Lyndsey Winship
Çeviri: Aysu Yumuşak
Redaksiyon: Cüneyt Yalaz
Beklenmedik şaşırtmacalar… Matthew Bourne’den Uyuyan Güzel. Fotoğraf: Johan Persson
En bilindik baleler bile yeni yeni seyirciler için kafa karıştırıcı olabilir. O halde koreograflar seyircinin kaybolup gitmemesi için ne yapabilir? Bu sorunun cevabını aramak için Matthew Bourne’un peri masallarından Margaret Atwood ve Peaky Blinders sahnelemelerine bir bakalım…
George Balanchine “Balede kayınvalide yoktur,”[i] diyordu. Yani, dans adımlarıyla açıklayamayacağınız bazı detaylar vardır. Aslında bir hayli detay… Eğer bir dansı izleyip burada ne oluyor diye düşündüğünüz olduysa, yalnız değilsiniz. En bilindik baleler bile yeni seyirciler için kafa karıştırıcı olabilir: Kuğuya dönüşmüş bir kadın, ancak bir adamın ona olan aşkını yeminlerle ilan ettiğinde mi yeniden insana dönüşebiliyor?” diye sorabilirsiniz. Sonra da aynı dansçının oynadığı kötücül bir ikizi ortaya çıkagelir ve bu kişi de aslında şeytani büyücünün kızıdır, öyle mi? Neymiş, neymiş?
Seyircilerin yabancılaşmamasını isteyen büyük bale kumpanyaları sahnede neler olduğunu açıklamak zorunda kalmamak için eserlerin başlıklarını koruyorlar. Ama kimse sonsuza denk aynı beş hikâyeyi izlemek de neler olduğunu anlamadığı için aptal gibi hissetmek de istemez. Eleştirmenlerin “Gelmeden önce program dergisini okuyunuz” demesi, seyircilerin karmaşık bir hikâye izleyeceklerini ifade etmenin üstü kapalı bir ifadesi oluyor. Scottish Ballet’nin kurucusu Peter Darrel, eğer program dergisini okumak zorunda kalıyorsanız, bale görevini yerine getirememiş demektir, diyordu.
Tarihsel olarak bale anlatım için mimler kullanırdı, ama bu mimlerin kodlarını bilmeniz gerekirdi (ellerin başın üstünde dolanması “dans”, iki parmağın havada tutulması “söz vermek” demekti) ve zamanla bu kullanım gözden düştü. Benzer bir şekilde bharatanatyam denen Hint klasik dans formunda da spesifik anlamları olan ve mudra denen el jestlerinden oluşan bir lügat vardır. Bazılarını tahmin etmek kolaydır, bazıları ise hiç de kolay değildir.
Scottish Ballet’den Coppélia Edinburgh’un Festival tiyatrosunda. Fotoğraf: Murdo MacLeod/the Guardian
Birçok dansın bir anlatısı, hatta bir teması bile yoktur. Derdi uzamsal, geometrik, müzikal veya ritmik olabilir (Merce Cunningham’ı ya da Anne Teresa De Keersmaeker’i düşünün). Peki anlatılacak bir hikâye varsa koreograflar bunu aktarmak için hangi araçları kullanırlar? Başlıkların yansıtıldığı videolar veya BalletBoyz’un parçalardan önce bir giriş olarak gösterdiği kısa filmler bunun için birer yöntemdir. Morgann Runacre-Temple ve Jessica Wright övgüyle bahsedilen Coppélia adlı eserlerinde yakın çekimlerle detayları ön plana çıkararak film unsurunu sahne üzerinde etkili bir şekilde kullandılar. Daha sıklıkla, özellikle çağdaş dansta, bu metin yoluyla oluyor. Övgüyle bahsedilen Desh ve Xenos sololarında seslendirme kullanarak daha karmaşık fikirlerin üstesinden gelen Akram Khan da iyi bir örnek olarak görülebilir. Crystal Pite canlı olarak konuşulan ve seslendirilen bir metinle oynamaktaydı ve hatta The Tempest Replica’da bir Shakespeare metninin üstesinden gelmeye çalışırken açıklama aracı olarak gölge oyununu bile kullandı. DV8’in kurucusu Lloyd Newson seyirciyle paylaşmak istediği karmaşık fikirleri dansla anlatamamanın yarattığı hüsranla neredeyse toptan tiyatroya kaydı.
Dansın yakın zamandaki en iyi hikâye anlatıcılarından biri olan Matthew Bourne, eğer bir şeyi dansın içinde yapamıyorsanız, yapmamalısınız der: “Belirli bir hikâyeyi anlatmak için tutkunuz olması lazım”; “Dans sadece güzel adımlar ve bazı harika düetler yapmak için bir bahane olmamalı.” Bir yandan da Northern Ballet’nin eski sanat direktörü David Nixon: “Ben her zaman hikâyenin ilham verdiğini ama işin aslen dansla ilgili olduğunu düşünürüm. Seyircinin gösteriye gelme nedeninin dansçıları bir koreografi içinde görmek istemesi olduğunu hissederim” der. Aynı zamanda eğer bale hâlihazırda var olan bir kaynağı temel alıyorsa, seyircinin bunun bilgisiyle gösteriye gelmesi gerektiğini düşünür. “Ama belki de eski kafalıyımdır” diye ekler.
