Feminist Tiyatro Festivali’nin Ardından…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

İlki 2007 yılında düzenlenen Uluslararası Sahne ve Kadın Feminist Tiyatro Festivali’nin ikincisi 9-11 Ekim 2009 tarihleri arasında Ankara’da, Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Dans Bölümü’nde düzenlendi. Festivalde çok çeşitli anlayış ve formlarda tiyatro çalışması yapan kadın grupları sahne aldı. Bunun yanında toplumsal cinsiyet temalı atölye ve tartışmalar da gerçekleştirildi. Biz de Tiyatro Boğaziçi üyesi ve aynı zamanda Feminist Kadın Çevresi’nde feminist tiyatro faaliyetini sürdüren kadınlar olarak “Feminist Tiyatro” başlıklı seminer çalışmamız ile festivale katıldık.

Festivalin, toplumsal cinsiyeti sorunsallaştıran ve kadınlar olarak tiyatro yapan grupları bir araya getirmesi ve gelecekteki olası ilişkilenmeleri başlatabilmesi açısından oldukça değerli olduğunu düşünüyoruz. Tam da bu sebeple, festivale katılabildiğimiz 1 günde, zaman kısıtlılığı nedeniyle ayrıntılı olarak sohbet etme fırsatı bulamadığımız gruplarla e-posta üzerinden söyleşiler yaptık. Tiyatro Yeraltı, Tiyatro Öteyüz ve Kendine Ait Bir Tiyatro ile yaptığımız söyleşilerde bu gruplara; grup yapıları, oyun süreçleri, feminizm üzerine yaptıkları tartışmalar, kadın tiyatrosuna yönelik perspektifleri ile ilgili sorular yönelttik. Tiyatrocu kadın arkadaşlarımıza özenli yanıtları için tekrar teşekkür ediyoruz.

Kendine Ait Bir Tiyatro’dan Uğur Arıman ile Söyleşi

Bize “Kendine Ait Bir Tiyatro”dan biraz bahseder misiniz?

Hayatın her alanında yaşadığımız erkek egemen taarruza karşı sözümüzü söyleyeceğimiz yeni mevzilere ihtiyacımızın olması Kendine Ait Bir Tiyatro ekibinin buluşmasının da nedeniydi. İlk kez Başka Kültürevi’nin çatısı altında bir atölye faaliyeti olarak 2006 yılının sonbaharında bir araya geldik. Kadın mücadelesinin önemini vurgulamak ve daha fazla politize etmek başlıca niyetimiz oldu. Bu niyet bizlerin de daha fazla politik mücadeleye katılmasını ve kendisini, hayatı sorgulamasını da beraberinde getirdi. İlk andan itibaren uğraşımız kendi sorularımızı, fikirlerimizi, kafa karışıklıklarımızı, kızgınlıklarımızı, kaçışlarımızı, ihtiyaçlarımızı, isyanımızı nasıl dile getirebiliriz oldu. Kendimizi her zaman kadın mücadelesinin bir parçası olarak gördük, hissettik. Bu alanda artık “ne kadar da zor koşullarda yaşamaya çalışıyoruz, çileler çekiyoruz” söyleminden uzaklaşılıp “ne yapmalıyız” sorusuna yönelerek umudumuzu örgütlemenin acil ihtiyaç olduğuna karar verdik. Elbette ne yapmalıyız sorusu bir yandan nasıl yapmalıyız demekti. Nasıl anlatmalıyız. Bu soru da öncelikli olarak nasıl yapmamalıyız konusunda benzer fikirlere sahip olduğumuzu görmemizle, kendimizi aslında iyi bildiğimiz ama denemediğimiz çalışma şekillerine yönelmemizle devam etti. Kendimizi hep başka ağızlardan dinlemek yerine, gerçek sesimizi duymak istedik. Grubumuzun ismini de bu şekilde verdik. Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda” adlı kitabı, bizlere esin oldu. Ellerimizde ne kadar az şey var, o zaman bu alanda çalışmalıyız. Kendi sözümüzü söylemeli ve hayata geçirmek için uğraş vermeliyiz. Öncelikle bunun için neler gerekiyor bunları tespit etmeliyiz.

2007 yılında “Bir Kavanoz Hikayesi” adlı oyunumuzu 8 Mart Kadın Şenliği’nde sergiledik. Oyun “kadın doğulmaz, kadın olunur” sözünün “olunur ama nasıl olunur” şeklindeki bir ifadesiydi. 2008 yılında “Bir Kavanoz Hikayesi” oyunumuzun biraz daha geliştirilmiş halini sergiledik. Oyunumuz Eskişehir’de yaklaşık 1000 kadına ulaştı. 2009 yılı daha çok sokak etkinliklerimiz ve yeni oyunumuz için yaptığımız tartışmalar ile geçti. 2009 25 Kasım’da Eskişehir kent merkezinde, 8 Mart’ta Eskişehir Demokratik Kadın Platformu eylemliliğinde, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesinde, 8 Mart Başka Kültürevi Kadın Şenliği’nde ve 12 Mayıs Hemşireler günü olmak üzere çeşitli yerlerde yine kendi oluşturduğumuz metinler ile pek çok kadın ile buluştuk.

