İbsen Yazıları – 4 (Milliyetçi Romantik Oyunlar-1)

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Fırat Güllü

İbsen’in 22 yaşında bir üniversite öğrencisi adayı olarak geldiği Christiania, Norveç modernleşmesinin lokomotifi konumundaydı. Modern devletin ihtiyaçlarından türemiş kalabalık bir sivil bürokratlar grubuyla birlikte girişimciler, esnaflar, sanayiciler, bankerler ve armatörlerden oluşan zengin bir burjuva sınıfı şehrin hâkimi konumundaydı. Oluşan yeni sistemde iş birliği içerisinde çalışan bu iki egemen sınıf aynı zamanda ülkede yavaş yavaş hâkimiyet kurmakta olan modern kültürel aktivitelerin de en büyük takipçisi ve destekçisi konumundaydı. Elbette ki tiyatro da bunlardan birisiydi.[1]

Tabii şehri oluşturan yegâne unsurlar egemen sınıflar değildi. 1850’lerin kapitalist Christiania’sında 1848 Paris Komününün etkileri hissedilmeye başlanmıştı. Dönemin önemli figürü Marcuse Thrane sosyalist olarak adlandırılamayacak, liberal hakları temel alan ve alt sınıflar için eşitlik talep eden bir siyasi hareketin liderliğini yapmaktaydı. İlk sendikasını 160 kişilik bir grupla 1848 yılında kurmuştu. Üye sayısının bir yıl içinde 30 bine ulaşması iktidarı tedirgin etmekteydi. Hareketin resmi yayın organında yayınladığı eleştirel yazılarla adı öne çıkan ve artık ciddi bir tehdit olarak algılanan Thrane 1851’de tutuklandı. Tutukluluğu 1858’e dek sürdü. Özgürlüğüne kavuştuğunda giriştiği hareketi yeniden toparlama çabaları boşa çıktı. Bu süre zarfında tüm yoldaşları sindirilmiş ve hareket dağıtılmıştı. 1862 yılında en yakın yoldaşı olan karısının ölümü üzerine Norveç’le olan tüm bağını kopararak Amerika’ya göç etti.[2]

Genç İbsen, Christiania’ya geldiğinde altın çağını yaşamakta olan Thrane’in liderliğindeki Norveç işçi sınıfı hareketine sempatiyle yaklaştı. İletişim halinde olduğu, hatta bazılarıyla aynı evi paylaştığı üniversiteli gençlerle birlikte Thrane’in liderliğini üstelendiği sendikanın yayın organında yazılar yazıyor ve hafta sonu okulunda işçi çocuklarına okuma yazma öğretiyordu. 1851 yılında Thrane’le bağlantılı olan çevrelerle beraber bazı yakın arkadaşları da siyasi polis tarafından tutuklandığında o da muhtemelen evde oturarak polisin kendisini almak üzere gelmesini beklemişti. Polis gelmese de yaşadığı bu sıkıntılı bir bekleyiş muhtemelen yeterince endişe verici olduğundan genç İbsen sonraki yalamında örgütlü politik hareketlerle arasına mesafe koymayı tercih edecekti.[3]

***

Belki de Thrane’in hareketiyle olan bağı yüzünden bir üniversite öğrencisi adayı olan İbsen ilk oyunu olan Tümülüs’ü takma bir isimle yayınlamayı tercih etmişti: Brynjolf Bjarme adı ona kısa bir süre için de olsa bir koruma sağlayacaktı. Ama oyunun kazandığı başarı nedeniyle sonunda gerçek kimliğinin ortaya çıkmasını engelleyemeyecekti. İbsen’in tek perdelik kısa manzum oyunu tiyatro camiasında büyük sempatiyle karşılandı ve Christiania Tiyatrosu’nun sonbahar repertuvarında kendisine yer edinmeyi başardı. Genç bir oyun yazarı için büyük bir çıkıştı bu. Tümülüs’ün 26 Eylül 1850’de gerçekleşen dünya prömiyeri 557 biletli seyirciyle sezonun en ilgi gören gösterisi oldu.[4] Ancak bu ticari başarıya rağmen sahnelenen ilk oyunu İbsen’e pek para kazandırmadı. Genç yazar bunun yerine belli bir prestij ve tüm yıl geçerli olacak bir tiyatro giriş kartı ile yetinmek zorunda kaldı. Bu kart sayesinde İbsen Christiania Tiyatrosu’ndaki etkinlikleri düzenli biçimde takip etme şansını elde edecekti. Yine o dönemde yazmaya başladığı Manner (Adam) adlı haftalık mizah dergisi için şiir ve denemeler yanında tiyatro eleştirileri de kaleme almaya başlayacaktı.[5] Tüm bu faaliyetler yeni geldiği başkentte onun kendisini bir yazar olarak yetiştirmesi için eşi bulunmaz fırsatlar sağlıyordu.