Bourne herkesin bildiği hikâyeleri alıp onlara beklenmedik bir şaşırtmaca eklemesiyle ünlüdür. Örneğin Kuğu Gölü’ndeki erkek korosuna yer vermesi ya da bu kış turnede olan Uyuyan Güzel’i bir vampir hikâyesine çevirmesi gibi. Detaylı sinopsis vermez. “Sonunda ne olacağını en baştan okuma fikrinden nefret ederim” der. “Bu bir filmde olsa, siz de sevmezdiniz.” Seyircilerin arasına oturur ve insanların anlayıp anlamadıklarını görmek için onların tepkilerini izler. “Bazen zihninizde gördüğünüz şey herkesin gördüğü şey değildir.” Esere, herkes doğru yerde gülene kadar ince ayar yapacaktır. Bazen insanlar onun hiç niyet etmediği şeyleri görür. “Klasikleşmiş bir örnek vereyim: Kuğu Gölü’nde, birlikte dans ettikleri için Prens ve Kraliçe arasında bir çeşit ensest ilişki olduğu fikrine kapıldı insanlar. Hiç aklıma gelmemişti!”
Peaky Blinders: The Redemption of Thomas Shelby, Birmigham Hipodromu’nda. Fotoğraf: Tristram Kenton/the Guardian
Peaky Blinders’ın bir dans versiyonu olan Rambert’ın en son gösterisi, özellikle dans gösterilerine gitmeyen geniş kesime hitap etmeye çalışır. Bunun için de karşımıza Benjamin Zephaniah’ın karakterinin seslendirmesi ile çıkar. Hatta başlangıçta karakterleri isimleriyle tanıtır. Bu yıllardır gittiğim birkaç gösteride kesinlikle işime gelen bir şey oldu. Yine de gösterinin dramaturgu Kaite O’Reilly her şeyin fazla bariz olmasını da istemez. “Bence insanlar ‘armut piş ağzıma düş’ olsun istemiyorlar” der. “[Jerzy] Grotowski’nin dediği gibi kurgu seyircinin gözünde var olur.” Başka bir deyişle, ne görürseniz o geçerlidir. “Biz semboller ve imgeler üretebiliriz, tavır ve atmosfer önerebiliriz, ama gerçekte seyircinin hikâyeyi kendisinin anlattığına inanıyorum.”
Bourne bir parça belirsizlikten hoşlanır: “Bazen bir şeyi sadece siyah beyaz anlatarak şairaneliğini öldürebilirsiniz” der. Bourne dramaturg kullanmaz, ona göre “bu koreografın işinin bir parçasıdır”. Ama dans prodüksiyonlarına dramaturgun katkıda bulunmasını gitgide daha fazla görüyoruz. Uzma Hameed başka dramaturgların yanı sıra Wayne McGregor’la da çalışıyor. Hameed “Bazen insanlar dramaturgun rolünün netlikle ilgili olduğunu söyler. Ben bunun bir parça karşısındayım. Bence onun rolü karmaşıklıkla ilgili” diyor.
Hameed, McGregor ile birlikte Kanada Ulusal Balesi için Margaret Atwood’un MaddAddam üçlemesinin bir “yorumu” üzerine çalışıyor. Buna bir “uyarlama” demek yanlış bir yönlendirme olur . “Hikâyenin size tek tek anlatılacağı izlenimini uyandırmak istemiyoruz.” Hameed için bu, hikâye akışıyla değil; büyük resme bakmakla, “okurken yaşadığınız hissi didiklemek, kitabın dünyasını canlandırmakla” ilgili. McGregor’ın Woolf Works adlı başarılı eserinde bu, Virginia Woolf’un kendisinin de benimsediği türden bir biçimsel denemeyle, anlatıyla biyografi arasında gidip gelmek anlamına geliyordu.
Seke Chimutengwende’den, It Begins in Darkness. Fotoğraf: Jack Barraclough ve Karin Xiao
Hameed, Atwood üzerine çalışırken modun sıklıkla hicivsel ve güncel göndermelerle dolu olduğunu söylüyor –örneğin MaddAddam üçlemesi küresel bir salgınla ilgili. McGregor ve Hameed “Atwood’un yapıtlarındaki kurmaca olanla olmayanı çarpıştırma şeklinin” eşleniğini nasıl bulacakları üzerine kafa yoruyorlar. Bu büyük bir mesele. “Dürüst olmak gerekirse, hepsi çok zor geliyor.” Ama onun için bu bir hikâye akışını aynen tekrarlamaktan çok daha tatmin edici. “Hâlihazırda bildiğiniz bir kitabı yeniden yaratan bir baleyi gidip izlediğinizde, tek yapabileceğiniz şey çıkışta kendinizi hikâyeyi takip edebildiğiniz için tebrik etmek olur.”
