Olta Dayanışma’dan İrfan Alış’la Söyleşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis-Haber [Pandemi döneminde işsiz kalan müzisyenlere, müzik ve sahne emekçilerine destek için kurulan OLTA DAYANIŞMA’dan İrfan Alış’la (Peyk Müzik Grubu) Feryal Öney bir söyleşi yaptı. Tüm geliri ihtiyacı olan müzisyenlere, müzik ve sahne emekçilerine gidecek olan albümlerin yedincisi geçtiğimiz haftalarda yayınlanmıştı; İrfan Alış bu söyleşide, sekizinci albümün de hazır olduğu haberini verdi.]

Bu, OLTA DAYANIŞMA’nın yaptığı yedinci albüm. Kurucularından olduğun Peyk Grubu’ndan çıkmıştı bu fikir yanlış bilmiyorsam. Ve ilk albüm 2020’nin Mayıs ayında, bir sene önce yayınlandı. Bir topluluğun bile kısa aralıklarla yedi albüm yapması zor olabilir: Hep birlikte, aynı enerjiyle bir araya gelip arka arkaya proje üreteceksin. Hele hele işin mutfağında üç yüzü aşkın kişinin çalıştığı bir dayanışma(lar) serisini düşünürsek..

İrfan Alış: İlk iki albüm süreci biraz zordu. Böyle bir deneyimimiz yoktu; biraz çalakalem oldu. Bir de şu var; ilk albümlerin neyle sonuçlanacağını bilmediği için insanlar yavaş yavaş girdiler olayın içine. Ama sonrası nasıl oldu, biz de anlamadık. Yedinci albüme kadar çoğala çoğala geldik. Evet, bugün üç yüzü aşkın kişi çalışıyor işin mutfağında. Kime haber saldıysak sağ olsun el attı.

İşin çekirdek kadrosunda kimler yer alıyor? Peyk mi?

İ.A. Sadece Peyk diyemeyiz. Mesela prodüktörler var, onların stüdyolarından faydalanıyoruz. İşi koordine edenler var (mesela sonuncu ürünümüz olan türkü albümünde Gürkan Karaman’la Peyk’ten Özgür Ulusoy yaptı tüm organizasyonu; ben uzağındaydım biraz, altı albümden sonra tükenmiştim doğrusu). Barış Çapkın, Deniz Perhan, Ömer Erciyes, Metin Önderoğlu, daha çok isim var ama bahsetmediklerim ya da unuttuklarım affetsin, çok kalabalığız. Bunun dışında, şarkılara katılanlar, arka planda ihtiyacı olan tüm müzisyenlere çalanlar var: İsimsiz Orkestra mesela, büyük destek verdi.

İsimsiz Orkestra bu albüm serisi için mi kuruldu?

İ.A. Aslına bakarsan İsimsiz Orkestra’nın temeli üç yıl önce Bağımsız Müzik oluşumunu kurmaya çalışırken atıldı. Becerememiştik o oluşumu, içimizde ukde kalmıştı. Sonrasında Özgür İsimsiz Orkestra’yı gündeme getirdi tekrar; içerisinde çok değerli hocalar vardı, öğrenciler, mezunlar vardı, hep birlikte İsimsiz Orkestra markasını oluşturdular. Birçok müzisyenle ‘feed’ler yaptı, onların şarkılarını yorumladı, mesela Feridun Düzağaç’la albüm yaptılar. Bu albümler serisinde ise her albümde bir iki şarkıyı çalarak destek verdi İsimsiz Orkestra.

İlk albümlerde daha dar bir çevresiniz; kimlerle başladınız?

İ.A. Başlangıçta ‘rock’, türkü gibi türlere dalmadan, önce kendi ‘indie’ çevremizi bir yokladık. Tanıdığımız eş, dost, kardeş kim varsa onlardan şarkı yardımı aldık. Öyle bir üç dört albüm yaptık. Ben üç yıldır “şarkı yapma atölyesi” yapıyorum; oradaki yetenekli, çalışkan arkadaşları zorladık biraz.  İmkânı olmayanlara imkân sapladık, stüdyo imecesi yaptık; müzisyen desteği sunduk, bas çalınacaksa basını çaldık mesela. Ve nasıl olduysa bir çorba kaynamaya başladı. Ondan sonra tanışmalar başladı, ağ genişledi; her yeni tanışma yeni albümü getirdi. Kendi başına şarkısıyla katılan genç arkadaşlar oldu, kaydını, her şeyini tamamlayıp bize teslim edenler… Tanıtıma da yardım ettiler.