Tümülüs 1854’te İbsen’in sanat yönetiminde aktif rol alacağı Bergen’deki Norveç Tiyatrosu’nda (Det Norske Theatre) yeniden sahnelendi. Yazar burada oyununu neredeyse baştan yazdı ve mesajını daha açık biçimde ortaya koymak için kapsamlı değişikliklere gitti.[6] Oyunu ele alırken bu son versiyonu dikkate alacağız.

Oyunun açılış kısmında oyunda anlatılan olayların Norveç’in Hristiyanlığa geçişinin hemen öncesindeki dönemde, diğer bir deyişle İsa’nın ölümünden sonraki ilk milenyumun sonlarında geçtiğine ilişkin bir not yer alır. Böylece sahnelenecek olaylar kurgu olsa da karakterler oluşturulurken Norveç tarihinden yararlanıldığı ortaya konur. Karakterler Romantizm akımının genel yaklaşımlarıyla uyumlu olarak sembolik biçimde kurgulanmıştır. Sembollerin bir açılımını yapmayı denersek İbsen’in milliyetçi Romantizm’le kurduğu ikircikli ilişkinin doğasını da daha iyi ortaya çıkarabiliriz.

Oyun 5 önemli karakter/karakter grubu üzerine kurulmuştur: Rorek/Roderick, onun manevi kızı Blanka, genç kral Gandalf, yaşlı Vikingler ve halk ozanı Hemming.

Öykünün merkezinde eski adıyla Rorek, yeni adıyla Roderik yer alır. Rorek/Roderik aslında tüm öykünün başlatıcısı, hayat vericisi, babasıdır. Onu Sicilya yakınlarındaki bir adada, sonradan kendi boş mezarı olduğunu anlayacağımız, Kuzey’e dair ölü gömme ritüellerini anımsatan bir Tümülüs’ün başında yazı yazarken görürüz. Bu görüntüsüyle savaşçı olmaktan ziyade yaşlı bir bilge görüntüsü vermektedir. Yazdıklarından kısa bir kesiti seyircilere de okur: “Derler ki işte o zaman Ragnarök vahşi güçleri dizginleyecek ve onların cezasını bulmasını sağlayacak. Böylece tüm ölümlülerin babası Odin, oğlu Balder ve nazik Freya insanlığı barış için yönetmeye devam edecekler.” İskandinav mitolojisini temel alan bu kehanetvari sözler adeta oyunun finalindeki mutlu sonu müjdeliyor gibidir. İskandinav mitolojisinde Ragnarök, yıkıcı güçler olan savaşçı tanrılar ve devlerin birbirleriyle mücadele içinde yok olup gitmesiyle sonuçlanan bir kıyamet ama aynı zamanda bir yeniden başlangıç anı olarak tarif edilmiştir. Yıkımla sonuçlanacak bu büyük altüst oluşu Odin, Balder ve Freya’nın hükümranlığı izleyecektir. Tanrıların ve insanların babası yaşlı Odin’in en sevilen oğlu Balder ışık, neşe, saflık, güzellik, masumiyet, barış tanrısı olarak resmedilirken Freya da aşk, cinsellik, güzellik, çekicilik tanrıçası olarak tasvir edilir.[7]

