Romandan Tiyatroya; : “O/Hakkari’de Bir Mevsim”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ceyda Zuhal ŞAKAR[1]

 ÖZET

Bu çalışmamızda Çağdaş Türk Edebiyatı yazarlarımızdan olan Ferit Edgü’nün 1977 yılında kaleme aldığı O/Hakkâri’de Bir Mevsim adlı romanı ile 2017 yılında Sarı Sandalye Tiyatro Topluluğu tarafından sahneye uyarlanan aynı isimli O/Hakkâri’de Bir Mevsim oyunu metinlerarasılık ve uyarlama bağlamında incelenecektir. Bu çalışmada yararlanılacak kaynaklar; Kubilay Aktulum Metinlerarası İlişkiler, Özdemir Nutku Sahne Bilgisi, Ferit Edgü Hepimize Mektuplar ve Zeliha Arı’nın Ferit Edgü’nün Öykü ve Romanlarında Anlatım Teknikleri adlı tezinden faydalanılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Metinlerarsılık ,Uyarlama, Ferit Edgü,

 GİRİŞ

Yirmi birinci yüzyılda büyük bir hızla değişen ve gelişen dünyamızda hiç kuşkusuz disiplinler arasındaki sınırlar da oldukça gelişmiştir. Bu gelişme bilim ve teknolojide olduğu gibi sanat alanlarında da kendini göstermiştir. Tiyatro ve edebiyat birbirinden farklı iki sanat dalı olarak görülse de birbirleriyle sıkı bir etkileşim içerisindedirler. Romandan tiyatroya aktarılan eserlerde bu etkileşimin birer ürünü olarak karşımıza çıkarlar. Anlatı olarak yazılan roman, bir takım teknik değişiklikler ve yaratıcı çalışmalarla sahne sanatı olan tiyatroya dönüşür. Son yıllarda türler arasında giderek artan disiplinler arası bu çalışmaların kuramsal bir zemine oturtma ihtiyacı hissedilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla romandan tiyatroya uyarlanan eserlerde, anlatı unsurları azaltılır, sıkıştırılır ve daha da yoğunlaşır. Öyle ki romanda uzun tasvirler yapılarak ayrıntılarla dolu bir üslup kullanılabilir. Bir olay ya da karakter hakkında uzun açıklamalar yapılabildiği gibi, olayın öncesi ve kahramanın geçmişi hakkında da bilgi vermek mümkündür. Romanda karakterin zihninden geçenleri yansıtmak da mümkündür. Ancak romanda sayfalarca anlatılması mümkün olan tiyatroda yapılamaz. Çünkü anlatılmak istenen kısa, anlaşılabilir ve net olmalıdır. Romandan kopmadan vurucu diyaloglarla ve yalın bir dille anlatılmalıdır. Romanda bir olayın süresi aylar hatta yıllar sürebilir. Ancak tiyatroda bir olayın yıllarca sürmesi mümkün değildir Olaylar arasında mantıksal bir boşluk olmayacak şekilde ayrıntılar varsa betimlemeler çıkarılarak çözülmeye çalışılır. Bu yapılırken de kurguyu bozmadan nasıl çıkarılacağı sorularına cevap verilebilmelidir. Tiyatro, sınırlı bir sürede belirli kişiye hitap ederken roman her şeye uzaktan bakabilir bu nedenle daha esnektir. Bu farklılıklar daha da artırılabilir. Biliyoruz ki Sanat dallarını birbirilerinden ayıran en belirgin özellikleri kullandıkları araçlardır. Bir sanat eserinin başka bir esere dönüştürebilmek içinse bu araçları metinler arasında kullanabilmek ve bunun için gerekli teknikleri bilmek gerekmektedir. Bu bağlamda ise karşımıza metinlerarasılık ve uyarlama kavramları çıkmaktadır.

Metinlerarasılık; yirminci yüzyılda geliştirilen edebiyat eserlerinde büyük önem kazanan, modernizm ve postmodernizm akımlarının en önemli öğelerinden biri haline gelen daha önce yazılmış bir metnin başka metinlerle ilişkisi üzerinden anlaşılması ve yorumlanması olarak açıklanabilir. Bu kavram kimileri tarafından; “yeniden yazım” işlemi olarak da isimlendirilir. Yani yazar bir başka metinden alınmış herhangi bir parçayı kendi metniyle harmanlar. Bir metni farklı boyutlarla incelenmesi metin çeşitliliğini artırdığını ifade eden metinlerarasılık böylelikle metinler arasındaki boyutluluğa da değinir. Metinlerarasılıkla uygulamacı, metne hem metin hem yazar hem de okur boyutuyla baktığı için zengin ve geniş bir bakış açısı kazandırır. Bu geniş bakış açısını kazanan uygulamacı metinler arasındaki boyutlu düzlemi de ayırt edebilecek kıvama gelir. Böylelikle metne daha derinlemesine girerek farklı anlamlar çıkaracağını düşünür. Genel bir bakış açısıyla metinlerarasılık; bir metnin başka bir metinden bağımsız okunamayacağını öngörür. Sonuç olarak yaygın bir kullanım olan metinlerarasılık çeşitli kuramcılar tarafından çalışmalar yapılarak günümüze taşınmıştır.[2]