Grup üyelerinin yarısı çeşitli yaş grubundan farklı mesleklere sahip kadınlar diğer yarısı da öğrenci kadınlardan oluşmakta. Olabildiğince çekirdek bir kadromuz oluşsun ve kurumsal bir yapı olalım isteğindeyiz.

Oyunlarınızın seyirci ile buluşma aşamasından biraz bahsedebilir misiniz?

Sokak etkinliklerimiz dışındaki izleyicimiz her zaman kadınlar oldu. Oyunlarımıza gelen tepkiler, genel olarak çok iyi bir iş yapmış olduğumuz ama oyunumuzu sadece kadınlara sergiliyor olmamızın da aslında bir hata olduğu yönünde oldu. Bizler de her seferinde bu mücadelenin bizler tarafından ciddi anlamda sürdürülmesi gerektiğini ve buradan aldığımız gücü günlük hayatımızda da sürdürmemizin gerekliliğini vurguladık. Ayrıca kadınların hep birlikte izledikleri bir oyuna, izleme esnasındaki katılımları, tepkilerinin de daha özgür verildiğini düşündük hep.

Grup üyeleri kendi aralarında ya da kamusal olarak feminizme ve kadın gündemine dair nasıl tartışmalar yürütüyor? “Kendine Ait Bir Tiyatro”daki kadınların üzerinde ortaklaştığı bir feminizm tanımından söz edebilir miyiz?

Grup üyelerinin çoğu kendini Sosyalist Feminist olarak tanımlamakta, diğer kadın üyeleri ile de sürekli olarak feminist mücadele üzerine tartışmalar yürütmektedir. Bu anlamda Başka Kültürevi Kadın Araştırmaları Atölyesi’nin gerçekleştirdiği tartışmalardan ve okuma faaliyetlerinden de beslenmekteyiz.

Feminist tiyatroyu nasıl tanımlıyorsunuz?

Feminist tiyatroyu kadın mücadelesine katkıda bulunan politik bir faaliyet alanı olarak tanımlıyoruz. Politik faaliyet yürütmenin feminist tiyatro için olmazsa olmaz olduğunu ve patriyarka ile ciddi mücadelenin onun içiçe geçtiği her alan ile de mücadele edilerek gerçekleşeceğini düşünüyoruz. Metinlerimizin oluşmasına da bu tartışmalar ön ayak olmaktadır.

“Herşey Beleş” adlı oyununuz kadınların ancak tepe taklak durdukları bir dünyada yaşadıkları ve aslında bunun alternatifinin de olduğu fikrini yaratıcı bir ironi ile anlatıyor. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? Oyunun çalışma süreci nasıldı? Oyunda oldukça ağırlıklı olarak görüntü kullanımı var. Bu çekimler için herhangi bir eğitim aldınız mı? Montaj ve oyuna ekleme sürecinde nasıl çalıştınız?

Biz kadınların ayaklarımızın üzerinde durabileceği bir an bugün mümkün değil. Bu söylem hep kullanılmaktadır. “Kendi ayakları üzerinde durmak” acaba bu mümkün mü? Bunu duyarız ama gerçekliğinin olmadığını biliriz, gerçek olduğuna inananlar da vardır ve bunun için mücadele ederler ama bu sadece kendilerine dair bir çabadır ve her seferinde kayaya çarparlar. Kendisinin özgür olduğunu düşünenler bile vardır ama bu böyle midir gerçekten. Değildir. Oyunumuzdan bir replik ile belirteyim bu durumu: “Dikkaat dikkaaat! Tek başına yok muvafakat, hepimiz aynı teknede mürettebat!” Hayatın bugünkü organizasyonundan birilerinin, kimlerin, erkeklerin çıkarı vardır ve bunun sürdürülmesi üzerine kurulmuş bir dünyada kadınlar yaşama mücadelesi verirken bunun maddi temelleri ile ilgilenmezler ise istedikleri kadar kendi ayakları üzerinde olduklarını düşünsünler, bu tam bir illüzyondur. İllüzyonun devam ettiricileri tüm eğitim kurumları, aileler, hayat bilgisi kitapları, iktidar sahipleri, reklamlar, eczacılar ve tüm çokbilmişler, çıkarı olanlar. Bu fikrin kendisini nasıl gösterelim diye düşündük bir süre. Biz şu an kendimizi düz, erkekleri de baş aşağı görüyor olabiliriz, yani onlar düzeltilmesi gereken hasarlılar. Hayır, bu böyle değil, neden olmayan bir uyumu devam ettirmeye çalışıyoruz. Olmayan uyumu deşifre etmeliyiz. Bugün 7 kadın, İstanbul’da yük taşıma minibüsünde boğularak, Bursa’da 5 kadın fabrikada yanarak, binlercesi her gün evlerde hapsedilerek, katledilerek, tecavüze uğrayarak hizaya getirilmeye çalışılıyor. Bakanlar açıklama yapıyor, “işsizliğin sebebi iş arayan kadınlardır” diye. Valiler konuşuyor “kızına neden sahip çıkamadın” diye. Tüm bunların canımıza tak etmişliğini anlatacak bir form bulmaya çalıştık. Bu en fazla, kadın programlarında konuşulan ama yeniden üretilen bir ideoloji. Biz de tüm bunlara itirazı olan kadınları bir araya getiren alternatif bir kadın programı hazırlamayı düşündük. Bunun için çeşitli doğaçlama çalışmaları yaptık. Diyebilirim ki doğaçlama çalışmalarımız ve üzerine yaptığımız tartışmalar esas çalışmalarımızı oluşturuyordu. Provalar ve metin yazımı yaklaşık bir ay sürdü diyebilirim. Ama bir altı aylık alt metin çalışmamız oldu. Her yazılan bölümü deniyor, ona göre devamını oluşturuyorduk. Görüntü kullanımı bizim ilk oyunumuzdan itibaren kullandığımız bir yöntem oldu ve hatta diyebilirim ki, ilk olarak kısa filmi çektik. Film için bir düşünce hazırlığımız vardı ama onun dışında hiçbir hazırlığımız yoktu. Her şeyi bir gün içerisinde çok kısıtlı olanaklar ile 5 metre karelik bir alanda gerçekleştirdik. Çekim yapmak ile ilgili herhangi bir eğitim almadık, ama gözlemlerimiz ve bize yardım eden bir iki arkadaşımız ile bir taslak görüntü elde etmek için yola çıktık. Fakat sonrasında vakit darlığı ve bu konudaki eksikliklerimiz bizi bu görüntüleri daha sadeleştirebilmekten alıkoydu. Önümüzde duran acil sorunlardan biri de teknik konularda kendimizi geliştirebilmek.