Pandemi sürecinde bu işlerin aksamadan yürümesi mümkün oldu mu?

İ.A. Bazen başaramadığımız anlar da oldu bu yüzden. Bir yere gidemiyoruz, bir arkadaş o ara Covid olmuş oluyor, miks yapan arkadaşlardan Covid geçirenler oluyor, albüme şarkı veren gençler dağılmış oluyor, biz de dağılıyoruz; kısaca bir yeniliyoruz, sonra tekrar toparlıyoruz. Sevenimiz de çokmuş fakat… Özgür mesela, sevilen bir hoca, çevresi de geniş, etrafına topladığı gençler var. İşte böyle böyle işler buraya kadar geldi. Bizlere güvenilmesi çok önemliydi. Ekşi Sözlük’te şöyle bir şey okumuştum, hoşuma gitti: “İrfan Abi bir şey yapıyorsa ve birlikte batacaksak da batarız, fark etmez İrfan Abi.” Bir yandan da büyük sorumluluk. Mesela arada bazen bir gerginlik oluyor, bir iş geç kalıyor, insanların sinirler geriliyor; “n’olacak şimdi, çok geç kaldık, niye tanıtmadık bu albümü, hani bu bir sistemdi?” serzenişleri falan, ben de o ara evdeyim, logar patlamış, başım belada; diyorum, “bak burada logar patladı, feci durumdayım, lütfen üzme beni.” “Tamam abi, öpücükler, seni üzmeyeceğim” falan. Restoran vardır hani, arkada mutfak yanıyordur, önde papyonlu kravatlı garsonlar yemekleri sunarlar, onun gibi bir durum.

Bu arada, şimdi fırsatım oluyor, beni de bu projeye dahil ettiğiniz için teşekkür ederim. Başta bestemi söyler misin bu proje için, diyerek beni arayan Gülay’a (Sezer), işin düzenleme ve benimle irtibat kısmında yer alan Gürkan’a (Karaman), yine düzenleme ve icrasında yer alan Özgür’e (Ulusoy), özellikle de işin mutfağında çalışanlara. Her şey hazırdı, stüdyoya gitmeden, evimde protools’umla mikrofonumla şarkıyı söyledim, orkestrasyon, miks-mastering, bunlar arka planda tıkır tıkır yürüdü. Ayrıca, farklı formlarda, türlerde söyleyen herkese kapının açık olması ve mesela sadece sesinizle katılmanıza olanak tanınması, arka planda karşılık beklemeden arı gibi çalışan bir ekibin olması, sahiden bunlar takdir edilecek işler. 

İ.A. Burada hemen bir parantez açayım; miksleri yapanlar (Deniz Perhan, Ömer Taşkın gibi isimler), bunlar hep genç, 30’lu yaşlarındalar ve işlerinde öyle özverililer ki. Hayata bizim gibi bakan gençler. Bu arkadaşlarla Olta Dayanışma sayesinde samimiyetimiz arttı. İşin mutfağına girip birlikte emek harcadığınızda daha çok birlikte olma, tanıma, tanışma şansınız oluyor. Ben Olta’nın en çok bu yanını önemsiyorum. Sadece bu tanışıklığa, birbirinden haberdar olmaya yaraması bile çok kıymetli. Arada serzenişler oluyor; “abi bu albümler çok az dinleniyor, niye böyle acaba?” diye. Türkiye’de gündem ne, diye bakmak lâzım. Dün itibariyle Sedat Peker’di mesela. Bu insanlar bu ülkeye ne kattı katıyor, hiç. Türkiye’de bilgiye ve yeteneğe bir düşmanlık var. Olta en azından şunu hissettiriyor bana; oturup kendimize üzülüyorduk, şimdi üzülmüyorum.

Dayanışma ruhu başka bir şeydir ya, ortak bir amaç için yapıyoruz, birbirimize sırt veriyoruz, dedirtir insana. O ruhla yapıldığı için de insanlar ayrıca özen göstermiş olabilir, di mi?

İ.A. Gürkan’ı biliyorum ben, abi ben hayatımda bir şeye bu kadar yoğunlaşmadım, dedi.

Başta sormam gerekiyordu belki ama.. Olta Dayanışma fikri bu albümlerle mi oluştu, daha önce mi bir araya geldiniz?