Uyarlama ise; kelime anlamı olarak “bir eseri çevrildiği dilin, konuşulduğu toplumun yaşayışına, inançlarına uydurma.”[3] şeklinde tanımlanmaktadır. Temel olarak bakıldığında uyarlama bir çeviri işlemidir. Çeviri ile anlatılmak istenen sadece dilsel değildir. Sanat disiplinleri açısından bakıldığında uyarlanan ve uyarlamanın yapıldığı dalların anlatım araçları arasında yapılan da çeviri işlemidir[4]. Bu doğrultuda bakıldığında Tiyatroda uyarlama, bir sanat dalına ait yerli ya da yabancı bir eserin çevrileceği ülkenin diline, görgü ve göreneklerine, ahlak ve değer anlayışlarına uygun bir şekilde sahneye taşınması işlemidir denilebilir.

Uyarlama, bir sanat eserinde var olan öğeleri yeni esere gerekli tekniklerle aktararak yeni bir sanat eseri oluşturma eylemidir. Edebiyat ve tiyatro uyarlama ilişkisi incelenirken ilk olarak bakılması gereken her iki sanat dalının da birbiri içine evirilebilen özelliklerinden çok hayatla olan bağları olmalıdır. Uyarlamada ikinci unsur ise sahne dilidir. Bir romandan tiyatroya uyarlama yapılacaksa oluşturulacak metnin dili roman dilinden çıkartılıp sahne diline aktarılmalıdır. Çünkü bir cümle, roman dilinde düz yazı şeklinde yazılırken tiyatro dilinde karşısındaki oyuncudan karşılık alınacak şekle ve edebi dilden kurtarılıp tiyatro diline çevrilmiş bir hale getirilmelidir.

Uyarlama hususunda düşünülmesi gereken bir diğer konuda, uyarlaması yapılan eserden yeni bir metin yaratmanın, bu çalışmada yapıt ve yöntemlerin açtığı yeni yolun da kendi içinde ne kadar tutarlı olup olmadığıdır.

Konuyla ilgili Zehra İpşiroğlu’nun Tiyatroda Düşünsellik [5] eserinde verdiği örnekte şöyle açıklar;

Ferhan Şensoy’un Brecht’in ” Üç Kuruşluk Operasından uyarladığı “Üç Kurşunluk Opera” (1995) buna örnek gösterilebilir. Yoğun bir ahlak çöküntüsünün yaşandığı günümüz Türkiye’sinde geçen “Üç Kurşunluk Opera” hem “Üç Ku­ruşluk Opera”nın olaylar dizisini, tiplemelerini ve düşünsel boyutunu koruyor, hem de türlü buluşlarla yaşadığımız ortamla hesaplaşmamızı sağlıyor. “Üç Kuruşluk Opera”daki Sustalı Mackie’nin yerel bir çeşitlemesi olan Binboğa Mahmut’un her tür üç kağıtçılığı ve ahlaksızlığı Atatürkçü kılıfa sokması, Brecht’in çizgisinde çarpıcı bir yabancılaştırma ögesi oluşturuyor.”

Bu da bize yazarın yapıtı oluştururken kullanmış olduğu yöntemlerin seyirciye doğru ve  tutarlı olarak aktardığını gösterir. Romandan tiyatroya uyarlama için öncelikle Roman ile tiyatro arasındaki ayırıma dikkat çekmeliyiz.

“En göze çarpan ayrım, birinin kitap yoluyla okura, ötekinin ise sahne yoluyla seyirciye seslenmesidir. Roman türünün türlü biçimlere, kalıplara girebilen bir esnekliği vardır. Çeşitli anlatım amaçlarına göre biçimlendirilebilir. Oysa oyun yazarının eli kolu bağlıdır. Romancı görüş açısını kolaylıkla değiştirebilir. İster “ben” romanı, isterse “o” romanı yazar, okuyucuna doğrudan doğruya seslenebilir, canı isteyince şöyle topluca bir bakışla yetinebilir veya tiyatronun başlıca anlatı yolu söyleşmeye de başvurabilir. İstediğinde bilinçaltına iner, kişilerin iç söylenişlerini iletebilir. Sonra uzunluk da işe karışır. Dostoyevski’nin, Balzac’ın, Mann’ın yüzlerce veya binlerce yaprakta yaptığını oyun yazarı, kısa ölçülere sığdırmak zorundadır” [6].