Ankara’daki Feminist Tiyatro Festivali’ne ilk kez mi katılıyorsunuz? Festivale dair izlenimleriniz/değerlendirmeleriniz nelerdir?

Ankara’daki Feminist Tiyatro Festivali’ne ilk kez katıldık ve oyunumuzu da ilk kez Ankara’da sergiledik. Festivalde daha fazla oyun izleyeceğimiz beklentisindeydik ve heyecanlıydık, fakat beklentilerimizin tersine oldu ve çok az oyun izledik. Festivalin organizasyonunu yüklenmiş arkadaşlar anladığımız kadarıyla yalnız kalmışlardı ve ne maddi destek anlamında ne de daha fazla kadına ulaşabilmek anlamında fazla çalışma yapamamışlardı. Bu durum elbette heyecanımızı etkilemedi ama ilerisi için daha fazla dayanışma içerisinde olmamız konusunda bizlere de sorumluluklar düştüğünü gösterdi.

Bundan sonrası için Kendine Ait Bir Tiyatro’nun planları/hedefleri nelerdir?

Kendine Ait Bir Tiyatro, yeni metinlerini oluşturmaya ve kadın mücadelesine katkı sunmaya devam etsin, bir de gerçekten kendine ait bir sahnesi olsun. İşte bunlar bizlerin şimdilik aklından geçenler. Daha fazla kadınla buluşsun, öğrensin, dayanışsın, mücadelenin yeni olanaklarını keşfetsin.

Tiyatro Öteyüz ile Söyleşi

Bildiğimiz kadarıyla Tiyatro Öteyüz, 2001 yılından beri faaliyet gösteren, farklı meslek gruplarından kadınların oluşturduğu ve dernek olarak çalışmalarına devam eden bir grup. Siz grubunuzdan biraz daha ayrıntılı olarak bahsedebilir misiniz?

İşin doğrusu Ezilenlerin Tiyatrosu tekniğinin uygulandığı bir kadın çalışması olarak başladık faaliyetlerimize. Aslında bu çalışmanın, ilk başladığı yıllarda bu kadar uzun süreceği hiç birimiz tarafından düşünülmemişti. Fakat kadının -bu ekipteki kadınların-, tiyatroyla etkileşimin sonucu, kendi yaşamlarındaki değişimi fark etmesi üzerine, üretmenin, birlikte üretmenin keyfine vardıktan sonra, tüm sıkıntılara rağmen sürdürmekte direndikleri bu çalışma bir tiyatro topluluğuna dönüştü. Ezilenlerin Tiyatrosu ve onun teknikleriyle şekillenen çalışma, on üç kişiyle başladı. Sayımız giderek arttı. Bugün otuz kadınla bu çalışma yürüyoruz.

Yıl 2001 henüz yeni yeni tanışıyorduk. Oğuz Ceyhan yönetiminde birkaç ay drama çalışması yaptık. Oğuz Ceyhan bu çalışmanın fikir babasıdır. Ve bugüne kadar emeğini bizlerden hiç esirgememiştir. Drama çalışmalarının sonunda bir oyun çıkarmaya karar verdik. İlk doğaçlamalarımızdan “İşte Evimiz” adlı oyunu hazırladık, sahneledik. Ortak bir çalışma… Birlikte çalışmanın sonucunda çıkan ortak bir ürün… Ve ilk gösteri… İlk alkış… İlk başarı… Başarının tadı… Övgülerden alınan keyifler… Başlangıçta hepimiz kısa süreli düşünerek başladık, uzun soluklu düşünmedik. Ama ilk gösterilerin birinde bize verilen salona prova için gittiğimizde, salon uzun süredir kullanılmadığı için kalın bir toz tabakası ile karşılaştık. Yönetmenimizin şaşkın bakışları altında biraz da kadınlık içgüdüsü ile prova yapmak yerine temizliğe başladık. Sahne, izleyici koltukları, kulis kullanılır hale geldi ama biz de oyunumuzu provasız oynamak zorunda kaldık. Oyun sonrası elimizde ayranla boğazımızdaki tozları gidermeye çalışırken “sahne tozu” denilen bu olsa gerek dedik. Artık geri dönüşümüz yoktu. Sahne tozunu yutmuştuk bir kere…