İ.A. Şöyle oldu: Bir gün evde oturuyorum, hiçbir yere çıkamıyoruz, konserler iptal edilmiş, kendimi kapana kıstırılmış gibi hissediyorum. Şarkı yapma atölyelerim de henüz başlamamış. Dedim, “ben n’apıyorum ya.. Boş duracağıma gideyim de zoom’dan bir atölye yapayım, kimseden de para istemeyeyim. Boş duran genç müzisyenlerle birlikte bu boşluğu değerlendirmiş oluruz belki.” Başladık gençlere yılların birikimini aktarmaya, söz yazma, beste yapma konusunda yol yordam göstermeye..  Sohbet havasında geçiyor ama yeri geldiğinde tekniğine dair şeyler de aktarıyorsun. Şarkı geliyor, düzenlemesine, ezgisine, sözlerine dair yorum yapıyorsun, biraz daha geliştirip geliyor genç. Atölyenin sonucunda insanlardan kayıtlar, şarkılar falan gelmeye başladı. Olta Dayanışma albümleri hikâyesi orada başladı. Benim kafama dank etti: Böyle atölyeler yapıyoruz, neden albümünü yapmayalım ki. Hem çevremize de haber salalım, albümler yapıp dijitale yükleyelim, oradan gelen gelirleri de vakıf gibi biriktirip ihtiyacı olan müzisyenlere dağıtalım.

Bu, geçen sene bu zamanlar, 2020’nin Mayıs ayında oluyor?

İ.A. Aynen, geçen sene Mayıs ayında oluyor. Bizim Peyk’ten Özgür’ü (Ulusoy) aradım, benim böyle bir fikrim var, ne dersin, diye. Dedi, iyi fikir, ben de şurasını yaparım, şöyle yaparız, falan. Orada bir pişmeye başladı, çevremizdeki bütün müzisyen arkadaşlara bir haber salındı, şarkımı veririm diyenler hemen not edildi, ben klavyelerini çalarım, ben şurasından eklenirim, falan derken bir baktık, ilk albüme başlamışız. Mesela No Land’den Kamil şarkı söylemek istedi, İsimsiz Orkestra çaldı, o söyledi. Çok iyi bir albüm çıktı ortaya. İstanbul tayfası dışında Ankara tayfası da katıldı projeye, işte Fethi Yıldırım, Boyalı Kuş falan dahil oldu. Bu arkadaşlarla daha önce yaptığımız işlerden, birbirimize bakışımızdan dolayı bir gönül bağı vardı; fakat bu işle iyice pekişmiş oldu. Öyle bir şey oldu ki, pandemiye rağmen acayip bir kaynaşma yaşandı. Her şey serbestken bu kadar değildi. Kısa açılma dönemlerinde çaylı börekli toplantılar oldu, oturduk, plan program yaptık, başladık organizasyonlara. Mesela Boğaziçi’nde okuyan Yaman diye bir çocuk var, görsel tasarım gibi işlere yatkın, Eren Uygur var, sosyal medya hesaplarımıza bakan, herkese bir iş yükledik o ara, miksleri yapanlar belli (Deniz Perhan var, Ozan Murat var, Ömer Taşkın var), düzenleme yapıcılar belli (biz, Özgür, Ömer Erciyes var), farklı özellikleriyle öne çıkan birçok insan bir aradayız. Prodüksiyon grubu var, tanıtım grubu var, ayrı ayrı whatsapp grupları var… Birbirimize haber de gönderiyoruz; diyorum, bakın bu albümde Volkan Öktem çaldı, Eylem Pelit çaldı, gösterdikleri bu dayanışmayı anlatmalıyız, duyurmalıyız, iyi çalışmalıyız. Kavgalar da oluyor; PR grubu muyuz, niye işin bu yönü önemli olsun ki, diyen çıkıyor; ne diyorsun, delirdin mi sen, diyorum. Dayanışmanın PR’ı niye yapılmasın.. Hatta daha çok yapılmalı, ki herkese bulaşsın bu ruh. Türkiye’de ben insanlarla dayanışmak için arka arkaya yapılmış yedi albüm (sekizinci de hazır) yapmış bir oluşum bilmiyorum. Bu, onuncu albüme doğru gidecek gibi de görünüyor. Çünkü gençler çok aktif, biz belki biraz geriye çekileceğiz. Röportaj geliyor, diyorum, yapsana sen, niye hâlâ bana yolluyorsun, şarkı senin, sen yaptın. Geçen albümde de öyleydi, gencecik çocuklar vardı; Tamay vardı, Murat Akçay vardı, sokak müzisyeni bir arkadaşım Övünç Aslan, o vardı ilk şarkılarını yayınlayan, ilk kayıtlarını Olta’yla yapan. Bu kez onların müzisyeni bizler oluyoruz; sözlerine ben bir bakıyorum, klavyeleri Özgür tarafından çalınıyor, basları Barış Tokgöz tarafından çalınıyor, bu arada onların haberi bile olmuyor, biz işin arka tarafında işi tamamlıyoruz.