Roman, bir sonsuzluğu yalnızca bir kişiye yani okura sunarken, tiyatro binlerce kişiye aynı anda  kendini göstermektedir. Roman, bir kişinin hoşgörüsüne sunulurken, tiyatro da binlerce kişinin beğenisine aynı anda hitap etmek zorundadır. Roman ve tiyatro metinleri birbirlerine yakınmış gibi görünse de oldukça net çizgilerle ayrılan yanları vardır. Bu durumla ilgili Özdemir Nutku;

”Tiyatro yapıtı daha doğarken yazınsal yapıttan ayrılır; çünkü sözcük ve kitap biçimleri içinde saptanmış yazın tek kişinin yaratıcılığı ile ortaya çıkar(…)Oysa tiyatro birliktelik başarısına bağlıdır; çeşitli güçlerin birlikte çalışmasıyla yapıt ortaya çıkarılır. Oyun yazarının, dramaturgun, yönetmenin dekor ve  giysi sanatçısının, ışıklama uzmanının, oyuncunun, ezgileyenlerin, dansçıların, çalgıcıların, fıslayıcıların, çağrıcılarının ve daha birçoklarının hep birlikte, uyumlu çalışmasıyla tiyatro yapıtı doğar. Ancak bunlar da yetmez, bir tiyatro yapıtının etkisini, katkısını yapabilmesi için seyirciye de gereksinme vardır. Tiyatronun yaşamı sahneden seyirciye, seyirciden sahneye olan kan dolaşımı ile gerçekleşir[7].

Bu farklılıklar uyarlama yapılan tiyatro metninde zaman-mekan, kişi ve olay örgüsünde yapılan değişiklikler olarak karşımıza çıkar. Bu da eserler arasında hem farklı dil kullanımı ile kaleme alınmalarının hem de uyarlama yapan yazarın esere ne kadar bağlı kalacağını ve kullanacağı yöntemleri bize gösterir. Konuyla ilgili kuramcıların uyarlama türleriyle ilgili adlandırmalarına baktığımız zaman, birbirlerine yakın sınıflandırmalar yaptıklarını görürüz. Buna örnek verecek olursak; Giannetti ve Leach’e göre;

“Uyarlama yapan kişinin gerçek problemi; bir edebi eserin içeriğini nasıl yeniden üretebileceği değil, ana temanın ham haline ne kadar uzaklıkta durması gerektiğidir. Uyarlamada sadakatin derecesi bize üç çeşit uyarlama şeklini sunar. Bunlar: sadık uyarlama, serbest uyarlama ve birebir uyarlamadır.[8]

Temel olarak, bu sınıflandırmaları asıl esere ne kadar sadık kalındığını belirlemektedir. Bu bağlamda üç çeşit uyarlama vardır. Bunlardan birincisi; serbest uyarlama, çağdaş eser. Yazar eseri esin kaynağı olarak kullanmıştır. Yazar eserden yola çıkarak kendi eserini ortaya çıkarır. İkincisi; sadık uyarlama, eserin özünün aktarıldığı ve özün korunarak ortaya çıkarılan eserdir. Üçüncüsü ise; birebir uyarlamadır. Eser sahneye birebir aktarılır. Bilinmelidir ki iyi bir uyarlamanın yapılması yazar tarafından kaynağın iyi çözümlenmesi ve kaleme alacağı oyunla paralel okumalar yapmasıdır. Tiyatronun her sanat dalıyla etkileşimi vardır. Ancak her etkileşimin de kendine göre görev, üslup ve teknikleri vardır. Bir tiyatro eserini romandan tiyatroya uyarlayacaksak oluşturulacak metin, tiyatro kuralları dahlinde yeni bir oluşum sağlamalıdır. Teorik olarak da bazı kavramların tahlil edilerek konuların tespit edilmesi ve pratiğe geçilmesi gerekmektedir.

O/Hakkari’de Bir Mevsim Romanı

İsmail Ferit Edgü, 24 Şubat 1936 yılında İstanbul‘da doğmuştur. Şiir, öykü, roman, deneme aforizma ve biyografi gibi birçok türde eserleri olan yazar varoluşçuluk, gerçeküstücülük akımlarından etkilenen yazar, Türk edebiyatında Sait Faik, dünya edebiyatında ise özellikle Kafka, Beckett, Sartre, Çehov gibi büyük yazarların kendisi üzerindeki etkilerini her fırsatta dile getirmiştir.[9] Sanat hayatı boyunca hep “yeni” nin peşinde olan ve alışıldığın dışına çıkan eserleriyle, kendine özgü üslubuyla Çağdaş Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri olmuştur.

