[Sinan Araman’ın Evrensel’de yayımlanan yazısının bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]
Sinan Araman, Müzisyen Sümeyra Çakır’ın yaşam öyküsünü sahneye taşıyan “Serçelerin Süvarisi” oyununa dair yazdı.
Ruhi Su Dostlar Korosu’nun kurucularından Müzisyen Sümeyra Çakır’ın yaşam öyküsünü sahneye taşıyan “Serçelerin Süvarisi” isimli senfonik oyunun galasına (18 Kasım akşamı CMK’de) katılma şansı buldum. Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünün 60. yılı dolayısıyla ilk defa geçen yıl Almanya’da sahnelenen oyun Türkiye’de de sahneye girmiş bulundu. Sümeyra’nın albümünü pek çok solcu/devrimci genç gibi ben de üniversite yıllarımda dinlemiştim ancak hayatına dair pek bir bilgiye sahip değildim. Oyun sayesinde Sümeyra’nın kısa ömrüne onurlu ve üretken yaşamıyla çok şey sığdıran büyük bir sanatçı olduğunu öğrendim.
Sümeyra’nın, Ruhi Su ve Ruhi Su Dostlar Korosu ile birlikte yaptıkları “El Kapıları”, “Barış ve Gurbet Türküleri”, “Allı Turnam” gibi albümler, Türkiye’de 1980 sonrası protest ve halk müziğinin önemli bir referans kaynağıdır. Ne var ki, 12 Eylül onu da pek çok sanatçı ve entelektüel gibi memleketinden ayrı düşürmüştür. O da Nâzım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya gibi ömrünü yurt dışında memleket hasretiyle tamamlamak zorunda bırakılmış çok sayıdaki aydın ve sanatçılarımız arasında yer almıştır ne yazık ki! 1980’de Almanya’da düzenlenen Türkiye Haftası’na Berlin Senatosunun davetiyle katılan Sümeyra Çakır, burada Enternasyonal Marşı’nı söylediği gerekçesi ile Türkiye devletince dava açılması üzerine 1980 sonrası müzik yaşamını yurt dışında devam ettirmek zorunda kalır. Sümeyra, müzikal etkinliklerini Almanya’da sürdürüp sesini ve sanatını toplumsal mücadeleye katmaya ve onun içinde bulunmaya çalışırken, öte yandan gurbette yakalandığı amansız hastalığa karşı mücadele etmektedir. Memleket hasretiyle 1990’da Frankfurt’ta hayata veda ettiğinde henüz 44 yaşındadır. Tıpkı 43 yaşında Fransa’da yaşama veda etmek zorunda bırakılan büyük sanatçımız Ahmet Kaya gibi. Ülkemizde yetişen iki devasa ses tam da üretkenliğinin en verimli çağında yaşama veda etmek zorunda bırakılmıştır. Oyun esnasında projeksiyondan yansıtılan şu sözler gibi: “Tam kendimi tümüyle bulmuş, oluşturmuşken, bu dünyadan ayrılmak zorunda kalıyorum. Oysa her şeye şimdi başlayacaktım.” “Kansere yenik düştüğünde tam 10 yıldır sürgündeydi. Bizden mahrum ettiğin için, ağla sevgili yurdum ağla!”
OYUN HAKKINDA
Oyunun Yazarı ve Yönetmeni Müjdat Albak. Oyuncular ise Tülay Yongacı ve ona ilk tiyatro deneyimiyle eşlik eden Müzisyen Cem Erdost İleri. Oyunda projeksiyon vasıtasıyla Sümeyra’nın hayatından kesitlere, sözlerine ve müziğine yer verilmiş. Oyun üzerine Duvar gazetesine röportaj veren Yönetmeni Müjdat Albak hikayenin çok katmanlı bir yapıya sahip olduğunu ve yurt dışına göç etmiş pek çok sanatçının da kendisinden ortak noktalar bulabileceğini belirterek şunları kaydediyor: “Ben de 1997’de ilk defa yurt dışına çıktım. 2015’e dek Türkiye’ye gelemedim. Bu süreçte Melike Demirağ, Tuncel Kurtiz, Cem Karaca gibi isimlerin yurt dışındaki mücadelelerini çok yakından takip ettim… Farklı nesillerden göçmenler olarak yaşadığımız ortak yönler de var, farklılaşan yönler de. Hikayemiz Sümeyra Çakır’ın hikayesi kadar bu eksen üzerine de kurulu.” Albak, halk ezgilerimizi Batı formatında yorumlayan Ruhi Su ve klasik müzik eğitimi almış olan Sümeyra Çakır’ın uzun süre birlikte çalıştıklarını ve ikisinin ortak arzusunun halk ezgilerini senfonik bir altyapı ile icra etmek olduğunu hatırlatıyor. Bunu yaşadıkları dönemde siyasi baskılar nedeniyle gerçekleştiremediklerini belirten Albak, Kerem Memişoğlu’nun katkısıyla Sümeyra ve Ruhi Su’nun bu arzularını Sümeyra’nın eserlerini yeni bir orkestrasyon ile düzenleyip, bu oyunla ilk defa hayata geçirdiklerini belirtiyor. Gerçekten de oyunda Sümeyra Çakır’ın 30-40 yıl önce söylediği eserlerin, senfonik orkestra eşliğinde kendi sesinden dinletilmesi oldukça etkileyiciydi.
Devamı için tıklayınız.