Bu yaptığınız şey aslında çocuklara şunu sağlıyor: Kendilerini daha ilk işlerinde piyasanın, büyük yapım şirketlerinin kucağında bulmuyorlar. Zaten isteseler bile görülmeyebilirler o yapım şirketleri tarafından, o ayrı. Bu şekilde de bir dayanışma ağı kurmuş oluyorsunuz. Olta Dayanışma’nın çıkardığı bu yedi albüm, “pandemi döneminde işsiz ve parasız kalan müzisyenlerle dayanışmak için” diye anlatılıyor ama bu çalışma ve üretme biçimiyle genç müzisyenler için piyasaya alternatif bir üretim – dağıtım modeli de oluşturuyorsunuz.

İ.A. Whatsapp’la şarkıları pişiriyoruz. Kayıt geliyor bana, şöyle değil, böyle ilerleyebilirsin, diyorum; biraz daha uğraşıp getiriyor. Atölyelerde de öyledir, benim “gömme” olayım vardır; ne düşünüyorsam söylerim, ağır geliyorsa bana gelme, derim. Bu işler öyle göründüğü kadar kolay değil. Kariyer derdiyle yapmayacaksın bu işi, derdin “güzel iş yapmak” olacak.

Bu albümlerde nasıl bir çeşitlilik var? Ve yedinci, sekizinci albümün türkü albümü olmasına nasıl karar verdiniz?

İ.A. Temalar genelde ‘rock’ bazlı oldu. Altı albüm yaptıktan sonra, Ozan dedi ki, nedir bu, hep ‘indie’, ‘rock’ falan.. Sonra Gürkan çalışmaya dahil oldu, türkü albümü süreci başladı. Gürkan bir anda kendini albümün prodüktörü olarak buldu. Böylelikle Olta Dayanışma şunu da demiş oldu: Bu bir ‘indie’ müzisyenler dayanışması değil, herkesi kapsayan bir müzisyen dayanışmasıdır.

İçinde yer aldığım Artizan Kültür-Sanat Çevresi’nde biz de pandeminin başından beri (yani yaklaşık iki senedir) şunu konuşuyoruz: Özellikle müzisyenler bu süreçte örgütsüz oluşlarıyla yüzleştiler. Nasıl olacak, bu süreci nasıl atlatacağız diye kendi aramızda konuşurken müzisyen intiharlarını duymaya başladık. Sadece konserlerde kazandığı küçük yevmiyelerle kendini, ailesini yaşatmaya çalışan ve konserlerin yasaklandığı bu süreçte açlıkla karşı karşıya kalan yüzü aşkın müzisyen çaresizlikten, parasızlıktan hayatına son verdi. Nasıl oldu bu? Bir şey yapılamaz mıydı? Kültür-Turizm Bakanlığı’na bakıyorsun, daha ziyade “turizm” bölümü ilgilendiriyor onları, onca aydan sonra müzisyenler için düşünülen para 1000 TL; belediyelere, kültür-sanat kurumlarına bakıyorsun, bir yere kadar güçleri yetiyor.. Dönüp meslek birliklerine bakıyorsun, n’apıyorlar bu süreçte, nasıl çözümler üretiyorlar diye, kaynıyor oralar da. Böyle bir ortamda, Olta Dayanışma gibi, başka müzisyenler için emeklerini, alın terlerini ortaya koyup dayanışmaya çalışan müzisyenlerden oluşmuş bir oluşumun kıymetli olduğunu söylemek lâzım. Buradan az veya çok, toplanacak paranın ihtiyacı olan müzisyenlere dağıtılacak olması..

İ.A. Mayıs’ta dağıtmaya başlayacağız kaç para biriktiyse. Henüz çok bir şey birikmedi ama.. Zaten biliyorsun dijitalde müzisyenler tam olarak sömürülüyor.