Edgü’nün, yurt dışında altı yıl boyunca çeşitli sanat alanlarında çalışmalar yapmıştır. Ülkeye döndükten hemen sonra askerlik görevini öğretmen olarak yapmak üzere gittiği Hakkâri’nin Pirkanis köyünde (günümüzdeki adı Işıklar) yaşadıklarını yıllar sonra düşle gerçeği bir arada kurgulayarak kaleme almış ve 1977 yılında “O/Hakkâri’de Bir Mevsim“ adlı romanı yazmıştır. İncelememize konu olan roman, yazarın sanat hayatını Hakkâri öncesi ve Hakkâri sonrası olarak iki döneme ayırmıştır.

Romanın ilk bölümü “Ön ve Son söz” başlığını taşır. İlk söylenen söz aslında son sözdür. Olayları anlatan anlatıcı yıllar sonra Hakkâri’nin onda bıraktığı etkinin sonucu tüm yaşadıklarını yazmaya karar verir. Bu sonuç eserin başlangıcıdır. Olay örgüsünün dışında gibi görünen bu bölüm, aslında bütünüyle romanı kapsamakta, romanın yazılış nedenini de aslında anlatmaktadır. Böylelikle romanın tanıtımını gerçekleştiren yazar kimi yerde okuyucuya da seslenerek, onunla eserin başında iletişime geçmektedir ve ilk etapta okuyucuyu da serüvene içine almaktadır.

Roman kendinden kaçan ve yine kendini bulma arayışı içinde olan kahramanın köyün yaşam koşullarına ve insanlarına karşı oluşturduğu çatışma ekseninde gelişir. Roman kahramanı  “O”, sıcak memleketlerden, denizlerden, medeniyetin büyük kentlerinden neden ya da nasıl geldiği belli olmadan kendisini yüksek sarp dağların olduğu, soğuk, ıssız, yoksul ve medeniyetten uzak bir yerde bulur. Bir sürgün mü yoksa bir deniz kazası sonucu mu geldiğini bilmeden Hakkâri‘nin Pirkanis köyüne gelen ya da gelmek zorunda kalan bir denizcidir. Dillerini bilmediği yoksul ve çaresizce kendi kaderine bırakılmış olan insanların içinde bir öğretmen olarak hem onlara “öğretecek” hem de onlardan  “öğrenecek” olandır.

Romanda coğrafi engellerin insanlığı kuşattığı bir ortamda sunulur olaylar ve kişiler. Bu anlamda mekan, önemli işlevler yüklenmiştir. Kullanılan “deniz” ve “dağ” metaforları birbirine zıt olan farklı gerçekliği, yaşamı ve farklı insan tipini simgeler. Gerçek mi yoksa düş mü olduğu belli olmayan belirsiz bırakılan bir deniz kazasından sonra kendini karla kaplı kayaların üzerinde bulan bir denizcidir romanın anlatıcı kişisi. Edgü, romanda geldiği toplumla karşılaştığı toplum arasındaki farkı göstermek ister. Toplumsal göndermeler ağır basmaktadır. “Bireysel olan” dan hareketle “toplumsal olan”a, bir geçiş vardır. Onun sefalet, bilgisizlik ve zor koşullar içerisinde yaşayan insanlara bakışı, onlara karşı duyduğu yakınlık ve onlar için elinden geleni yapma çabası samimi bir biçimde verilmiştir.

Yazar, “Nesnel koşulların bilincine varmak! (…) tek eksiğim buydu” [10] dediği yere okuyucuyu çekmektedir. “Arada bir insanın kendini bir başkasının yerine koyması gerek. Ve belli bir  sürenin geçmesi. Olayları değerlendirebilmek için. Nesnel olabilmek için. Tabii eğer nesnellik varsa. Ben de öyle yaptım”  [11] diyecektir.

Romanda Edgü, eleştirmek yerine “anlamaya” çalışan bir aydın olarak çıkar karşımıza. Bu da romana daha insanca bir bakış açısı katar. Köydeki insanların zor şartlar altındaki yaşam koşulları ve çaresizlikleri, “dil” aracılığıyla, yöre çocuklarının ağzından “Ölüm” sözcüğüyle ilgili kurdukları cümlelerle en yalın ve en doğal haliyle verilir; Herkes ölür , Hasta ola öle ,Toktor yok ölüm va ,Benim kardeş öldü Kurt köpek yedi.[12]