Odin’in oyundaki iz düşümü Rorek/Roderik iken, Balder ve Freya’nınkiler Gandalf ve Blanca’dır. Gandalf’ın Rorek/Roderik’in öz oğlu ve Blanka’nın ise manevi kızı olarak kurgulanmış olması tesadüf değildir bu anlamda. Bu iki karakteri anlamlandırmak için öncelikle Kral Rorek’in nasıl Roderik olduğuna odaklanmak gerekir. Oyun içerisindeki farklı anlatıları sentezleyerek Kral Rorek’in yıllar önce bir Viking Kralı olarak yağma savaşlarına katılmak için geldiği bu adada başarısız bir kuşatmayı yönettiğini, ciddi biçimde yaralandığını, öldüğü düşünülerek savaş meydanında bırakıldığını öğreniriz. Savaşta ailesini yitirmiş bir yetim olan Blanca kim olduğunu bilmeden bu yaralı adama yardımcı olmuş ve onu babası bellemiştir. Böylece savaşçı kral ölmüş, içerisinde eski savaşçının zırh ve kılıcının gömülü olduğu boş mezara bekçilik eden Roderik doğmuştur. Roderik ve Blanca zamanla Kuzey’den gelen asil bir savaşçının mezarına bekçilik eden bir baba kız gibi yaşamaya başlamışlardır. Roderick’in Kuzey’in mitlerle donanmış soğuk ülkesiyle olan bağı manevi kızına anlattığı öykülerde yaşam bulmaktadır. Bu mitsel öyküler Güney’in çökmüş medeniyetinde doğup büyümüş Blanca’nın kafasında yepyeni fikirlere ve hayallere dönüşmektedir:[8]

Gitti erdem, güven, yiğitlik,
Sadece anılarda artık zenginlik;
Daha eksiksiz olabilir mi,
Güneyin çöküşünün resmi?
Babamın anlattığı oysa
Yaşamın uzak ülkedeki
İşlenmemiş ve kaba
Taze ve güçlü hikayeleri!
Ruh sonsuza dek burada
Taşa ve dalgaya dönüştü,
Güçlü ve cesur bir savaşçı gibi orada
Her zamanki kadar özgürdü!
Kuzeyin soğuk akşamları
Nemli nefesimi dondurduğunda
Yükseldiğini gördüm karla kaplı
Norveç tepelerinin tam karşımda!
Bir uyuşukluk içinde battı yaşam burada
Öldü çoktan çürümekte,
Orada çığlar uçuşmakta havada
Hayat yeniden doğuyor ölümlerde!
Ah, beyaz kuğu ceketim de sırtımda olsaydı…

Blanca’nın tasvirinden Kuzey, güçlü bir savaşçıyla simgelenen erdemleri ve zorlu coğrafyasıyla yeniden doğuşu simgelemektedir. Rorek/Roderik onun büyük bir romantizmle süslenen bu imgelerinin gerçekliği yansıttığından emin değildir: “Kuzeyin adamları çok vahşi olur bilirsin.” Blanka için ise söz konusu olan savaş olduğunda Güneylilerin de pek farkı yoktur: “Sence Güneyin savaşçıları çok daha az mı kıyıcı?” Açılış sahnesinin sonunda Blanca, babasıyla beraber bekçiliğini yaptıkları soylu bir savaşçıya ait olduğunu varsaydığı içi boş mezara taze çiçekler koymaya gider.

İkinci sahnede Blanca’nın romantik şiiriyle mitsel bir ülkeye dönüştürdüğü Norveç’in farklı bir yüzüyle karşılaşırız. Savaşta öldüğü sanılan Rorek’in oğlu Gandalf babasının eski savaşçılarıyla birlikte adaya, ölen kralın intikamını almaya gelmiştir. Burada gördüğümüz Norveçli Vikingler Blanka’nınkinden çok Roderick’in tasvir ettiklerine benzer:

HROLLOUG
Sen kralımızsın, sadakat sözü verdik geldik peşinden
Hakkımız olur pay almak savaş meydanında kazandığın şan ve şereften.

JOSTEJN
Ve altından, Hrolloug, hazineler dolusu altından.

DİĞERLERİ
İşte budur yasa Kral Gandalf,
Yerine getirmen gereken.

Kadim Viking yasası, haklı bir nedene dayansın ya da dayanmasın, savaşta ölenin intikamının yine kılıçla, kanla ve gerekirse ateşle alınmasını emretmektedir. Rorek’in oğlu Gandalf, kral bile olsa kadim yasayı değiştirmeye gücü yetmez. Gandalf ise bir kral ve bir evlat olarak kendisine yüklenen görevle vicdanı arasına sıkışıp kalmış, harekete geçmekte zorlanmaktadır.