Peki, nasıl bir yöntem buldunuz? Nasıl dağıtacaksınız birikecek parayı?

İ.A. Sistemi soruyorsan şöyle bir şey düşündük: Geliri 500 TL’nin altında olan insanları bu oluşumun içindeki arkadaşlar bize söyleyecek, kefil olacak ve biz vereceğiz. Yarın öbür gün, ‘blockchain’[1] diye bir şey var, çok paralar biriktiği zaman Mesam’daki gibi ya da Müyor-Bir’deki gibi, “üç ay sonra, beş ay sonra veriyoruz, işte dükkân kiramız var, ev kiramız var, önce onları halledip kalanını size vereceğiz ama para kalmadı” demeyeceğiz. Çünkü bizde kasadan para almak diye bir şey yok.

Burada sahici bir yapı oluşmuş; çalan söyleyen müzisyen var, tonmeister var, stüdyosunu açan var, ve hepsi de beş kuruş almadan, dayanışma amacıyla yapıyor bunu. Kimlerdir bunlar?

İ.A. Serdar Öztop en az üç dört şarkıda bize stüdyosunu açmıştır; Deniz Perhan, Ömer Taşkın, bu çocuklar miksler yaptılar, mastering’ler yaptılar; Özgür zaten işin birçok kısmında vardı; zaten çalanların hiçbiri para talep etmedi; biz de şarkılarımızı verdik, insanlar ‘cover’ yaptılar, hiçbir şekilde telif istemiyoruz (söylenmez bile). Herkes öyleydi, o aksiyonla çalıştı. Burası bir vakıf. Burası bir hayrat. Bir çeşme açıyoruz; binlerce şarkı yayınlayalım, bir sürenin sonunda binlerce şarkının geliri toplansın, Darüşşafaka gibi bir şey olsun burası. Bir sisteme oturtalım. Bir dernek olalım veya kooperatif olalım. Onun için de gerekli toplantıları yaptık biz, tüzüğümüz de hazır, başvurumuzu yapacağız.

Bir çağrı mı yapacaksınız sonra?

İ.A. Biz şöyle çağrı yapıyoruz: Şarkısını vermek isteyen, kaydını yapmış olan ya da yapmak isteyen herkese kapımız açık. İsme de bakmıyoruz, kalite olarak şarkıda bir sorun yoksa (ya da kayıt kalitesi kötü ama şarkısı güzelse yeniden kaydedilmesini sağlayarak) değerlendiriyoruz tabii ki. Ben açıkçası şurada dağılmayı istemiyorum; diyorlar ki, abi biz konserler düzenleyelim, şunu yapalım, bunu yapalım… Diyorum ki; bu daha bebek, yirmi otuz albüm sonra bakalım bu işlere. Bunlarla dağılır, altından kalkamazsak batarız. Kolay bir işin altından kalkmadık; ben yirmi altı şarkının prodüksiyonunda yer aldım mesela. Türkiye’de genelde bir acelecilik vardır ya.. Bekle abi, bir yüz albüm yayınlayalım bakalım. Dernekleşmemizi tamamlıyor muyuz, tamamlıyoruz. İnsanlar desin ki sonra, Olta diye bir şey var. Bir güven oluşsun önce. Yüz albümden sonra herhalde üç beş para kazanmış ve birilerine yardım da etmiş oluruz. Açıkçası ‘rock’ camiasında; abi gelip size yardım edelim, diyen olmadı.

MESAM vb meslek örgütlerinden bir şeyler beklemekle ömrümüz geçti, bize bir faydaları dokunmadı. Ne gerek var artık bekleyelim.. Özgür (Ulusoy) mesela bu konuda tez de yaptı, sorsan daha detaylı anlatır ama şunu diyor; 100 TL para kazanılıyorsa bu sektörde, ancak 2 TL’sini üretici alıyor. Bizim dışımızdaki herkes müzikten para kazanıyor.

Olta’nın bu yedi albümünde bu tür kesintiler oldu mu? Edisyon vs?

İ.A. Yok, hepsi üretim. Türkü albümünde de telifi olmayan eserler seçildi mecburen. Korsanız anlayacağın. Devlet bizim üstümüze çökerse gider bu albümü Almanya’da basarız. Türkiye Cumhuriyeti bana ne verdi ki isteyecek.. Yıllarca konserlerde eğlence vergisi, şu vergisi bu vergisi, MESAM’a çöktüler zaten (şu an müzisyen hariç herkese yardım ediyor), Orhan Abi’ye bile “huzur payı” veriyor. Sen Orhan Gencebay’sın, 3000 TL huzur payı alsan ne olur, almasan ne olur.