Bu arada hatırlatalım ki bu çalışma 2001’de Batıkent Halkevinde başlayıp 2006’da Tiyatro Öteyüz Derneği adıyla devam ediyor. Oğuz Ceyhan’ın emeği bu güne kadar devam ederken, geçen yılda Cangül Uygur çalıştırıcı olarak destek vermeye başlamıştır.

Şimdiye kadar oynadığınız oyunlar nelerdir? Süreçlerinden biraz bahsedebilir misiniz?

Biz hiç hazır metinle çalışmadık. Okuduk, kaynak edindik fakat hiç hazır metine yönelmedik. Günlük sorunlardan yola çıkarak, konular gündeme getirip, tartışarak bir konu seçiyoruz. Önce düşüncelerimizi paylaşır, gözlemlerimizi aktarır sonra araştırmalara başlarız. Konuyla ilgili filmler, kitaplar, sempozyum notları, doktora tezleri, gazete kupürleri, anılar, yaşanmışlıklar vb. İncelenerek, birbirimize bilgi aktarır, tartışmalar yaparız. Sıra doğaçlamalara gelir. Gruplar oluşturup, değişik temalar ile konuya uygun doğaçlamalar yaparız. Beğendiğimiz doğaçlamaları seçer onları oyunda kullanırız. Zaman zaman içimizden biri doğaçlamaları bir kurgu dahilinde birleştirerek metin hazırlar. Metne ihtiyaç hissetmediğimiz zamanlar da olur. O zaman aynı oyun her sahnelendiğinde değişerek çıkar seyircinin karşısına.

Bu zamana kadar oynadığımız oyunlardan bahsedersek: 2001 yılında “İşte Evimiz” adlı oyunla kira ve ‘kiracı’ olmak sorununu, 2002 yılında “Deli Kız” adlı oyunla sevgiye açlığımızı, sevgi ihtiyacını, 2002 yılında “Düşler Gerçekti” adlı oyunla darbelerin hayatımıza etkisini, 2004 yılında “Simit Yuvarlaktır” adlı oyunla politikanın yuvarlaklığını, 2004 yılında “Şirket” adlı oyunla kapitalizmin kadına etkilerini, 2005 yılında “Bohçacı” (sokak oyunu) adlı oyunla şiddeti, 2005 yılında “Sağlıklı Günler Hastanesi” adlı oyunla sağlıkta dönüşümü, 2007 yılında “Kara Ana” adlı oyunla töreyi, 2009 yılında ,”Gecekondu” adlı kentsel dönüşümü anlatan sokak oyunu ile insanlarla buluştuk.

Oyunlarımızı sürekli güncelleyerek, Ankara’da ve Ankara dışında pek çok yerde ve festivallerde oynadık.

Oyunlarınızın seyirci ile buluşma aşamasından biraz bahsedebilir misiniz?

Oyunumuz çıktıktan sonra, seyirciyle buluşabilmesi için bir koşturma süreci başlıyor aslında. Oyun izlemeye gelemeyen/gidemeyen insanlara gitmenin yollarını arıyoruz. Çoğu zaman şehir içinden ya da dışından davetler alıyoruz. Sadece dekor ve oyuncu ulaşımının karşılandığı her yerde oyunumuzu sergiliyoruz. Bunun dışında herhangi bir para talebimiz olmuyor. Gittiğimiz yerlerde, gönüllülük esasına dayanarak oynuyoruz. Katıldığımız etkinlikler bağlamında sadece kadın izleyicilere oynadığımız oyunlar oldu. Fakat bu bizim özel tercihimiz değildi, etkinliklere özel bir durumdu. Bizim seyirci tercihimiz ise kadın erkek ayırımı olmaksızın herkes… Biz önümüze, daha çok kadına ulaşmak, kadınların sadece seyirci olmaları değil, katılımcı olabilmeleri noktasında bir şeyler yapmak için hedefler koyduk. Seyircilerin tepkileri genelde oldukça iyi. Şaşırıyorlar, ama çok keyif aldıklarını söylüyorlar. Ekibimizde, her meslek grubundan, kesimden kadın var ve dışarıdan bakıldığında hiç birimizin işi tiyatro değil! Buna şaşırıyorlar, hayatta aslında başka başka şeylerin yapılabileceğini görüyorlar, umutlanıyorlar, biz daha çok umutlanıyoruz.

Tiyatro grubu içerisindeki kadınlar kendi aralarında/kamusal olarak feminizme ve kadın hareketine dair nasıl tartışmalar yürütüyor? Üzerinde ortaklaştığınız bir feminizm tanımı var mı?