Daha sonra öğretmen öğrencilerine, “Hadi bakalım, şimdi bana, silmeden, benim dilimden, benim size öğreteceğim, öğretmem istenen dilden, bildiğiniz tüm sözcükleri yazın defterinizin ilk sayfasına.” der.[13] Amacı, ortak dili yakalamaktır. Toplamda bildikleri sözcük sayısını 50 ila 100 arası sözcük olarak saptar. Bu sözcükler aynı zamanda orada yaşayan insanların yaşam koşullarını, bakış açılarını ve beklentilerini yansıtan sözcüklerdir; “kar, ana, bayrak, dağ, kurt ,öğretmen ,köy, köpek ,yol ,ağaç…”[14]

Roman, parça parça ve farklı biçimlerde yazılmıştır. Klasik romanın bütünsel görünümünden uzak kendine özgü bir yapı sergiler. Modern ve postmodern romanlarda sıklıkla kullanılan bu özellik, eserin en dikkat çekici unsurlarından biridir. Romanın ikinci bölümünde yer alan alt bölümler, kendi başlarına adeta birer kısa öykü niteliğindedirler. Bu kısa parçalarda daha çok yöre insanlarını tanırız. Köyün sosyal panoramasını görürüz adeta. Öğretmenden muska yapmasını isteyenler, ziyaret edip tek kelime konuşmadan gidenler, köyde dert yakınan kadınlar ve satılan kızlar, haber getirenler, haber götürenler, çocukları ölen kadınlar, analar, babalar, ölmek üzere olan yakının son isteğini yerine getirmeye çalışan çaresiz insanlar, umut arayan ancak kaderine teslim edilmiş köy insanları. Belki birkaç cümleyle ya da tek bir satırla dile gelen ve anlatılan çarpıcı hayat hikayeleri romanın iskeletini oluşturup onu tamamlamaktadırlar.

Roman, öğretmen tarafından kahraman anlatıcı konumuyla ve birinci tekil kişi anlatımıyla sunulmaktadır; ancak anlatıcının durumu ve olaylara bakışı roman boyunca aynı kalmaz. Birinci tekil kişinin bakış açısından, üçüncü tekil kişinin bakış açısına ve tekrar birinci tekil kişinin bakış açısına geçişler yapıldığını ve böylece anlatımın sürekli değiştiğini görürüz. “O” anlatıma geçiş, anlatıcının kendine karşı mesafe kazanarak kendini ve yaşadıklarını nesnel açıdan yansıtmayı denemesidir. Oysa bir süre sonra yine ben anlatıma dönerek anlatıcı yaşadıklarını kişisel anlatımıyla anlatmaya devam etmiştir. Yazarın eserlerinde zamanın belirsizliği de dikkat çekici boyuttadır. Onun eserlerinde ‘an’ın anlatımı, geçmiş, gelecek ve şimdiki zamanın geriye ve ileriye dönüşlerle aynı düzlemde yer alması düşle gerçeğin bir arada iç içe verilmesi öznel bir zaman anlayışını ortaya koyar. Söz konusu eserde de ‘an’ın anlatımı daha fazla ön plandadır. Romanda göze çarpan bir diğer özellikte birçok anlatım tekniğini bir arada kullanılmış olmasıdır. Bunlar; anlatma, gösterme, tasvir, açıklama, yorumlama, montaj, iç monolog, diyalog, iç diyalog, geriye dönüş ve mektup teknikleridir.

Romanda görüyoruz ki yazar eleştirmek yerine roman kişilerinin içinde bulundukları durumu yani olanı olduğu gibi anlatarak aydın-halk, şehirli-köylü, devlet-halk merkezli çatışmaları irdelemiştir. Sosyal adaletsizlik, yozlaşma, başkaldırı, bunalım, yaşamın saçmalığı, anlam arayışı, yersiz-yurtsuzluk, çaresizlik, iletişimsizlik ve yalnızlık gibi bireyin zamansal ve mekânsal izlekleri belirginleşmiştir. Edgü’nün kişileri varoluş durumlarıyla olanaksız, boşuna direnen hiçlik boyutunda geleceğe ümitsiz bakan özellikleriyle Kafka’nın kişilerini hatırlatır.[15]

Yazar bu romanında diyaloglar ve içsel konuşmalar ile ilgi çekici bir eser yaratmıştır. Şiirsel bir dille yerelden evrensele uzanmaya çalışan bir düşün çeşitliliği oluşturmak istemiştir. Varoluşçuluk akımının etkisinde olan yazarın bu romanında da bu düşünce sisteminin etkilerini görürüz.

 O/Hakkari’de Bir Mevsim Oyunu

Ferit Edgü’nün romanı Sarı Sandalye Tiyatro Grubu (Erhan Çene, Çağdaş Ekin Şişman ve Yiğit Tuna) tarafından 2015 yılında uyarlanmış ve oyun ilk kez 20. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında 2016 yılında sahnelenmiştir. Oyunu kısaca özetleyecek olursak “O”, romanda olduğu gibi kendini bir gün ülkenin doğusunda, bir dağ başında, Hakkâri’nin Pirkanis köyünde bulur. Geçmişine dair hiçbir şey hatırlamaz. Düş ile gerçek arasında yol alırken bir yandan orayı ve oradakileri tanımakta bir yandan da kendini var etme çabasındadır.

