitap kurdu, aynı zamanda bir entelektüel ve yazar adayı olarak heyecanla şiirler kaleme aldığı o yıllardaki düşünsel atmosferi, “Catilina”nın önsözünde şu şekilde anlatmaktaydı: “Son derece hareketli yıllardı. Şubat Devrimi (Fransa 1848) olsun, Macaristan’daki veya başka yerlerdeki ayaklanmalar olsun, Schleswig Savaşı olsun, bütün bunlar, nice yarım kalmış ve sonra da öyle kalacak olsalar dahi benim gelişmemi fena halde etkiliyor ve benden bir şeyler bekliyordu.”

İşte bu hareketli yıllardan geçilirken genç İbsen, ilk gençliğini yaşadığı ve büyük atılımlara girişmek için hazırlıklarını tamamladığı Grimstadt’tan ayrılmaya ve başkente, o zamanki adıyla Christania’ya (Oslo) gitmek için bir kez daha bavulunu toplamaya başladı. Görünürdeki sebep üniversiteye giriş için hazırlanmaktı. Üstelik bu sefer Skien’den gelirken olduğu gibi elleri bomboş değildi. Arkadaşlarının desteğiyle yayınladığı ve Christania’daki üniversiteli gençler arasında ses getirdiği söylenen ilk kitabını da yanına alıyordu: “Catalina”. Sonraki yazımızda bu oyunu detaylı biçimde ele almayı planlıyoruz.

[1]  Yüzünün tahrip olması nedeniyle kim olduğunu anlayamadığımız Gize’deki Sfenks heykeline referans yapılıyor.

[2] Henrik İbsen, “Catilina’nın İkinci Basımına Önsöz”, Henrik İbsen Toplu Oyunları 1: Catilina ve Bir Halk Düşmanı, Çev. Yılmaz Onay, Mitos Boyut Yayınları, İstanbul 2011.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Fırat Güllü

Yanıtla