Kendi içimizde özeleştirimizi vererek konuşuyoruz feminizmi. Özellikle son dönemlerde durup üzerine daha çok düşünüyor, konuşuyoruz. Bir nefes alma alanı yaratarak, kendimize, hayatımıza dışarıdan bakmaya çalıştık. ‘Rahat’ yaşamakla (öyle sandığımız), ‘özgür’ yaşamak ve bunu istemek arasındaki farkı gördük. Bizim için öncelikli olan, kadının kendini, yapabileceklerini keşfetmesi. Bu hayatın değişebileceği inancını kazanması ve bunu bir arada, beraberce üreterek yapabilmesi. Biz kendimizdeki değişimi, dönüşümü gördük. Değiştiren, dönüştüren, üreten, var eden bir feminizm içeriğinin peşinden gidiyoruz. Tiyatro burada bir araç ya da biz bunu tercih ettik. Ama bizlerin süreçlerine dair gözlemlerimiz, tiyatroyla daha belirginleşti. Sonuçtan önce süreci önemsiyoruz ve zihnimizde aldığımız yolu ve bunun hayatımıza yansımasını biliyoruz

Sizce kadınların böyle bir tiyatro faaliyeti içerisinde olması hayatlarında nasıl değişikliklere sebep oluyor?

Bu kadar değişiklikten bahsediyoruz, fakat kolay olmadı, kolay olmuyor. Biz bu noktada birbirimize en büyük desteğiz aslında. Bu çalışma, kadınların kendini ifade edebilmesinin önünü açtı. Ama bu çalışmanın sağladığı katkının en güzel ifadesi ne biliyor musunuz? Gece bir çalışmadan ya da toplaşmadan çıkıp tek başımıza eve dönmemiz/dönebilmemiz. “Nerdesin?!” sorusunu soracak kimseyi düşünmememiz. Olmadığını sandığımız özgüvenimizi bulup çıkardık biz. “Hayır!” diyebilmeyi öğrendik. Bir şey söyleyince, yapınca onay almadan harekete geçemediğimizi gördük, şimdi “Bu benim kararım!” demenin ayaklarımız üzerinde durmamızı sağladığını görüyoruz. Daha önce bu ekipte olan ve “ben yeteneklerimi, farklı yanlarımı keşfettim, şimdi hayatıma şöyle yön vereceğim…” diyen arkadaşlarımız da oldu. Toplumsal yaşayışı anlama ve algılama pratiğimize katkı sunan, başka pencerelerin açılmasını sağlayan bir çalışma bizim için. Kadının bedenini tanıma şansını da yarattı bu çalışma. Kendimize güvenimizin oluşması/artması çevremize de yansıyor ve dolayısıyla ilişki kurma biçimimize de. Hepimiz anneyiz ve bu çalışmanın yarattığı değişimin bir yüzünü çocuklarımızda görmek de ayrı sevindirici. Çocuklarımız için artık kadın, kendine biçilmiş ‘görevler’ yığınını yerine getirmek zorunda olan biri demek değil. Kadının ‘kadını’, hayatını yakından gözlemleme pratiği de önemli, kendimizi tanımaya böyle başlıyoruz bir yandan. Duvarları, duvarlarımızı yıkmaya uğraşıyoruz; “Bana ters düşen bir hayatı reddediyorum!” demeyi sonuna kadar götürmek istiyoruz. Ayrıca tiyatro yapıyor olmak, estetik algımızı da etkiledi. Bunun da farkına vararak kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz.

Ankara’daki Feminist Tiyatro Festivali’ne ilk kez mi katılıyorsunuz? Festival ile ilgili izlenim/değerlendirmeleriniz nelerdir?

Ankara’daki Feminist Tiyatro Festivali’ne ilk kez katıldık. Bizim için zor bir deneyim oldu, çünkü oyunda bir sürü sıkıntı yaşadık. Hiç yapmadığımız kadar hata yaptık ve neredeyse oyunun tamamı zihnimizden silinmiş gibiydi! Kendimize çok şaşırdık sahne arkasında, “niye böyle oldu?” diye. Dolayısıyla oyunun anlattığı, göstermeye çalıştığı temel hiçbir şey çıkmadı. Eleştiriler aldık ve dönüp kendimizi görebildiğimiz her yönden eleştirdik. Keyifli ve güzel bir deneyimdi, o iki günlük zaman dilimi. Gözlem yaptık ve olup-biten bazı şeyleri, söylenen sözleri düşündük, kendimize dönük çıkarımlar yaptık. Festivalde olumsuz tarz ve yaklaşımlar da söz konusuydu. Bu nedenle belki, gözden kaçtığını düşündüğümüz şeyler vardı, konuşmak istedik, konuşulmadı. Fakat esas olan bir şey var ki, bir araya gelebilmiş, tanışmış olmamızdır. Birlikte olmak çok önemliydi. Kadın ve tiyatro birlikteliği adına biliyoruz ki çok da kalabalık değiliz aslında. Festivalin, çoğalarak devamlılığını umut ediyoruz.

Önümüzdeki dönemlerde Tiyatro Öteyüz olarak neler yapmayı planlıyorsunuz?