Romanda hikayeler parça parça anlatılmış olmasına rağmen oyun tek perdeden oluşmaktadır. Metin, romanın belli bölümleri kullanılarak eksiltme yöntemiyle fazlalıklar çıkarılarak düzenlenmiştir. Romanda çok fazla odak olmasına rağmen bunlar; yabancılık, yalnızlık, cinsel arzu meselesi, dil farklılığı üzerinden iletişim sorunu gibi, ancak oyunda bunlar arasından sadece karakterin yabancılığı alınıp diğerleri dışarıda bırakılmıştır. Oyunda kaynak eserin özüne sadık kalınsa da yazarın yapmış olduğu bazı eklemelerle oyun adeta yeni bir metne dönüşerek Serbest Uyarlama yöntemiyle yazılmıştır. Yani yazar eserden yola çıkarak kendi eserini ortaya çıkarmıştır. Romanda olduğu gibi “O” kendisini bilmediği bir yerde, bilmediği insanların içinde bulur. Oyunda bu kayboluşla başlar;

O: Teknem kayalara çarpıp-

1,2: (fısıltı, kanon) Teknem kayalara çarpıp

O: Neredeydi ne zamandı-

3,4: (fısıltı, kanon) Neredeydi ne zamandı

O: Kendimi bir dağ başında-

5,6: (fısıltı, kanon) Kendimi bir dağ başında

O: Pirkanis-

2,3,4: (fısıltı, kanon) Pirkanis[16].

Oyunda adını ve kim olduğunu bilmeyen, nerden geldiğini anımsayamayan kahramanın kendi bilincinden, tamamen yabancısı olduğu bir dünyanın anlatımını görürüz. Kahramanın, düşle gerçek arasındaki bir serüveni, yalnızlığı, çaresizliği, umutsuzluğu en derin boyutlarıyla yaşadığı bu dünyanın, onun dışında ama aynı zamanda da içinde yaşamak zorunda olduğu, değiştiremeyeceği bir dünyadır. Romanda merkezde köyde yaşayanların ve bölge halkının sorunları varken oyunun “bellek” ekseninde oluşturulduğunu ve kahramanın gittiği yerde yaşayan insanlarla ortak bir dil oluşturma çabası üzerine inşa edildiğini görürüz.

O: Anlamak için ortak bir dil-

1,2,3,4,5,6: (fısıltı, aynı anda) Anlamak için ortak bir dil

1,2,3,4,5,6 cümlelerini aynı anda fısıltı halinden başlayarak yükseltirler.

1: Olsun, bizden iyi anlarsın.

2: Gelecek kimse yok.

3: Ne anlatıyorsun hocam hem niye anlatıyorsun bunları bana?

4: Sizin bilmediğiniz bir dil[17].

Roman yapısı itibarıyla, betimlemelere ve özetlemeye uygun bir türdür. Bu uygulama olayların parçaları arasındaki bağlantıyı kurar. Tiyatroda ise bu parçaların eylem içerisinde verilmesi gerekir. Dolayısıyla yazar, romanı tiyatroya uyarlarken anlatının her unsurunda olduğu gibi olay dizisinde de ekonomik bir tavır içerisine girmiş ve can alıcı yerleri izleyicinin dikkatine sunmuştur. Romanda kahramanların kim olduğu bilinir ve hikayelerini detaylı bir biçimde anlatıcıdan dinleriz. Ancak oyunda “O” dışındaki altı oyuncu numaralandırılarak çıkar karşımıza ve kim oldukları hakkında bilgi verilmez. Oyunda kahramanın yalnız kaldığı, kendi içinde yoğrulup fikirlerini geliştirdiği sahnelerle, gittiği yerdeki yaşamsal mücadelenin içinde geçen sahneleri ayrılmıştır. Bölgenin coğrafi yapısı nedeniyle yaşam koşullarının zorluğunu, bölge insanının yaşayabilmek için göz yumduklarını, çaresizliklerini, kabullenişlerini ama aynı zamanda da her şeye rağmen umutları gösterilmiştir. Oyun anlatı türünde yazılmış ve romanda olduğu gibi bireyin yalnızlığı ve iletişimsizlik temaları işlenmektedir. Romanda olduğu gibi yaşananlar olduğu gibi anlatılarak aydın-halk, şehirli-köylü, devlet-halk arasında ki çatışmaları verilir. Zaman romanda olduğu gibi “an”dır. Roman akıcı şiirsel bir dille ve bir çok bakış açısıyla anlatılmıştır. Ancak oyunda sadece birinci tekil kişi tarafından dinleriz olayları. Romandaki dilin şiirselliği ve çeşitliliği oyunda beden ve sesin yarattığı ahenkle gösterilmeye çalışılmıştır. Oyunda da romanda olduğu gibi düş ile gerçek arasında kalan “O” çocuklara öğretmenlik yapmaya çabalayıp ve aynı ülkenin insanlarıyla ilk defa bu kadar yakınlaşmanın sarsıcı gerçekleriyle yüzleşir. Bu yüzleşmeyse kendisiyle hesaplaşmasını neden olur. Sarı Sandalye Tiyatro Grubu, hikayenin özüne ve duygusuna odaklanarak, soyut bir mekanda ve denizi hatırlatan halat metaforunu sahnede kullanarak lirik bir anlatım yaratmıştır. Işık ve gölgenin yanı sıra ses ve oyuncuların beden diliyle de dikkat çeken bir metin çalışması yapmıştır.