“Huzur hakkı”nı açsana..

İ.A.  Huzur hakkı şu: Biz yaşlıyız, çarparız ortalığı. MSG, MÜYAP vs bizim onlarla hiçbir alâkamız yok, olmasın da zaten. Çünkü orada bir çözümsüzlük var; kimisi gidiyor etnik temelden giriyor, kimisi gidiyor politik temelden giriyor, kimisi tamamen çıkardan giriyor, kimisi iyi niyetli, yapmak istiyor ama olmuyor, eziyorlar kafasını. Orada bir hizipleşme olmuş, sıkışmış böyle, fıtık olmuş orası. Kıpırdayamıyor, kalmış böyle. O yüzden biz burada basit bir şey yapıyoruz; TuneCore’dan yükledik yedi albümü. Eser işletme bile almıyoruz. Neden biliyor musun? Türkiye Cumhuriyeti’nde müzisyenin kafasına çökmek için kanunlar var. Yani bütün kanunlar şunu diyor: Biz müzisyenin üstüne nasıl çökeriz? Bu arkadaş eğitimle uğraşıyormuş, bu arkadaş faydalıymış, etrafına güzellik veriyormuş falan, çökelim onun üstüne biz. Benim zaten Olta’dan bir gelir beklentim var mı, yok. Bu ülkeden bir gelir beklentim var mı, yook. Konser desen hepsinin çöktüler mi üstüne.. Yasak bu yasak. Ama kongre yaparsan serbest. Ben gideyim şu bahçede konser vereyim, yirmi kişi de seyretsin, yok abi Covid var, fakat Cuma namazında sana ezan okuyabilirim. O zaman bulaşmaz. Çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız, halimize gülüyoruz. Tekrar dönersek MESAM’a, Müyor-Bir’e, kandırılacak yaşı geçtik. Otellere çağırıyor beni, gel bana oy ver, hemen hissediyorum. Otele çağırıp oy isteyecek kadar nasıl bir çıkarın var yani. Ben de tabii hiçbir otele gitmiyorum, orada yediğim içtiğim şeyin kimin hakkı olduğunu, kimden gittiğini biliyorum. Dolayısıyla, Olta’da biz böyle yandan yandan, kıyıdan kıyıdan, hiçbir şeye bulaşmadan ilerlemeye çalışıyoruz. Bulaşmayız diyoruz da, TuneCore[2] bizi sömürmüyor mu?

TuneCore nedir İrfan?

İ.A.  Dijital. Dijitale kendini yükleyebiliyorsun.

Allah Allah.. Hiç yapmadığım için olsa gerek, ilk kez duyuyor gibiyim.