Kralla beraber kilometrelerce yol kat edip İtalya’ya gelen ama savaşa ve kana susamış bu yağmacı güruhtan ayrılan bir kişi dikkat çeker: Destan anlatıcısı, halk ozanı Hemming’tir bu. Onun bakış açısı diğerlerinkinden çok farklıdır:

Edeceğin intikam yemininin hiç hükmü yok bu ormanda
Kuzey tanrıları duyamazlar, değiller yakınlarda.
Kuzeye doğru git, tepelerin ardına, bağır tüm sesinle
Eğer dinliyorlarsa belki duyarlar, uğraşma burada nafile.

(…)

Duydum İtalya’da inançlı keşişler
Anlatırlar İsa’ya dair sevgi dolu hikayeler.
Anlattıkları öyle yer etmiş ki kafamda
Günler geceler geçti çıkmıyor hala aklımda.

Hristiyanlık Kuzey’den gelen savaşçıların bilmediği, tanımadığı bir dindir. İntikama ve kana dayalı eski Viking yasalarının aksine sevgiyi öne çıkaran bir din olarak sunulur. Sonraki sahnede Gandalf’ın Blanka ile karşılaşması ve onun kim olduğunu bilmediği mezarda yatan savaşçı için her sabah dua ettiğini görmesi bu dinin erdemleri konusunda onun adına ikna edici olacaktır:

O günden sonra her sabah
Onun ruhunu kurtarsın diye tanrıya dua ettim
Ve taze çiçekler toplayıp her akşam
Onun mezarına bir çelenk hediye ettim.

Blanka’nın kendi düşmanı için sergilediği şefkatli tavır Gandalf’ı etkiler. Geleneksel Viking töresi kaybedilen akrabanın ya da liderin intikamını kanla almayı buyururken Hristiyanlık öğretisi kendi düşmanının ruhu için bile af dilemeyi gerektirmektedir. Ama töreyi temsil eden yaşlı Vikingler için bu jestin hiç önemi yoktur. Kuzeyli savaşçının intikamı alınmak zorundadır. Etraftaki tek şüpheli kişi olan Roderick’i önlerine katarak Gandalf’ın önüne getirirler. Viking töresi ve vicdanı arasında sıkışıp kalmış durumdaki genç kral yeminini hatırlar:

Yemin ettim
Ya alacağım babamın öcünü ya da ben olacağım ölen.
Serbest bırakın o adamı, benim Valhalla’ya giden.

Eski Viking adetine göre genç Kral bir tekneye binerek denize açılacak ve kaderini tanrıların çizmesini bekleyecektir. Bu noktada Rorek gerçek kimliğini açıklayarak onun eyleme geçmesine izin vermez. Kral baba ölmediyse eğer onun intikamını almak da gerekmeyecektir. Boşu boşuna yapılmış gibi görünen bu sefer aslında çok önemli sonuçlar doğuracaktır. Viking Kralı Gandalf, Güneyli Hristiyan kızla evlenecek ve onu hayallerinin ülkesi Norveç’e götürecektir. Rorek/Roderik savaşçı kralın ölümünü simgeleyen boş mezarın başında beklemeye devam edecek, artık bu yeni ülkede yaşamaya karar veren Ozan Hemming ona anlattığı sagalar ve söylediği halk şarkılarıyla yoldaşlık edecektir -tıpkı yıllar sonra ülkesinden ayrılıp İtalya’ya yerleşecek ve önemli oyunlarından bazılarını burada yazacak olan İbsen gibi.

Oyunun kapanışını kehanetvâri konuşmasıyla Blanka yapar:

Haydi yola düşelim!
Kuzey Yıldızına dönüktür yüzümüz
Okyanus dalgalarında fırtınaları ve güneşi arar gözümüz.
Yakında gün ışığı kaybolur buzulların zirvesinde,
Viking yaşamı karışır anılar silsilesine!
Mezarının kıyısında oturuyor kahraman;
Elde kılıç savaşarak bilinmeyen kıyılardan
Ummanlara yelken açtığı o günler artık geçmiş zaman.
Bu ülkeyi artık Thor’un çekici yönetmeyecek inan,
Kuzey ülkesi olacak dev bir mezar.
Odin’in verdiği söz akıl defterinde yazar:
Mezar yosun ve çiçeklerle kaplanıp görünmez olduğunda,
Kahramanın hayaleti yola çıkacak gitmek için İdavold’a
Sonra Norveç bir mezar olmaktan çıkacak
Düşüncelerimizdeki kötü amellerin cezalandırıldığı bir ülke olacak.