Tiyatroyla daha çok kadına ulaşmak adına, önümüze koyduğumuz bir hedefimiz var ve bunun için -bu aralar özellikle- uğraşıyoruz. Daha önce belirttiğimiz gibi, katılımı arttırmak üzerinden bir çalışma planı yapmaya çalışıyoruz. Şimdilerde bunun için koşullarımızı tartıyoruz, gözden geçiriyoruz ve görüşmeler yapıyoruz. Bu çalışmayı Ankara’nın farklı bölgelerine taşıyabilmek istiyoruz. Bunun yanında, genel çerçevesiyle ortaya çıkmış, fakat henüz üzerinde çalışmaya devam ettiğimiz, “Kentsel dönüşüm” sorununu ele alan bir metnimiz var. Metin bittikten hemen sonra sahneye geçmek istiyoruz. Geçtiğimiz sezonda başlamıştık bu konu üzerinde çalışmaya. Bununla birlikte üzerinde düşünmeye, konuşmaya başladığımız bir başka konu daha vardı: “Kürtaj”. Zor bir konu… Biz bu konuya ilişkin de bir şeyler yazabilmeyi istedik. Zor bir konu diyoruz, çünkü en örtükten daha örtük kalan ve anladık, biliyoruz ki bu yalnızca kadının “mahremiyeti”, “iç dünyası”, “günah”, aman dokunulmasın denilecek bir “mesele” değil. Yine biliyoruz ki, kadının kendisinden başka hiç kimse, kadının bedenine, tercihine ilişkin karar veremez, onu baskılayamaz. Bu projeyi de sahneye taşıyabilmeyi istiyoruz.

Bu dönem hayata geçirmeye çalıştıklarımız arasında bahsettiğimiz çalışmalar var. Tiyatro Öteyüz’e ilişkin son birkaç şey söylemek gerekirse; burası nefes aldığımız yer ve tiyatronun bize sunduğu katkıya karşılık, ufak da olsa biz de kadına, tiyatroya dair bir adım atabilmiş olmayı umuyoruz. Bizimle söyleştiğiniz ve kendimizi anlatma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.

Yeraltı ile Söyleşi

Yeraltı bir süredir tanışık olduğumuz bir grup. Grubun son dönemki durumu ve çalışmalarından bahsedebilir misiniz?

Yedinci yılımızın içinde durup geriye baktığımız, kendimizi ve yapılanmamızı değerlendirdiğimiz/sorguladığımız bir sezon oldu 2009-2010. Topluluk olarak bir nefes almak, kendimize dönmek ve yeniden biriktirmek için projeleri minimuma indirip içe kapanık bir çalışma dönemi geçirmeye karar verdik. Bu sürecin tüm topluluğun katılımıyla oyunculuğa dönük bir çalışmayla kat edilmesi kararı alındı. Diğer yandan döneme başlama eşiğinde yerleşik bir sahneye geçmek gibi heyecanlandırıcı bir alternatif gündeme geldiğinde, heyecanlanıp ana yönelimi çelecek olan bu alternatifi de değerlendirme yönünde oy kullanıldığında yine bir çatlağın içinden/izlerinde ilerleyeceğimiz bir sezonla yüz yüze kaldık. Denize düştüğümüzü hisseder gibi olduğumuzda bizi rahatlatacağını umut ettiğimiz -ve yıllardır deneyip bir türlü hidayete erdiremediğimiz bu yolu bu kez aşma azmiyle- yaz çalışmalarına sarıldık. Bu kez başarmanın mutluluğu, prematüre doğması nedeniyle hüzne ve acıya dönüşen oyunumuz “Dönemeç”i bir umut kuvöze alıp yaşam destek ünitesine bağladık ve de şimdilerde fişi çekip çekmemeyi tartışıyoruz. Bununla birlikte, daha önce farklı biçimlerde deneyimlediğimiz “oyun çıkarma” pratiklerinden de güç alarak, artık geçilmesi gerektiğini düşündüğümüz kendi oyunlarımızı yazma eşiğini aşmak için topluluk genetiğinin kendiliğinden oluşturduğu çalışma birimi “erkeklik” temalı bir oyunun yazımı ve sahnelenmesi için kolları sıvamış durumda. Yine topluluk genetiğinin bir yansısı olarak yeraltı kadınları “feminist tiyatro atölyesi” mutfağında yeni projeler için kolları sıvamış durumdalar. Bu sezonun hedefleri arasında ilişkide olduğumuz Gül Dünya Sanat Topluluğu gibi topluluklarla dayanışma katsayısını arttırarak organik ilişkiler kurmak ve TB (Tiyatro Boğaziçi) gibi topluluklarla deneyim aktarımı ve TB çalışmalarını Ankara’ya taşıma çerçevesinde ilişkileri yoğunlaştırmak da bulunuyor. ATAP (Ankara Tiyatroları Alternatif Platformu) sürecinin sönümlenmesinin ardından Tiyatro Kurultayı takvimi için de Ankara topluluklarını ilişkide olduğumuz birkaç toplulukla birlikte dayanışma temelli yeniden örgütleme çalışmalarına da başlamış bulunuyoruz.

Yeraltı içinde feminist perspektifle yapılan çalışmalardan bahsedebilir misiniz?