Dansın gerçek büyüsü çoğu zaman açıklamaları es geçip doğrudan (bazen kavranamayan) duygulara ulaşmaktan gelir. Ama bu derece esrarengiz bir sanat, koreografın niyetini çözmeyi başaramadığınızda size kendinizi dışlanmış hissettirebilir. Kendi işleri çoğunlukla doğaçlamaya dayalı ve deneysel olan Seke Chimutengwende “kesinlikle tamamen kaybolduğumu hissettiğim birçok gösteri izledim, hem de rahatsız edici bir şekilde” diyor. Her zaman beraber çalıştığı dramaturg Charlie Ashwell kendilerinin de kayboluşlar yaşadıklarını kabul ediyor. “Ama bu benim hoşuma gidiyor!” deyip gülüyorlar.
Wayne McGregor’un, Woolf Works adlı eseri, Royal Ballet’den, 2017’de. Fotoğraf: Tristram Kenton/the Guardian
Chimutengwende, anlatısal olmayan çalışmalarda “beklentilerle, zamanlama ve gerilimle oynayarak” bir dramaturgun “enerjik yapıyı” şekillendirmeye yardımcı olabileceğini söylüyor. Son eseri It Begins in Darkness köleliğin ve sömürgeciliğin mirası hakkında. Açıklamaya ve hikayelendirmeye kalkışmaktan ziyade, tarihin hayaletleriyle ilgili: Korku filmlerinden ve hayalet hikâyelerinden yararlanıyor. “Farklı insanlar için farklı şeyler ifade eden belli konular hakkında bizim nasıl hissettiğimizi keşfediyor” diyor. “İnsanların bir anlatı olmadan, bu duygularla başbaşa kalacağı bir mekân yaratmak istedim. Bu oluşmakta olan bir mekân. Sanırım o manada bu mekânın neye yaradığından başka anlaşılacak bir şey yok burada.”
Hameed’in dediği gibi, zorluğun ölçüsü cazibesidir. Chimutengwende “Bir yandan eserin temalarını dans yoluyla ifade etmek imkânsız geliyor, ama bence ilginç olan da bu” diyor. “Öte yandan dansı izlemenin oldukça doğrudan bir etkisi var: kinestetik[ii] tepki ve eserde o imgeleri görmek gibi.” Seyirci kaçınılmaz bir şekilde beklentilerinden peşinen etkilenecektir. Ashwell tanıtım materyalinde ya da sosyal medyada yer alan metinleri “neredeyse koreografinin bir parçası” olarak görüyor.
Yani sahnede olanı anlamak neyi değiştirir? Nixon seyircisine şöyle diyordu: “Endişelenmeyin, sadece seyredin.” Hameed “anlama” fikrini ortadan kaldırmadan önce, kendisinin seyirciye “anlamama izni vermekten” mutluluk duyacağını söylüyor. “Dansı bedenimizde ve ruh ya da yürek dediğiniz o daha geniş sezme ve hissetme boşluğunda anlarız. Bu aynı zamanda hayatı nasıl karşıladığımızla ilgilidir. Duyuların ve uyaranların bir kombinasyonu vardır; bazen bir desen (pattern) oluşur ve bir anlığına bir kavrayış edinirsiniz” Hameed bunun, hayatımızı oluşturan “esrarengiz gelişim sürecinin” aynısı olduğunu söylüyor. “Ve dans da bizimle işte böyle konuşuyor.”
[i] Blanchine’e hareket dağarcığını karmaşık sosyal ilişkilere referans verecek şekilde kullanımı üzerine bir soru yöneltildiğinde verdiği cevap “Balede kayınvalideler yoktur” olmuştu (Barnes,2003). Balanchine bu tür özlü sözleriyle ünlüdür, ancak bunlar genellikle alıntılardan oluşur. Bu alıntılar da bir kaynak havuzundan gelmektedir: Pushkin, Goethe, Shakepeare, İncil, Antik Yunan filozofları, Abraham Lincoln, Paul Valéry vb.. Kayınvalideler Shakespeare’in eserlerini izlemeye gelen seyircinin karşılaşmayı umduğu türden psikolojik açıdan karmaşık, toplumsal cinsiyet rollerini büken karakterlerdir (Warthen 2005, s.12). Bu alıntı da neden balelerde görece basmakalıp roller ve karakterlerin olduğunu açıklamak için kullanılmış olabilir. (ç.n.)
Kaynak: The Guardian