[H. Ayhan Tinin’in Diken‘de yayımlanan yazısının bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]
O sonbahar kolera salgını nedeniyle Aleksandr Puşkin eve kapanmamış, ‘Küçük Trajediler’i yazmamış olsaydı; biz büyük olasılıkla başka bir Antonio Salieri tanıyacaktık.
Belki de ‘Amadeus’ hiç yazılmayacaktı.
Sürgün yıllarıydı.
Puşkin 1829 yılının yaz aylarında, Barry Cornwell’in ‘Dramatik Sahneler’ adlı yapıtını okudu. Çok etkilenmişti.
Dostu, edebiyat tarihçisi D.S. Mirsky -ki Prens Mirsky diye anılır çoğu zaman- ile sohbet ederken, onun yapıtla ilgili ”Dramatik anlar bunlar, hem de öyle ölümcül anlar ki sonrası önemsiz kalıyor” sözlerinden çok etkilendi.
Sonuçta 1830 yılında ‘Küçük Trajediler’ adlı tiyatro oyununu yazdı.Puşkin’in yaşarken sahnelenen tek oyunuydu.
Yaklaşık yüz elli yıl sonra Liverpoollu Shaffer ‘Amadeus’u yazacaktı.
Oyunun dramatik yapısı Puşkin’in kurgusuna dayanıyordu. Salieri ve Mozart arasındaki ilahî kıskançlık hakkında yeterince tarihsel bilgi yok. Ancak yine de insanlığın kolayca alıcı olduğu bu çatışma, seyirci tarafından çok sevildi.
1983-1984 tiyatro sezonunda -ışıklar içinde uyusun- değerli hocam Alev Sezer’in de olduğu bir ekiple İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelendi.
Daha sonra farklı dönemlerde sergilenen oyun, Selçuk Yöntem’in müthiş Salieri yorumuyla yeniden izleyicisiyle bir araya geldi. Kapalı gişe oynamaya devam ediyor.
Aslında tragedyanın kaybedeni olan, Salieri’nin hikayesidir anlatılan.
”Nasıl kıskanıyorum nasıl Tanrım! Nerde adalet, eğer kutsal armağan, ölümsüz deha, bunca didinmeyi, kul-köleliği mükâfatlandırmıyorsa, tam tersine delibozuk bir serserinin beyninde yeşeriyorsa sorarım nerede adalet? Ah Mozart, ah Mozart!”
Türk dilinin unutulmaz edebiyatçılarından Tomris Uyar’ın orijinal Puşkin çevirisinden aldığımız bu satırlar; insan ruhunun gri bir kül içinde kalmış, gizemli dehlizlerindeki kıskançlık duygusu tarafından ansızın nasıl kuşatılabildiğimizi anlatıyor.
Devamı için tıklayınız.