SONUÇ

Eserlerin karşılaştırılması sonucunda ortaya çıkan veriler göstermiştir ki roman türündeki bir eser tiyatroya uyarlanırken birtakım yöntemler kullanılmalıdır. Bu yöntemlerin ilki, romandaki ayrıntıların tiyatro sahnesine nasıl aktarılacağı diğeri fazlalık olarak görülen kısımların kurguyu bozmadan nasıl çıkarılacağı sorularının cevabıdır. Bunun en bilindik yanıtı ise anlatının oyuna uyarlanırken küçültülmesidir. Dolayısıyla, “0/Hakkari’de Bir Mevsim” adlı romandan uyarlanan aynı isimli “0/Hakkari’de Bir Mevsim” oyununda yalnızca ana hikaye çizgisi üzerindeki olaylara yer verilmiştir. Çıkarılması mümkün olmayanlar ise korunmuştur.

O/Hakkâri’de Bir Mevsim de romanında merkezde yörenin insanları vardır. Zor yasam koşulları içinde bir yaşama sürüklenerek, kendilerine özgü bir anlayışla, bir dile, bir geleneğe sahip olarak yaşamlarını ona göre şekillendirmiş, dünya içinde ama dünyadan kopuk çaresiz, yoksul, kimsesiz karakterleri görürüz. Ancak oyunda merkezde “O”nun belleği vardır. Daha önce hiç görmediği bir yerde, dillerini hiç bilmediği ve karşılaşmadığı insanların bu yaşam karşısındaki çaresizliklerini ve sorgulamadan kabullenişlerini gördükten sonra  kendisiyle yaşadığı iç hesaplaşmayı anlatır.

Romanda olaylar bir kış mevsimi süresince yaşanır. Bu durum okuyucu tarafından yadırganmaz. Ancak tiyatroda bu mümkün değildir. Oyun tek perdedir ve birbirine bağlanan olaylar arasında hiçbir mantıksal boşluk bırakılmayarak ayrıntılar ve betimlemeler çıkarılarak  sahnelenmiştir.

Roman, olay örgüsü, kişiler ve zaman konusundaki esnekliğini mekan konusunda devam ettirir. Öyle ki romanda kahraman, bir çok yan mekanda yer alırken, bu mekanlar oyunda hiç var olmamış hatta mekan soyut olarak kullanılmıştır. Roman ve tiyatro türlerinin etkileşimi, bu türler arasındaki farklılığı ortaya koyar. Tiyatro, sınırlı bir süre içerisinde eylemleri seyirciye sunar. Roman ise yaşama daha uzaktan bakar. Dolayısıyla romandan tiyatroya uyarlanan eserlerde, anlatı unsurları eksiltilir, sıkıştırılır ve yoğunlaştırılır. Romanda yazar anlatımını genel olarak nesnel ve göstermeye dayalı bir bakış açısı ile gerçekleştirir. Birden fazla bakış bakış açısı kullanır. I., II.,III. tekil kişi ve çoğul bakış açıları, nesnel ve öznel bakış açıları gibi. Yer yer iç monologlara, diyaloglara ve bilinçaltı ifadelere yer verir. Oyunda ise olayları sadece I. Tekilden “O”nun bakış açısıyla dinleriz.

Sonuç olarak tiyatronun her sanat dalıyla etkileşimi vardır. Ancak her etkileşiminde kendine göre görev, üslup ve teknikleri vardır. Bir tiyatro eserini romandan tiyatroya uyarlayacaksak oluşturulacak metin, tiyatro kuralları dahilinde yeni bir oluşum sağlamalıdır. Teorik olarak da bazı kavramların tahlil edilerek konuların tespit edilmesi ve pratiğe geçilmesi gerekmektedir.