***

Tümülüs’ün bu beklenmedik başarısı İbsen için tam bir dönüm noktası olmuştu. Önceki yazımızda da bahsettiğimiz gibi o tarihlerde bazı Norveçli aydın ve sanatçılar Christiania Tiyatrosu’nu Danimarka kültürel hegemonyasının devamlılığını sağlayan bir kurum olarak görmekte ve Norveç milli tiyatrosunun kurulması için alternatif girişimlerde bulunmaktaydılar. Bunlardan birisi de uluslararası üne sahip kemancı Ole Bull’du. Tümülüs’ü izleyen Bull, Bergen’de faaliyetlerine başlayan Norveç Tiyatrosu’nun kurucusu olarak gelecek vadeden genç oyun yazarı İbsen’e hayatını değiştirecek bir teklifte bulundu. Eğer teklifi kabul ederse Bergen’deki tiyatroda hem oyun yazarı hem de oyunculuk rejisörü olarak görev alabilecekti. Üniversite hazırlıklarını çoktan tavsatmış durumdaki İbsen bu teklifi kabul ederek profesyonel oyun yazarlığı kariyerine adım atmış oldu. Üstelik Bergen’deki tiyatro özel bir fon yaratarak onu dış ülkelerdeki teknik ve sanatsal gelişmeleri incelemek için uzun sürecek bir Avrupa turuna gönderecekti. Bu İbsen’in kendisini bir oyun yazarı olarak yetiştirmek için ihtiyaç duyduğu önemli fırsatlardan birisi olacakmış gibi görünüyordu.

Gudliev Bo’nun da belirttiği gibi İbsen bu geziye çıktığında dönemin tanınan Alman tiyatro teorisyeni Hermen Hettner’in Das Moderne Drama adlı eseri yeni yayınlanmıştı. Kopenhag ve Dresden’de oyunlar izleyen, konferanslara katılan, tiyatro salonlarının teknik gelişmelerini gözlemleyen İbsen aynı zamanda Hettner’in kitabını da edinme ve okuma fırsatı buldu. Tüm bu deneyimlerin ardından ülkesine döndüğünde yaptığı ilk işlerden birisi Bergen’de sahnelemek üzere Tümülüs’ü yeniden ele almak oldu. Ancak bu sefer oyun Hegelyen felsefenin etkisiyle diyalektik bir yapıya kavuşturulmuştu: “Kuzeyden gelen Vikinglerin zihniyeti ile şekillenen eylemlerin amacı tezdi. Güneyin şefkatli Hristiyan tanrısının iyiliği ise antitez. Bu durumda sentez Norveç milli karakterini ortaya çıkarıyordu.”[9]

“Ulus inşacısı” İbsen işbaşındaydı. Artık elinin altında tam teşekkülü bir tiyatro, oyuncular ve sanatsal irade de vardı. Üretme heyecanı duymaması için hiçbir sebep yoktu.

[1]  Ivo de Figueiredo, Henrik Ibsen: The Man and The Mask, Yale University Press 2019, s. 63.

[2] Terje Leiren, “The Lost Utopia: The Changing Image of America in the Writings of Marcus Thrane”, Scandinavian Studies, c. 60, No. 4, Utopias in Scandinavian America (Sonbahar 1988), s. 467-470.

[3] The man and the mask s. 72.

[4] Ellen Karoline Gjervan, “Ibsen’s two versions of The Burial Mound: A comparison of the stage directions of the two versions of the play”, Nordlit 34 (2015), s. 253.

[5] Ivo de Figueiredo, Henrik Ibsen: The Man and The Mask, Yale University Press 2019, s. 73.

[6] Ellen Karoline Gjervan, “Ibsen’s two versions of The Burial Mound: A comparison of the stage directions of the two versions of the play”, Nordlit 34 (2015), s. 253.

[7] Dona Rosenberg, Dünya Mitolojisi, İmge Kitabevi 1998, s. 311-318.

[8] Henrik İbsen, The Warriors Barrow: A Dramatic Poem in One Act, E-Bookdrama Editions. Oyundan yapılan çevirilier tarafıma aittir.

[9] Gudleiv Bo, The Young Henrik İbsen: From Nation Builder to Christian Existentialism, Solum Bokvennen 2019, s. 64-65.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Fırat Güllü

Yanıtla