İ.A. TuneCore bir tane örnek değil, böyle on tane falan platform var. Biz artık bu işin uzmanı olduk. Bunu da bize Bağımsız Müzik Oluşumu’ndaki rap’çi çocuklar anlattı. Bu çocuklar bize dediler; abi biz ne albüm basacağız artık, ne eser işletmesi.. Ne gerek var.. Biz kendimiz yüklüyoruz, dijital dağıtım siteleri var. 10$ veriyorsun, şarkı yayınlıyorsun. 30$ veriyorsun, bir albüm yayınlıyorsun. Rap’çilerde de bol şarkı yapma olayı var ya, diyor 30 şarkılık bir albüm yayınlarım 30$ verip, zaten dinleniyorum da.. Çocuklar ciddi ciddi bu işi çözdü. Bize de öğrettiler. Şimdi örnek veriyorum, Türkiye Cumhuriyeti bana hiçbir destekte bulunmadı. 1000 TL’leri saymazsak -ki ben onu destek falan saymıyorum. Şimdi, eser işletme için gidiyorsun, devlete para veriyorsun; şarkılarımın tapusu diye bir şey alıyorsun. Aldın, sonra %40’ını şu alıyor, %50’sini bu alıyor, sana hiçbir şey kalmıyor. Nereden biliyoruz? Bizim resmi albümlerimizden bize gelen para cücük kadar. Dedik ki, biz salak mıyız? Şimdi ben gidiyorum, dijital bir siteden yüklüyorum bunu. O site Avrupa’da. Benim oradan vergim ödeniyor, kime ödendiğini bilmiyorum. Türkiye’de resmi olarak yokum. Burada zaten “Spotify listeleri” diye bir şey var, benim girmem yasak. Oraları sağ olsun, yapım şirketleri tapulamışlar. Ne gerek var boşu boşuna masraflar yapacağım, bir şirkete gidip imzalar atacağım. Öyle bir şey yapmıyorum. Hak almıyorum, gidiyorum MESAM’a diyorum ki, kardeşim ben bu şarkıyı yaptım, gösterip kaydediyorum orada şarkıyı. Ya da gidip tarihli bir video yapıyorum, ilerde mahkemelik bir durum olursa diye. Benden önce var mıydı bu şarkı, yoktu diyebilmek için. Yasa zaten yok, buna ne kafayı takıyorsun? Türkiye Cumhuriyeti senin üzerine çökmek için var; seninle ilgili bir planı yok ki. Sadece iktidar değil, muhalefet de: Kemal Kılıçdaroğlu dün açıklama yapmış; kahveciler için ‘ölecekler, mahvoldular’. On beş aydır müzisyenler açlıktan ölüyor, kendini öldürüyor, adamın ağzından bir kere bile ‘müzisyen’ lâfı çıkmıyor. Kahvecilere bir sözüm yok tabii, onları ben de seviyorum, o ayrı. Ama on beş aydır müzisyenler aç, evde sadece soğan kavurup yiyen müzisyen biliyorum ben. Nereden geldik buraya, bu TuneCore, müzisyenin özgürlüğüdür. Dünyanın herhangi bir yerinde şarkını kaydedebilirsin. Bu ülke benim canımı sıkarsa ben gider, Almanya’dan basarım. En azından destek olur bana.

Olta albümleri Spotify’a mı yüklendi peki?

İ.A. Evet. Dijitale yüklendi. Çok sorun çıkaran olursa gidip Almanya’dan yükleriz. Sen beni korumadın ki. Sen devletsin, zaten bize gıcıksın… MESAM’ın demesi lâzımdı ki mesela, sen bize yardım etmiyor musun, almıyoruz kardeşim eser işletme falan. Bu kadar. Biz bunları açık açık konuşmak için bu oluşumu, Olta Dayanışma’yı kurduk.

Son olarak, dedin ya, dernek ya da vakıf olacağız, bu iş buraya kadar geldi…

İ.A. Ona da toplantılarda insanlar karar verdi. Biz de Peyk olarak dernekleşme, vb örgütlenme işlerini gençler sayesinde öğrenmeye başladık. Onlar yönlendiriyor, fikir veriyor, biz de yaptıkça öğreniyoruz. Şimdi önümüzde şu var; ya dernek olacağız ya da belki bu kooperatife evrilecek bu iş. Ama şu anda emekleyen bir bebek var. Şu anda bile başvursak 6-7 ay sürüyormuş bu işler. Önümüzdeki günlerde hedefimiz bu.

Kapı herkese açık mı, önce bir dernek olalım, mı diyorsunuz?

İ.A. Kapımız herkese sonuna kadar açık.


[1] Bloklardan oluşan zincir yapıdaki ‘Blockchain’ (Blok Zinciri), şifrelenmiş işlem takibini sağlayan dağıtık yapıdaki bir veri tabanı sistemidir. Para transferlerinde her adım bir bloğu oluşturur. Örneğin göndericinin adı, gönderilen tutar gibi bilgilerden her biri bir bloktur. Transfer işlemi esnasında oluşturulan bu bloklar şifrelenir, asla değiştirilemez ve kırılamaz hale getirilir. Bu bloklar tüm ağdaki herkese dağıtılır ve herkeste aynı şifreli bilgiler bulunur. ‘Blockchain’ in merkeziyetsizleştirilmiş olma prensibi bu teknolojiye dayanır. Blok üzerindeki bilgiler sadece üzerlerinde belirtilen alıcı ve satıcı tarafından işlenebilir. Bunun yanı sıra ‘Blockchain’ teknolojisi şeffaftır, isteyen herkes şu ana kadar birikmiş blokları inceleyip onları gözden geçirebilir. (https://duzce.edu.tr/yonetim-bilisim-sistemleri/Sayfa/8c9a/blockchain-nedir-)

[2] https://www.tunecore.com/tr/what-is-tunecore

 

Mimesis-Haber

Paylaş.

Yanıtla