Kaynakça;

Aktulum, K. (2000). Metinlerarsı İlişkiler. Ankara: Öteki Yayınevi.

AND, M. (1964). Romadan Tiyatroya. Türk Dili Roman Özel Sayısı, 154,793,797.

Arı, Z. (2008). Ferit Edgü’nün Öykü ve Romanlarında Anlatım TeknikleriYüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi.

Babür, H. D. (2018). 2015-2017 Yıllarında İsatanbul’da Sahnelenen Oyunlar Üzerinden Tiyatro Edebiyat Uyarlamaları,olnaklar,oalnkasızlıklar Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Haliç Ünüversitesi.

Babür, H. D. (2018). Aktaran/2015-2017 Yıllarında İsatanbul’da Sahnelenen Oyunlar Üzerinden Tiyatro Edebiyat Uyarlamaları,olnaklar,oalnkasızlıklar Yüksek Lisans Tezi/Geonetti Leache. İstanbul.

Edgü, F. (1977). O/Hakkari’de Bir Mevsim Romanı. /Ada Yayınları/sy.86.

Edgü, F. (1977). O/Hakkari’de Bir Mevsim Romanı. /Ada Yayınları/sy.74.

Edgü, F. (1977). O/Hakkari’de Bir Mevsim Romanı. /Ada Yayınları/sy.113.

Edgü, F. (1977). O/Hakkari’de Bir Mevsim Romanı. /Ada Yayınları/sy.71.

Edgü, F. (1977). O/Hakkari’de Bir Mevsim Romanı. Ada yayınları/sy.23.

Edrgü, F. (1997). Ferit Edgü İle Dünden Bugüne. Adam Öykü, 9-18.

Grubu, S. S. (2015). O/Hakkaride Bir Mevsim Oyunu. sy.1.

Grubu, S. S. (2015). O/Hakkari’de Bir Mevsim Oyunu. İstanbul: sy.1.

İpşiroğlu, Z. (1995). Tiyatroda Düşünsellik. İsatnbul: Mitos Boyut Yayınları.

NUTKU, Ö. (1989). Sahne Bilgisi. Kabalcı Yayınevi.

Sözlük, T. D. (2006). 01 04, 2021 tarihinde alındı

 

[1] Atatürk Üniversitesi, Sahne Sanatları Bölümü, Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı, Lisans III Öğrencisi

[2] Aktulum,K.(2000)Metinlerarası İlişkiler-Ankara-Öteki Yayınevi

[3] Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük [TDK], 2006

[4] Heves Duygu Tüzün Babür/Haliç Üniversitesi/2015 -2017 Yıllarında İstanbul’da Sahnelenen Oyunlar Üzerinden Tiyatroda Edebiyat Uyarlamaları; Olanaklar Olanaksızlıklar /Yüksek Lisans Tezi / sy.1-66

[5] Zehra İpşiroğlu (1995)/Tiyatroda Düşünsellik/İstanbul: Mitos Boyut Yayınları

[6]  Metin And (1964), “Romandan Tiyatroya,/Türk Dili Roman Özel Sayısı/( S. 154, s. 793-797)

[7] Özdemir Nutku (1989)/”Sahne Bilgisi”/ İstanbul- Kabalcı  Yayınevi./(s.29-30)

[8] Aktaran: Heves Duygu Tüzün Babür/Haliç Üniversitesi/2015 -2017 Yıllarında İstanbul’da Sahnelenen Oyunlar Üzerinden Tiyatroda Edebiyat Uyarlamaları; Olanaklar Olanaksızlıklar Yüksek Lisans Tezi /Giannetti ve Leach, 2001/sy. 405

[9] Ferit Edgü,/“Ferit Edgü ile Dünden Bugüne” Adam Öykü,/Mart-Nisan 1997,/ sy- 9, sy-18.

[10] Ferit Edgü/ O/Hakkari’de Bir Mevsim/2021 /sy- 23

[11] a.g.e /2021/sy-86

[12] a.g.e/2021/sy-113

[13] a.g.e/2021/Sy-71

[14] a.g.e/2021/sy-74

[15] Zeliha Arı/Gazi  Üniversitesi/ Ferit Edgü’nün Öykü ve Romanlarında Anlatım TeknikleriYüksek Lisans Tezi/sy.245

[16] Sarı Sandalye Tiyatro Grubu /O/Hakkari’de Bir Mevsim Oyun Metni/2021/sy-1

[17] Sarı Sandalye Tiyatro Grubu /O/Hakkari’de Bir Mevsim Oyun Metni/2021/sy-1

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Ceyda Şakar

Yanıtla