Yeraltı yaptığı tüm çalışmalarda cinsiyetçi ideolojiyi sorunlaştırıyor aslında. Ama özellikle kadın sorununu ve cinsiyetçiliği ele aldığı oyunlar var. Bunlardan ilki 2005 yılında France Rame-Dario Fo’nun “Ben Ulrike Bağırıyorum” oyunundan hareketle oluşturulan ve Uğur Kaymaz cinayetini konu alan “Ben Makbule Bağırıyorum” oyunuydu. Hakan Altun’un sahnelediği oyun bir kafe oyunu olarak tasarlandı. 2006 yılında Fulya Paksoy tarafından yazılıp sahnelenen “Gölgenin Kadınları” oyunuydu. Oyun yeraltı içinde özerk bir yeri olan kadınların içe kapalı olarak sürdürdüğü çalışmalarla ortaya çıktı. Oyun tamamlandıktan sonra karma gruba sunuldu ve grubun teatral alandaki eleştirileriyle oyun içindeki kadınlar tarafından tekrar gözden geçirildikten sonra seyirciye ulaştı. 2007 yılında karma olarak hazırlanan H. Ibsen’in “Denizden Gelen Kadın” adlı oyunu Hakan Altun tarafından sahnelendi. Oyun öncesinde özellikle cinsiyetin performatif kurulumu üzerine kuramsal ve sahne üzerinde çalışmalar yapıldı. Oyundaki bu çalışmalar Hakan Altun tarafından çerçevelendirilerek “Cinsiyetin Toplumsal İnşası ve Tiyatro” başlığı altında bir atölyeye dönüştürüldü. Atölye yürütücülüğünü Hakan Altun ve Fulya Paksoy üstlendi. 2008 yılında köy seyrilik kadın oyunları kaynak alınarak yine yeraltı’ndaki bazı kadınların içe kapalı çalışmalarıyla kolektif olarak oluşturulan “Seyirlik Dedikodular” adlı oyun sahne dışı mekanlarda seyirciyle buluştu.

Grup üyeleri kendi aralarında/ya da kamusal olarak feminizme ve kadın gündemine dair nasıl tartışmalar yürütüyor? Yeraltı üyelerinin üzerinde ortaklaştığı bir feminizm ya da toplumsal cinsiyet eleştirisinden söz edebilir miyiz?

Kuruluş bildirgemizde de vurguladığımız gibi: “Rekabete karşı yardımlaşma, insanca olan değerleri önemseme, anti-otoriter ve anti-hiyerarşik olmak; ve ırk/cinsiyet/kültür ayrımcılığına, erkek egemenliğine, heteroseksizme, beyaz üstünlükçülüğe karşı olmak yeraltı’nın temel yaklaşımlarından.” Diğer yandan topluluk yapısı oluşturulurken feminist örgütlenme biçimleri de değerli kaynaklardan biri oldu. Ancak bununla birlikte topluluğumuz feminist bir topluluk değildir; bütün üyelerinin feminist olmadığı ve fakat bütün üyelerinin feminizmi dayanışma ve birlikte mücadele etme alanı olarak gören bir topluluktur. Bu noktada Freire’nin çeşitlilik içinde birlik yaklaşımı başarı ile uygulanan bir topluluk politikasıdır. Boal’in politik tiyatro yapma yerine tiyatroyu politik yapma yaklaşımını değerli bulan topluluğumuz, feminist tiyatroyla da benzer bir ilişki kurmayı denemektedir; feminizm üzerinden temel kaygı feminist tiyatro yapmaktan çok, tiyatroyu feminist yapmaktır.

Biz feminizmi ne yaptığı kadar, onu nasıl yaptığıyla da kendini tanımlayan bir eylemlilik olarak görüyoruz. Çeşitlilik içinde birlik ve farklılıkların dayanışması bu eylemliliğin temellerinden biri olmalıdır ki “kız kardeşlik güçlüdür” yaklaşımı köşe taşlarından biri olarak durmayı sürdürebilsin. Yine benzer biçimde feminist politikalar ve örgütlenme biçimleri erkek egemen otoriter/hiyerarşik yapıyı dışlayarak var olmayı önemser. Kuşkusuz “egemen ideolojiyi içselleştirme” karşı karşıya olduğumuz en büyük tehlikelerden biri. Bu tehlikeye karşı uyanık olmak, kendimizi sürekli sorgulamak ve birbirimizi uyarmak, içselleştirme tuzağına düşmemizi önleyecektir.

“Seyirlik Dedikodular” oyununuzu festivalde izleme fırsatı bulduk. Oyun çalışma sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?

“Seyirlik Dedikodular”, grup içindeki bazı kadınların içe kapanık çalışmalarıyla oluşturuldu. Kendi yaşadığımızı ya da yakınımızdaki kadınların yaşadığı sıkıntıları paylaştığımız, dertleştiğimiz toplantılardan sonra hikayeleri damıtma işine giriştik. Oyunun biçimini oluştururken Anadolu’daki köy seyirlik kadın oyunlarını kaynak aldık. Çalışmalarımız yaklaşık 3 ay sürdü. Genel olarak haftada bir ya da iki çalışma yaptık. Tabi oyunun çıkmasına yakın çalışma sıklığımızı arttırmamız gerekti.

“Seyirlik Dedikodular” oyunundaki temel dramaturjik vurgularınızdan ve dramaturjiye dair yaptığınız tartışmalardan bahsedebilir misiniz?

Oyunun dramaturjisini kurarken önümüze dikilen asal sorun yaşanan sorunları kişiye ya da coğrafyaya hapsetmemekti. Cinsiyetçilik tüm dünyanın ama özellikle kadınların ya da işte yeterince erkek olmayanların başına belaydı ve bunun bu şekilde kurulması/gösterilmesi gerekiyordu. Bunu kapsayacak bir şekilde kadın sorununu “yeterince modern olamama” sorununa dönüştüren yaklaşımı alaşağı etmek istedik. Bir diğer önemli sorun ise, yaşanan sorunların ağırlığı ve yıpratıcılığıydı. Bu noktada bizi ayağa kaldıran ve çalışmamızın temel dayanak noktasını oluşturan köy seyirlik kadın oyunlarındaki mizah oldu. Bunun yanında J. C. Scott.’ın “Gizli Senaryolar” kitabında yazdıkları üzerinde durduk. Ezilenin gizli senaryoları sayesinde aslında iktidarı içselleştirmemiş olması, hikayelerin paylaşılmasından itibaren seyirciye aktaracağımız dedikodularımıza yaklaşımımızı belirledi. Oyunu kimi zaman sadece kadınlara açık oynadık. Karma izleyicilerle yaşadıklarımızdan farklı deneyimler yaşama olanağı bulduk bu buluşmalarda. Ama oyunu her zaman için sadece kadınlara açık oynamayı tercih etmedik. Oyunun ele aldığı konular gereği erkekleri de içine almasını ya da rahatsız etmesini önemli gördük çünkü.

“Seyirlik Dedikodular”, klasik oyuncu-seyirci sınırının aşılmaya çalışıldığı izleyenlerin de oyuna dahil edilmeye çalışıldığı bir oyun. Bu tercihinizin gelişiminden ve bu tercihe yönelik olarak oyunu nasıl düzenlediğinizden biraz bahsedebilir misiniz?

“Seyirlik Dedikodular”, yeraltı’nın özellikle üzerinde durduğu sahne dışı mekanlarda seyirci ile buluşma ve seyirciyi de oyunun öznesi konumuna getirme çabasını içeriyordu. Bunun için aslında kadın ya da erkek köy seyirlik oyunlarda seyirciyle kurulan ilişki kılavuzluk etti bize. Köy seyirlik oyunların seyirciyi sürekli oyunun içine dahil eden yapısı dışında meddah geleneğindeki anlatı önemli bir çıkış noktası oldu. Oyuncuların özel kostümler giymemiş olması, gerçekçi bir oyunculuk üslubunun seçilmemiş olması seyirciye içlerinden birileri duygusunu yaşatma çabasıydı. Bu durumda seyirci sürekli olarak kendine yönelen, kendini yok saymayan kadınların dedikodularını izlemiş olacaktı. Ve dedikodunun doğası gereği bizim dedikodularımız bitince kendilerininkini paylaşmaya başlayacaktı. Ne yazık ki Tanzimat dönemiyle birlikte “ehlileştirilen” izleyici bunu her zaman kolayca yapamıyordu. Ama katılımın yoğun olduğu çok güzel deneyimler de yaşama şansımız oldu.

Ankara’daki Feminist Tiyatro Festivali’nde kurucu bir rol üstleniyorsunuz. Festival sürecinden ve festivale dair değerlendirmelerinizden bahsedebilir misiniz?

İkincisi düzenlenen Feminist Tiyatro Festivali’ni her şeyden önce feminist tiyatro yapan toplulukları bir araya getirme çabasının bir ürünü olarak görüyoruz. Bu yüzden ilkinde katılımcı olduğumuz festivalin ikincisinde organizasyona da dahil olmayı tercih ettik. yeraltı’nın dayanışmayı yalnızlaşmaya karşı en önemli çıkış noktası olarak gören yapısı feminist tiyatrolar için de bu çalışmaya girmesini kaçınılmaz kılıyordu zaten. Şimdilik Ankara merkezli olan bu festival feminizmin çok önemli bir yanını canlı tutmamıza olanak sağlıyor bizce. O da farklılıklarla bir arada durma gücü. Bu açıdan festivalin önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz.

Bundan sonrası için Yeraltı’nın planları/hedefleri nelerdir?

Topluluğun kendini değerlendirmeye aldığı sezonu bir sınama yılı olarak değerlendirebiliriz. Topluluğun organizasyon yapısı ve yakın/orta ölçekli hedefleri sezon sonu değerlendirme toplantısının ardından tartışılarak güncellenecektir. Bu sürece içsel hedefleri ise genel olarak topluluğu oluşturan toplamın kendini sanatsal olarak ifade etmesine olanak sağlamak, gündeme sanat yoluyla müdahale etmek, teatral alanı dinamikleştirecek girişimlere destek olmak/tazyikte bulunmak, yakın topluluklarla dayanışma temelli ilişkileri yoğunlaştırmak ve topluluğun sanatsal/entelektüel sermayesini çoğaltmak olarak koyulabilir.

Paylaş.

Yanıtla